eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Parçalı Bulutlu
26°C
Ankara
26°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Hafif Yağmurlu
28°C
Pazartesi Çok Bulutlu
30°C
Salı Parçalı Bulutlu
29°C
Çarşamba Az Bulutlu
29°C

Mehmet DOĞAN

1962 yılında Nevşehir'de doğdu. İlk, Orta ve Lise tahsilini Ankara’da tamamladı. Almanya'da göçmenlik sosyolojisi ve siyaset bilimi eğitimleri aldı. Avrupa Diasporasında 40 yıla varan yaşanmışlık içerisinde “Avrupa'ya işçi transferi ve ekonomik boyutu”, “göç ve göçmenliğin sosyolojik süreci”, “yabancıların sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel sorunları” gibi konularda etüt çalışmaları, “göçmenliğin ekonomik ve psikolojik sorunları, yabancılaşma ve kimlik sorunları” ile ilgili seminerler ve konferanslar verdi. Türkiye'de ve Almanya'da birçok gazete ve dergide araştırmaları ve makaleleri yayımlandı. Avrupa Türk İslam Birliği ATİB, İslam Toplumu Milli Görüş-IGMG gibi Müslüman Türk Çatı Teşkilatlarında Sosyal Danışmanlık, Başkanlık ve Yönetim Kurulu Üyeliği düzeyinde üst düzey görevler üstlendi. Londra, Brüksel, Cenevre, Strazburg, Berlin, Viyana, Lahey gibi Avrupa Başkentlerinde; Lordlar Kamarası, Avrupa Parlamentosu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.. gibi kurumlarda Politik ve Sosyal konularla ilgili uluslar arası toplantılar organize etti, NGO Üyesi sıfatıyla adı geçen kurumlarda ve Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde çalışmalar yaptı. Güney Afrika, Mozambik, Sudan, Uganda, Azerbaycan, Doğu Türkistan, Çeçenya, Gürcistan, Bosna, Hırvatistan, Kosova, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Keşmir gibi ülke ya da bölgelere İHH Almanya, Milli Görüş ve Kızılhaç, Pax Christi gibi kurumların temsilcisi olarak insani yardımlar götürdü. “Batının İnsan Hakları Karnesi 11 Eylül, Doğuda ve Batıda, İnsan Hakları Gözlemleri, Batıda Doğulu Olmak-Bir Arada Yaşamak Mümkün mü?, Kadim Bir Sorunsal Olarak ÖTEKİ” adlı kitapları yayımlanmıştır.. 2013 yılından itibaren Türkiye’de yaşamaktadır.

    Yüzyıl Önceki Trajedimiz ve Şimdi…

    Şimdi, yüzyıl sonra, yüzyıl önceki Trajedimize bakmanın tam da zamanıdır!.

    Yaşadığımız iklimde, küresel ve bölgesel istikrarsızlığı, kaosu, bölünmüşlüğü, ölümleri ve feryatları duyduğumuzda, yüzyıl öncesi acılarımızı görüyoruz.

    Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Cihan Harbi sonrası tarih sahnesinden çekilmesi, çekildiği bölgeler ve bu bölgelerin jeopolitik durumuna baktığımızda yüzyıl sonra dahi, muazzam bir trajediyi yansıtmaktadır.

    Kuzey Afrika’yı 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın hemen başında kaybetmişiz.

    1911’de Trablusgarp harbiyle görkemli bir direnişe rağmen Balkan savaşı nedeniyle Libya’dan çekilmek zorunda kalmışız. Trablusgarp Direnişimiz, genç subaylarımızın bin bir cefa ve gizlilikle Mısır çöllerini aşarak Libya’ya gidişimiz ve orada İtalyanlara karşı halkı örgütlemişiz.

    Mısır’da 1.Dünya savaşında kanal harekâtıyla geri alma çabamız başarısız olmuş.

    Irak’ta 1916- Kutül Amare’de 13 bin İngiliz askerini komutanlarıyla beraber esir aldığımız büyük bir zaferimiz var. Ama Şerif Hüseyin haini ve Filistin cephesindeki kritik durum nedeniyle maalesef oradan da çekiliyoruz. Kudüs’ü Gazze savaşları ve Kudüs müdafaasına rağmen 1917’de kaybediyoruz.

    Ardından Suriye’den çekiliyoruz.

    Medine’yi Müdafaa eden Fahrettin Paşa komutası, Mondros Mütarekesine rağmen destan yazıyor. Suriye’de, Musul’da, Bakü’de yenilgiyi kabul etmeyen paşalarımız ise direniyor. Ama neticede tek tek direndiğimiz yerlerden çekilmek zorunda kalıyoruz.

    Yenilgilerimiz kesinleşmiş ve yeni dengelere göre şekillendi her şeyimiz.

    Büyük Trajedimiz ve kâbus yüzyılımız başlıdı…

    Ve günümüzde; Filistin/Gazze Meselemiz, Suriye ve Irak’taki Meselelerimiz, Afrika’nın Kuzeyindeki Libya Meselemiz, Güney Kafkasya’daki Azerbaycan-Ermenistan Meselelerimiz yüzyıl önce KAPANMAMIŞolan hesap defterlerinin yansımalarıdır. 

    Kapanmamış hesaplarımızı, savaşın bitmediğini bugün dünyada ve bölgemizde yaşanan olaylardan anlıyoruz!

    Şimdi, yine, yüzyıl sonra, dünyanın dört bir yanında batı emperyalizminin ürünü olan onlarca yeni kavmiyetçilik, yüzlerce kabilecilik, aşiretçilik, mezhepçilik, cemaatçilik, hizipçilik ile bunların bir büyük boyu olan ve I. Dünya harbi sonrası emperyalist paylaşımın ürünü olan Uluslar ve Ulus devletler arasında hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir dizi kriz ve çatışma yaşanıyor.

    Yüzyıl önce kurulan zoraki bu düzen eskisi kadar etkili değil ama hala varlığını ağır aksak  koruyor. O yüzden görev ve ödevimiz bizim kadim ve kerim devleti yeniden inşa etmektir.

    İşte o zaman ne mezhep savaşı kalır ne etnik savaş kalır. Bu o kadar hayati bir meseledir.

    Birinci Dünya Savaşı, tarih sahnesine yeni bir medeniyet iddiasıyla çıkan batının bir iç savaşıydı.

    Avrupa’da Almanya ve İngiltere arasında bir rekabet vardı.

    Daha önceki yüzyılda da Fransa ile Almanya arasında vardı. Bu Avrupa’nın bir sömürge paylaşım savaşıydı…

    20. Yüzyılın başında petrolün önemini anlaşılmasıyla beraber jeopolitik algılar, stratejiler değişmişti. Avrupa’da müttefikler de değişiyordu. İngiltere ile Fransa birleşip Rusya ile ittifak yaparak dünya paylaşımına yöneldiler.

    Buna Almanya itiraz ediyordu. Almanya da kendisine müttefik olarak hedef pozisyonunda bulunan Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğunu seçti.

    Anglo-Sakson güçlerle Kıta Avrupası rekabetiydi. Rus Çarı ile İngiliz Kralı bir araya gelip ve Osmanlıyı parçalamak üzere bir pazarlık yaptılar.

    Osmanlı da müttefik arayışına girdi. Savaşı engellemek için gerek Abdülhamit gerekse İttihatçılar çok çaba sarf ettiler. Rusya hem Fransa ile anlaşmaya çalıştılar. Konjonktürün zorlamasıyla Almanya ile ittifaka girildi.

    O günkü şartlarda Almanya, hem askeri hem de ekonomik olarak büyük bir güçtü.

    Savaş öncelikle Osmanlı topraklarının paylaşım savaşıydı ve kaçınılmaz olan gerçekleşti.. 

    Birinci Dünya Savaşı Osmanlı ile birlikte Rus Çarlığının, Avusturya Macaristan-Alman imparatorluğunun da çöküşü oldu. Birinci Cihan Harbinin devamı olarak II. Dünya savaşı, galiplerin pahalı zaferi olarak tarihe geçti.

    Avrupa yakılıp yıkıldı. Almanya ve Japonya sahneden çekildi. ABD ve Rusya daha diri güçler olarak sahne aldı.

    Ama son tahlilde din dışı batılı değerler evrenselleşti. Modernlik, çağdaşlık, batılılık denilen bir dünya düzeni kuruldu. Galip güçler, rakipleri olan Almanya ve Japonya’yı silahsızlandırmakla yetinmedi, toplumlarının kolektif enerjisi bir daha askeri bir irade ortaya çıkartmasın diye bu ülkeler fabrikalarla donatılıp açık alan şantiyesi haline getirildi.

    Yüzyıllık bölgemiz’deki her krize baktığımızda, ölen her insanımıza ve  sıkılan kurşuna, her bombaya baktığımızda, şeytani güçlerin kanlı ellerini görürüz. PKK’lı katillerin silahlarında ABD, Alman veya Rus damgasını buluyoruz.

    Halepçe katliamında Alman menşeli İngiliz kimyasallarını, Hama katliamında Rus veya Fransız menşeli bombaları görürüz. Gazze’de öldürülen insanların katilleri sadece Siyonist İsrail değildir, “ben Siyonist’im” diyen ve el pençe divan duran bütün batı devlet erkânıdır.

    Birinci Dünya Savaşı sonunda, sadece bağımsız bir devlet iradesi ve özgün bir medeniyet modeli olarak Osmanlıyı kaybetmedik, tüm İslam dünyası kendine olan güvenini kaybettik.

    Osmanlı yerine Kurulan sahte ulus devletçikler ümmetin kendi içerisindeki mezhepsel ve etnik kışkırtmalar ile daha kolay yönetilmesini sağlayacak ortam oluşturdu.

    Bu büyük bir travmaydı. Bugün hala bu çöküş travmasının içindeyiz.

    Tam da Türkiye şimdi dış ve iç politikalarıyla bu çöküşten kurtulma iradesi gösteriyor.

    2024 yılındayız ve manzaramız aynı. Yüzyıllık bir donma halidir bu ümmet adına. İngilizler çekildikten sonra bazen Fransızlar ile anlaşarak bazen de Ruslar ile anlaşarak Osmanlı’nın yerine sahte örtülü devletleri kurarken, bu devletler için Kurtuluş savaşları uydurmuş bağımsızlık destanları yazmışlardır.

    Kimsenin kurtulduğu yok, bağımsızlaştığı, özgürleştiği de!

    Gailelerimizin hepsi dondurulmuş ve sahte devletçikler adı altında daha küçük problemler, krizler halinde yaşatılıyor.

    Batı kendi iç savaşını bizim topraklarımıza ihraç etmiştir. Kendi çocukları yerine bizim çocuklarımızı seçerek farklı ideolojik gruplar halinde örgütleyip birbirine kırdırarak aslında kendi savaşını vermiştir. 20. Yüzyıl boyunca ister Filistin ve Lübnan, ister Suriye ve Irak, ister Mısır ve Türkiye hep aynı hikayenin sonsuz tekrarını yaşamışlardır.

    Sağ Sol çekişmesi, Türk Kürt, Alevi Sünni ayrıştırmaların her biri bir Batı başkentine bağlı ideolojik ajan örgüt ve grupların yürüttüğü ama aslında batılı başkentlerin vekâlet savaşıdır. Batı tarafından kışkırtılıp üretilmiştir.

    Bölgemizdeki devletlere bir bakalım; İran, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Mısır… gibi devletler aslında her biri bir batılı gücün himayesindeki örtülü sömürge devletleridir.

    Kürt meselesiyle dört devleti, Filistin meselesiyle de tüm Arap ülkelerini kedi-fare oyunu gibi güdüleyip yönetmişlerdir.

    Bu durum Trajik bir tiyatrodur! Bu tiyatro yüzyıl boyunca oynanmıştır. Bizim çocuklarımız ölüme sürülmüş ve bizim halklarımız acı çekmiştir!

    Şimdi Türkiye geçtiğimiz son on yılda seçtiği yol ile kendi iç savaşlarını bitirip bu tiyatroya bir son verme cesareti göstermiştir. Bunun yarattığı sinerjiyle Irak’tan, Libya’dan, Suriye’ye, Somali’den Azerbaycan’a, Mali’den Nijer’e, Yemen’den Doğu Akdeniz’e kadar emperyalist çetelerin hâkimiyetleri birer birer yıkılmaya başlamıştır.

    Bu anlamda, ilk defa yüz yıllık buzlar çözülüp farklı bir irade gösterme imkânı ortaya çıkmıştır.

    Şüphesiz yolun daha başındayız..

    Unutmayalım ki!

    Osmanlı devleti sadece bir devlet değildi. Bir medeniyetti. Ümmetin merkeziydi. Kalbiydi.

    Dolayısıyla bu manada asla yok olmadı. Bu iradenin kendisi kaybolmadı. Hep bir yerlerde bir şekilde yaşadı. Organize bir güç haline dönüşemedi çünkü neredeyse dünyanın en büyük güçlerinin tepeden tırnağa kontrol edip devletin gücüyle de ezip baskıda tuttuğu halklarımız uyku halindeydi.

    Birinci Dünya Savaşı’nda fiziken yenildik, ruhen yenilmedik. Biz yenilmiş sayıldık.

    Aramızdan bazıları kendini yenik saydı ama milletin ruh kökü hiç bir zaman bu yenilgiyi kabullenmedi ve gününü bekledi.

    İşte bu günler o günlerdir!

    Tarihimize, değerlerimize ait en küçük bir iz bile sabırla bu nöbeti hep tuttu. Bugün işte bu nöbette olanların bir araya gelip tekrar sancağı çekme günüdür.

    Bilelim ki!

    Yaşadığımız günler yüzyıl öncesi Trajedi Defterini Kapatma Günleridir…

    Mehmet DOĞAN

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Yüksel Timur Demir dedi ki:

      Mehmet Doğan beye ulaşmaya çalışıyorum , iletişim bilgisini alabilir miyiz