Köyümüzdeki tek derslikli ilkokul, 1969-1970 eğitim öğretim yılında açıldı. Komşu köylerden dördüncü sınıfa nakil gelenler bir, üçüncü sınıfa nakil gelenler iki yıl sonra mezun oldu.
İlk mezunların çoğu okumaları için yakın il ve ilçelerdeki ortaokullara gönderildi. Herhangi bir akrabasının yanında kalan bu öğrenciler ortaokulu güçlükle bitirdi. Sanat okuluna giden biri hâriç, diğerleri öğrenimine devam edemedi.
Mevcut şartlar veya ideolojik ve dünyalık sebeplerden dolayı okuma fırsatı değerlendirilememiş, iyi örnek olunamamıştı. Muhtemelen bu yüzden sonraki üç dönemin mezunlarından hiçbiri okuması için ortaokula gönderilmedi. Ebeveynlerin ve öğretmenlerin gündeminde parasız yatılı okul yoktu.
Bir yılı kayıtsız olmak üzere altı yıl okuduğum birleştirilmiş sınıflı ilkokuldan 1975 yılında mezun oldum. İlk yıl çobanlık, ikinci yıl kısa süre terzi çıraklığı yaptım. Sonrasında köye dönüp çobanlığa devam ettim. Üzüm bağlarında ve pamuk tarlalarında çalıştım.
Ortaokulda okuyan ağabeyimi bahane ederek okula gitme isteğimi erteleyen babam, o okulu bitirdiği hâlde isteğime yine olumsuz cevap verince, baktım olmuyor, üçüncü yılın başında kaçar adım köyden ilçeye gittim. Çünkü içimde sönmek bilmeyen bir okuma ateşi yanıyordu.
Lisede öğretmen olan dayımdan beni yeni açılan imam hatip okuluna kaydettirmesini istedim. Sağ olsun, itiraz etmedi. Gerekli belgeleri hazırlayıp vererek köye döndüm. Okulların açılmasına sadece dört gün vardı.
Dayımın, duyduğum ama mahiyetini bilmediğim bir okula “hasbelkader” kaydettirmesiyle imam hatip hikâyem başlamış oldu.
Bilenler bilir, hasbelkader’in sözlük anlamı daha çok “Rastlantı sonucu olarak, tesadüfen.” olarak bilinse de “Yazgıdan dolayı” anlamına da gelir. Yazgı ise “Allah tarafından insanın başına gelmesi ezelde kararlaştırılmış olan şeyler; yazı, alın yazısı, baht, devran, kader, ezelî takdir, hayat, kader çizgisi, mukadderat, takdiriilahi, tecelli” anlamı taşır ve ben, 1977 yılında “hasbelkader” ortaokul kısmına başladığım, okudukça iyi ki gelmişim dediğim, Eşme İmam Hatip Lisesi’nden 1984 yılında mezun oldum.
Elbette bu uzun hikâye, başlamak ve bitirmekten ibaret değildi. Öncelikle okulda okutulacak Arapça ve öğretilecek Kur’an’ı Kerim -ne hikmetse- benden çok çevremdeki insanları ürkütüp endişelendiriyor, sorular peş peşe sıralanıyordu: “Arapça mı öğreneceksin? İmam mı olacaksın? Cenaze mi yıkayacaksın?” Ben bir çocuğum.
Köyümde bile muhtelif sıfatlarla hafife alınıyor, lakin kurban bayramlarında veya ağır hastalıklarda tam bir “hoca” muamelesi görüyordum: “Kurbanı kesiver, hastamıza okuyuver.”
“Biz böyle gördük, böyle yetiştirildik.” anlayışıyla öğrencilere muamele eden imanı kavi öğretmelerimizin yanında, ideolojik bir yaklaşımla “Anne babanız sizi ne diye bu okula gönderdi? Geleceğinizle oynuyorlar.” diyen, hatta öğrencisiyle didişen kindar öğretmenlerimiz dahi vardı. Muhtemelen her biri pedagojiden, pedagojik formasyondan habersizdi.
Birtakım aklıevvel kimselere göre imam hatipten mezun olanlar bir baltaya sap olamıyordu!
Oysa bazı şanslı arkadaşlar hâriç, çoğumuz köylerden okumaya gelmişti. Doğru dürüst kıyafetimiz, hatta kalacağımız yer, yatacağımız yatak yoktu. İyi ve sağlıklı beslenemiyorduk.
Ortaokula başladığımızda üç sınıfta yüz yirmi kadar öğrenciydik. Yedi senenin sonunda otuz sekiz kişi mezun oldu. Bunlardan yirmi yedisiyle birinci sınıftan beri aynı okulda okuyorduk. On bir tanesi ise üst sınıftan kalan veya başka okullardan gelenlerdi. Geriye kalan yüz civarındaki arkadaş ya sınıf tekrarına kaldı, ya diğer okullara gitti ya da okulu bıraktı. Bu zayiattan art niyetli olmayan olumsuz yaklaşımların veya art niyetli söylemlerin etkisi olabilir.
O günlerde üniversite hazırlık sınavı için test, test kitabı, dershane çok yaygın değildi ve bu imkânlardan yararlananların sayısı muhtemelen iki elin parmaklarını geçmiyordu. Pek çok arkadaşım gibi şahsım da o on parmağın arasında yoktur. Buna rağmen arkadaşlarımın çoğu üniversite giriş sınavlarında başarılı oldu.
Otuz sekiz arkadaşımdan onu sınıf, dördü branş öğretmeni olmak üzere on dördü Millî Eğitim’de; beşi imam hatip, biri Kur’an Kursu öğreticisi olmak üzere altısı Diyanet İşleri’nde; dörder tanesi Emniyet Teşkilatı’nda ve muhtelif memuriyetlerde; birer tanesi esnaf ve teknik eleman, üçü ev hanımı, dördü serbest çalışan olarak; biri de tarım ve hayvancılık yaparak hayat sahnesindeki yerlerini aldı. Her biri altmışını bulan veya aşan bu arkadaşlarımdan on sekizi emekli olmuş. Günümüzde akademisyen, yönetici, öğretmen, memurluk sıfatıyla veya muhtelif meşguliyetlerle hayatını idame ettirenlerin yanında vefat edenler var.
Peki, geçip giden yedi yıl her biri sorumluluk bilinciyle yetişmiş olan arkadaşlarıma öğrettiği gibi bana neler öğretmişti?
Pek çok mahrumiyet ve zorluğa sessizce göğüs gerip üstesinden gelmeyi, hatta açlığa ve soğuğa tahammül etmeyi, olumsuz söylemlere ve muamelelere aldırmamayı; başarmak için disiplinli, ilkeli, kararlı olmayı; imkânsızlıklara rağmen çalışıp başarmayı öğrendim. Sataşmalara, küçümsemelere kulak asmadım. Bunun manevi olarak beni güçlendirdiğini fark ettim.
Öğrendiklerimi yaşamaya çalıştım. Dönemin risklerine rağmen yaşıtlarım ve küçüklerimle, hatta isteyen büyüklerimle bildiklerimi paylaştım. “Sen ne öğrettiysen onu biliyoruz.” diyen sesler hâlâ kulağımda.
Mesleki konularda pek başarılı olmasam da genel anlamda başarılı bir öğrenciydim. Matematik hariç. Sebebini Bir Ders Nasıl Sevdirilmez? başlıklı yazımda anlattım.
İki elin parmaklarını geçmese de millî manevi, insani ahlaki, dinî değerlere duyarlı olmamıza vesile olan öğretmenlerim vardı. Hiçbir zaman ideolojik bir yönlendirmede bulunmasalar da yaşayan iyi örnekler olarak karşımızda durdular.
Asıl önemlisi; okuldaki başarım, benim dönemimde veya sonraki dönemlerde pek çok çocuğun okullara gönderilmesine vesile oldu. Öncekiler gibi olsaydım, mutlaka bu çocuklar okula gönderilmeyecekti.
Keşkelerim var mıdır? Elbette vardır. Usulüne uygun bir şekilde daha çok, daha çok okusaydım, yabancı dil/diller öğrenseydim…
Okulu için taş, tuğla, odun, kömür taşıyan; imam hatip takvimi pazarlayan bizim neslin, bizden öncekilerin veya sonrakilerin büyük çoğunluğunun imam hatip okulu veya lisesinde okuma hikâyesi işte böyledir.
İmam Hatip Okullarının 74. Kuruluş Yıldönümü vesilesiyle kendi açımdan aynaya bakmak istedim. Elbette okulların hepsi bizim okullarımız. Ancak yolu imam hatip okullarına düşen öğrencilerin, öğretmenlerin, yöneticilerin ve velilerin mevcut imkânları en iyi şekilde değerlendirmesi arzumuzdur. İyileşmek için şikâyet etmek yetmiyor.
Bir İmam Hatip mezunu olarak yazınızı biraz gecmisin koridorundan geçerek biraz da kendi ogrenciligimdeki İmam Hatip okulları ile kiyaslayarak okudum. Bütün öğrenim hayatımın en güzel yılları İmam Hatip yıllarımdı diyebilirim. Kaleminize sağlık hocam
Mustafa hocam hislerimize tercüman oldun. Allah razı olsun. Ufak tefek farklılıklar olmakla beraber hikayelerimiz birbirine oldukça benzeşiyor.
Hocam, örnek alınacak bir hayat hikâyeniz var. Keske şimdiki nesil de bu kadar imkan var iken sizin gibi eğitim için aşkla yansa. İnsanın içinden mi gelmesi lazım?
Zor zamanlar büyük insanlar çıkarıyor hocam.
Birkaç küçük farkla aynı hayat hikayesi, ama çok tatlı yıllar iyi ki İmam Hatip lisesi nasip etmiş Rabbim. Hâlâ her Eşme’ye gittiğimde o Çarşı camiinin eski hali, o gariban yurt, şekerci Hacı bakkalı, bisikletçi Tomris vs vs. İbrahim Sadrinin kuş hatıraları şiiri gibi bir hayatımız vardı. Selam ve dua ile Allah’a emanet olun hocam.
Tebrikler hocam çok güzel, emeğinize, yüreğinize sağlılk.