Abdulbaki Değer
Eğitimdeki temel meselemiz ne acaba? Aktarılan bilgi, aktarılma şekli, aktarılan yerin ve zamanın organizasyonu, aktaran ve aktarılanın niteliği, bu ikisi arasında kurulan ilişkinin mahiyeti vs. Açıkçası bütün bu hususların her biri sorun başlığı olarak kabul edilmeyi hak ediyor. Bu başlıklardan her hangi birisinin sorun olarak görülemeyeceğini iddia edecek MEB başta olmak üzere bir aktörün olabileceğini sanmıyorum. Nitekim onlar da bu tarz bir açıklamadan ziyade mevcut güçlerini sıraladığım bu sorun başlıklarına yöneltmiş durumdalar. Kimi zaman eylem planı kimi zaman strateji belgesi kimi zaman müfredat yapılanması kimi zaman sistem değişikliği gibi müdahalelerle kaşımıza çıkan iyileştirme girişimlerine tanıklık ediyoruz ve üstelik girişimlerin neredeyse tamamı da belirli bir tarihsel derinliğe dayanıyor. MEB’in ve toplumun mutabakatıyla sorunlu bölgeleri bu şekilde tespit ve tayin edilen bir alanı iyileştirme çabamızın sahiciliğinin ancak ve ancak bu mutabakatı yapıbozuma uğratmakla mümkün olacağını düşünüyorum. Biraz çelişik, biraz iddialı hatta belki biraz da anlaşılmaz görülebilir bu söylediğim. Zira sıraladığım sorun başlıklarının gerçekten de sorun başlığı olduğunu kabul ettim. O halde MEB’in ve toplumun da mutabık kaldığı bu hususlarla ilgili operasyon çağrısının anlamı nasıl oluyor, nereden geliyor?
Değişik vesilelerle bu sayfada da değindiğim üzere en temel meselemiz yürüttüğümüz eğitim-öğretim faaliyetinin yaşadığımız hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunun ayrıdına bir türlü varmamamız veya varmak istemememiz. Özellikle modernleşme tarihimizin başlangıcından bu yana alan, toplumdan ayrı, yalıtık, alternatif bir yaşam ve değer sistemi üretme üssü olarak görülüyor, böyle konumlandırılıyor. Toplumun içinden geçirilerek başkalaşacağı Sakallı Celal’in ifadesiyle bir boyacı küpü olarak düşünülüyor. Varlığı, müktesebatı, beğenisi ile makbul olmayan mevcudun ince ayarları yapılmış, koordinatları özenle belirlenmiş muhayyel bir model doğrultusunda yeniden mamül hale geleceği bir istasyon eğitim-öğretim. Bu yapı ve ilişkiyi paradigmatik anlamda sorun etmeyip içeriğindeki teknik ayarlamalarla mevzuyu hal yoluna koymayı düşünmek, buna inanmak bizi çözümsüz kıldığı gibi toplumun aleyhine işleyen bir enstrümanı, bir tarzı, bir ilişkiyi, bir yaklaşımı, bir paradigmayı aklamak, meşrulaştırmaktır. Şüphesiz toplumu, çözümü mümkün olmayan bir sorun parkuruna mahkum etmektir. Eğitim sistemimizin istikrarlı başarısızlığının, derinleşen çıkmazının analizi buralarda yapılmadığı için, yapılmasının önüne set çekildiği için çözüm de müfredatta, yöntem-teknikte, aktaranın niteliğinde vs. aranıyor. Burası işin çok önemli bir boyutu ve alana ilişkin örtük, görünmez halde bulunan önkabullerin sorguya çekileceği, tartışmalı hatta şaibeli kılınacağı nokta. Alanın kodlarını, genetiğini sorun etmediğimiz noktada işleyişini, işlevselliğini en eleştirel şekilde tartışmak bile mevcuda can suyu vermektir. Bu eleştirellik dozajı ne olursa olsun düzen içidir ve statükoyu güçlendirmekten başka bir işlev görmeyecektir. Malesef ülkemiz açısından odaklanmada iyi performans gösteremediğimiz bir nokta burası ve hem Türkiye’nin hem de eğitim sisteminin anlamlı bir varlık haline gelmesi buradaki tartışmanın niteliğiyle doğrudan ilintili.
Diğer önemli husus ise alana ilişkin kavrayışımızın hala modernleşme hikayemizin başlagıcındaki kabulle aynı olması. Alan yaşadığımız hayattan yalıtık, kopuk ve belirli bir “rasyonalite” tarafından ölçülüp biçilen bir çözümün topluma giydirileceği, giydirilebileceği kabulü üzerine kurulu. İnsan hayatının bu mekaniklikte işleyişini düşünmek ancak kaba bir pozitivizmle mümkün. Alanın bu şekildeki bir organizasyonu hayat mı kurar, kurulmuş olan hayatın basit bir yansıması mı olur, biraz ondan biraz bundan mı olur, etraflıca değerlendirmek gerekiyor. Bu faslın altını özenle çizmeye çalışmamın anlamı bir hayatı yaşıyor olmanın kendisinin en büyük pedagojik süreç olduğunu, köklü ve kalıcı bir terbiyeden geçiyor olmak anlamına geldiğini bir türlü fark etmek istemiyoruz. Son derece sınırlı ve etkisi düşük okul üzerinden hayat çıkarmaya çalışmak ideolojik bir körlükle veya sorgulama düzeyi kalmamış bir uyum aparatı olmakla mümkün. Yaşama şeklimiz eğitiyor, işleri yapış şeklimiz eğitiyor, gündelik hayatın işleyişinde usulümüz, üslubumuz eğitiyor. Bunların hiçbirine dikkat kesilmeyip, önem atfetmeyip sadece gözettiğimiz yüce amacın yeterli olacağını düşünmek makyavelizme teslim olmak, toplumu da bu tarz bir terbiyeden geçirmek demektir. Biraz soyut, spekülatif duran bu çözümlemeyi isterseniz somutlaştıralım. Geçenlerde basına İstanbul’daki bir okulun müdür ve müdür yardımcısı hakkındaki bakanlık baş müfettişinin maili yansımıştı. Mailde okul müdürünün idareciliğinin sonlandırılması için ellerinden geleni yaptıklarını, zaten Alevi olduğunu, müdür yardımcısına ise mecburen bir ceza vermek zorunda kaldıklarını vs. belirttikten sonra maili de “Allah’a emanet olunuz” şeklinde bitirmiş. Olayın basına yansımasının ardından başlatılan yeni inceleme soruşturmanın ardından okul müdürüne verilen 8 cezadan 7’si “cezalar, somut kanıta dayanmıyor” gerekçesiyle iptal ediliyor, kalan biri de en hafif ceza olan “uyarı” oluyor. Bu mevzunun ayrıntıları da çok önemli. İki inceleme-soruşturma arasında bu kadar fark nasıl olur, son inceleme-soruşturma doğruysa birincisini yapanları ne yapacağız, nasıl yapacağız? Alevi olmak, şundan olmak, bundan olmak ne demek? Basına yansıyan bu haber kimden ne kadar ilgi gördü, kimler tartışmaya değer gördü, kimler görmezden gelmeyi tercih etti vs.? İşin bu kısmının ötesinde vurgulamak istediğim husus şu: Bu sürecin kendisi terbiye edici. Bu işin aktörleri, bu haber hem bir şeyler yansıtıyor hem de terbiye ediyor. Hayatın kalbinin attığı bu noktayı görmezden geldiğimizde, perde gerisinde işleyen yaygın eğitimle yüzleşmediğimizde, işleyişin, usulün, tarzın kısacası sistemin nasıl çalıştığını tartışma dışı kıldığımızda manzaramızın bu olmasından daha normal bir şey olamaz. Buna rağmen alanda karşımıza çıkan sonuçlara şaşırıp hayret ediyorsak ya gerçekliği görmek istemiyoruzdur ya gerçeklikle yüzleşecek donanımdan yoksunuzdur ya da mevcuttan çıkar devşiriyoruzdur. Başka da bir izahı yok!