Yürüyüş yapmak, yürümenin zorunlu olmayan türü…Bir noktadan bir noktaya ulaşmaya aracılık etmenin ötesinde bir mekanda ve zamanda derinlemesine bulunma hâli. Yürüyüş sadece ayaklar ve bacaklarla yapılan bir eylem değil; ruhun, bedenin, zihnin ve kalbin topyekün iştirak ettiği bir huzur ve arınma ayinidir.
Yürüyüş, çok sevdiğim ve mesleğim gereği hastalarıma ve çevreme sıkça tavsiye ettiğim bir tedavi ve terapi şeklidir. Bu tavsiyem karşılığında sıklıkla “Hocam ben zaten evde, işte gün boyu yürüyorum.” cevabını duyarım. Hâlbuki işte ve evde attığımız adımlar zorunda olduğumuz için atılan adımlardır, fakat yürüyüş yaparken böyle bir zorunluluğumuz yoktur. Yürüyüş yapmayı daha farklı ve faydalı kılan da bu zorunda olmama hâlidir zaten. Gün içinde attığımız adımları işe yetişmek için, arabaya ulaşmak için, yemeğe gitmek için vesaire zaruretlerle atarız. Oysa yürüyüş sadece yürüyüş yapmak için yapılır.
Yürüyüş yapmak yürümenin senfonisini dinlemektir. Yürüyüş yapmak sessizliğin sesini işitmektir. Ruhun derinliklerine açılmak, tefekkür ufuklarına yol almaktır. Algılarımızı evrenin mükemmelliğine açmaktır. Yürümek intikaldir, yürüyüş iştigaldir. Yürüyüş yapmanın gayesi bir yerlere fiziksel olarak değil, manen ulaşmaktır. Yürüyüş bizi dünyanın telaşesinden sıyırır ve kendimize ulaştırır. Bize kendi iç sesimizi dinleme fırsatı verir. Aynı zamanda kainatın güzellik ve hikmetlerini temaşa etme imkanı sunar. Dağda, ormanda, deniz kenarında, parkta ya da sokakta yürüyüş yaparken bize ayak bağı olan her şeyden sıyrılırız, kendimizle ve evrenle baş başa kalırız. Masmavi gökyüzünün, denizin, bembeyaz bulutların, yemyeşil ağaçların varlığını fark etmeye başlarız. Kuşların cıvıltısında, çocukların heyecan dolu konuşmasında, rüzgarın uğultusunda, yaprakların hışıltısında huzuru buluruz. Kierkegaard’ın “Ben en verimli şekilde ancak yürürken düşünebiliyorum ve yürüyüşün uzaklaştıramayacağı hiçbir saplantının olabileceğini düşünmüyorum.” sözü yürüyüşün mahiyetine dair çok beğendiğim ve benimsediğim bir tespittir.
Yürüyüş yapmanın insanın sıhhatine olan faydaları da yürüyüşün bahse değer yönlerindendir. Bir hekimin bir hastaya reçete edebileceği en güzel ilaçlardan birinin yürüyüş olduğunu düşünüyorum. Yürüyüşün; kalp ve damar hastalıkları, tip 2 diyabet, hipertansiyon, kanser, inme, bilişsel bozukluklar, bunama gibi birçok hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde etkili olduğunu; aynı zamanda beklenen ömrü uzattığını gösteren çok güçlü bilimsel çalışmalar mevcuttur. Haftada 5 gün boyunca günde en az 30 dakikalık tempolu yürüyüşü (ileri derece kalp hastalıkları, kas, kemik ve eklem hastalıkları gibi istisnalar haricinde) herkese öneriyoruz.
Yürüyüş yapmak, çarkları modern öğretilerle kurulan ve dişlilerinin arasına insanı sıkıştıran sömürü sistemlerine karşı tek başına yapılan anlamlı ve özgür bir protestodur. Yürüyüş yapmak zamanı kuşanmaktır. Dakikaların bile bir ücrete ve maaşa tekabül ettiği bir devirde dakikaları tefekkür, inanç, ümit ve sıhhatle ölümsüzleştirmektir.
Yürüyüşle ilgili derinlemesine tefekkür etmek isteyenlere David Le Breton’un ‘Yürümeye Övgü’ kitabını öneririm. Ayrıca seyyah ve flanör kavramları, araştırılması ve düşünülmesi gereken kavramlardır. Yazımın sonunda sözü yürüyüşlerin en hakikisinden haber veren bir arife bırakıyorum. Sizi Filibeli Ahmed Hilmi Efendi’nin Âmâk-ı Hayal kitabında geçen derin mısralarla baş başa bırakıyorum…
Yürü ey seyyah-ı âvâre, yürü, durma yürü,
Koymasın rah-ı visalden seni ezvāk-ı misal,
Bu bedayi’, bu letâif, heme rüyâ vü hayal,
Yürü ey zâir-i bîçare yürü, durma, yürü.
Yürü ki nüzhef-i vuslatta teâlî göresin,
Yürü, aslında fena kul, budur efvâr-ı kemal,
Yürü, âlâyişi terk et, içesin ke’s-i visāl.
Yürü ki sahâ-i hîçîde tecellî göresin.
Elinize yüreğinize kaleminize sağlık. Yürümek sanâttır..