Türkiye’de bir çözüm yanılsaması oluşturarak mevcut düzeni sürdürmek şeklinde bir işleyişin olduğunu sıklıkla tekrarlıyorum. Proje okullarına yapılan atamalar tekrar gösterdi ki gerçekten yürürlükteki düzenin Türkiye’nin yarınları için dönüşüm geçirmesi şeklinde ne MEB’in ne de kamuoyunun bir derdi var. Gizemli, karışık, imalı, tevarüs edegelen hastalıklı bir retoriğin sosuna bulanan her iş ve işlem kendisi için mümbit bir zemin buluyor. Bunun müşahhas örneklerinden birisi de işte yapılan bu son atamalar. Mevzu konuşuldu, konuşulmaya devam ediliyor. Teknik detaylarını yeniden paylaşmayı gereksiz görüyorum.
Proje okullarının ne olduğunu, hangi projeyi gerçekleştirdiğini zaten bilmiyoruz. Gerçekten de bir şey varmış gibi davranarak devam ediyoruz. Yapılan atamalar da bu yolun devamında karşımıza çıkıyor. Şimdi de mecburen konu üzerinden bir tartışma yürütmek durumunda kalıyoruz. Mevzu pek çok boyutuyla konuşulmayı hak ediyor. Ben sadece bu vesileyle bu tip işlemler dolayısıyla nelerden yoksun bırakıldığımızın altını çizmek istiyorum. Genelde düşmanlarımızın, düşman bildiklerimizin yapıp ettiklerine odaklı olduğumuz için kazanıp kazanmadığımızı onlarla olan ilişkimiz üzerindentespit etmeye çabalıyoruz. Proje okullarında mevzu esas itibariyle görece nitelikli olan okullara kendimizden insanlar yerleştirmektir. Dolayı bizden olmayanları (!) tasfiye ettiğimizde ve bizden olanları (!) yerleştirdiğimizde zaten doğal olarak kazandığımızı düşünebiliriz. Çok açık bir denklem ve görünüşte de gayet mantıklı görünüyor.
Ancak görünüş çoğu zaman gerçeği görmemizi engelleyen perdeden başka bir şey değildir. Birincisi proje okulu da denilse nihayetinde varlığını, yapısını, işleyişini acı tecrübelerle bildiğimiz bir yapıyı tahkim etmenin anlamı nedir, buna gerçekten gerek var mı ne biliyoruz ne de böyle bir soru sorma gereği duyuyoruz. İkincisi, bu yapıya daha önce yerleştirilmiş olan insanlar ne tür başarılar elde etmiş ki bu yolda ısrarcı olmaya çalışıyoruz? Üçüncüsü proje okullarda devam etmesini uygun görmediğimiz insanlar MEB bünyesinde çalışmaya devam edeceklerine göre bunun izahını nasıl yapacağız? Dördüncüsü bu süreci işletirken akla, mantığa, ahlaka, vicdana uygun olan hangi ölçüte başvurduk? Bu eksendeki soruları da çok uzatmak istemiyorum.
Bütün bu tartışmanın bizi mahkûm ettiği hususun altını çizmek istiyorum. Nihayetinde bizden (!) olanları da atamış olsak, bize yar olmayan, yar olup olmadığına ilişkin fikrimizin olmadığı bir yapıyı sürdürüyoruz. Sürdürmek mesele değil bir boyutuyla. Başka bir çareniz yoktur, anlaşılabilir. Ancak bu tartışma sadece çaresizlikle ilgili değil aynı zamanda sizin bir varlığa erişmemeniz için adeta oluşturulmuş bir düzeneği tek meşru forma dönüştürmenizle ilgili. Zihniniz, aklınız, eyleminiz bu form üzerinden bloke edilmiş durumda.Muhayyile bu formun kıskacı altında.
Ülkemizde eğitim ile ilgili bir tartışmanın yürütüldüğünü söylemek gerçekten mümkün mü? Bir enkaza dönüşen ve içindeki milyonlarca genci öğüten bir düzeneği günümüz gerçekliği içinde ele alamayan, özgürlük, adalet, ahlak vs. gibi temel ilkeler üzerinden yapılandırma ihtiyacı hissetmeyen bir mevcudiyet, ne usul ne esas tanıyan bir takım iş ve işlemlerle yarınlar inşa ettiğini düşünüyor. Düzeni değiştirmek yerine düzende rol kapmaya, düzeni kapmaya çalışmak. Odak kaydığında düzende rol kapıldığında, düzen kapıldığında pekâlâ işlerin yolunda gittiğini düşünebiliriz. Beş köftenin bile üç kuruşa alınamadığı bir yerde gelecek inşasının, maarif davasının bu kadar kolay, bu kadar ucuz olmasında bir tuhaflık görmeli değil miyiz? Bu görüntü acaba hangi acı gerçeği görünmez kılıyor sormalı değil miyiz?