İslami camiada araçlara pek itina kalmadı. Sıdk, vefa gibi haller sosyal bünyeden çekildi, sıyrıldı. Yerine tezimizi ispat için rahatlıkla her türlü alavereye başvurabiliyoruz. Yalana veya kaypaklığa boyun eğiyoruz. Bunlar hakkın erine ve şahsiyetine yakışmaz. Belki de fark ettirmeden ‘Hakka giden her yol mübahtır’ anlayışına doğru yürüyoruz. Bu çığırı takip ediyoruz. Halbuki bu Makyavelli’in anlayışıdır ve ‘amaca götüren her yol mübahtır’ der. Ama amaç bilahare araçların rengini alır ve değişir. Bizde amaca götüren her yol mübah değildir. Mesela camiye yardım için kumar oynanmaz. Hırsızlık yapılmaz. Her zaman araç amaca götürmeyebilir. Bunun için zaferle değil seferle mükellef olduğumuzu söyleriz. Hakkın araçları da haktan olmalıdır. Sosyal medyayı takip ederken seçim sath-ı mailinde bu türden bazı örneklere rastladım. Sözgelimi birisinde Netanyahu İbranice bir konuşma yapıyor ve konuşma metni de altyazı şeklinde sunuluyor. Lakin konuşma veya metnin İngilizcesi yok. Bu durumda normal Türk okurunun konuşmayı anlaması imkan dışı. Bu konuşmayı servise koyan kimse veya zümreler kendisine göre çeviri veya seslendirme yapmış ve Netanyahu’nun Türkiye’deki seçimler konusunda konuştuğunu ve muayyen bir partinin kazanmaması için dil döktüğünü aktarıyorlar. Daha doğrusu dinleyicinin muhtevasına ulaşamayacağı metni öyle kurgulamışlar. Ben de yorum kısmında bu konuşmanın İngilizcesi olup olmadığını ve seslendirmenin aslına ne kadar sadık kaldığını sordum. Belli ki bunu yapanlar kısa yoldan amaçlarına ulaşmak istiyorlar. Belli ki seslendiren taraf taraftar kitleyi daha da seferber etmek için bu yönteme başvurmuş. Netanyahu iç aleminde şüphesiz öyle düşünüyordur. Bununla birlikte ihsas-ı reyin kendi zararına olduğunu bilir ve bundan kaçınır. Bizimkiler adamın zamirinde bu var diye böyle bir metin uyduruyorlar. Velhasıl at izi it izine karıştı.
Bizimkiler kestirmeden gitmişler! Natanyahu’ya söylemediğini söyletmişler. Peki! Bunu yapanlar gerçekten de şu veya bu yolla gerçeğe temas etmiş olmuyorlar mı? Gizli kalmış gerçeği veya kalplerdekini deşifre etmişlerse bunda ne mahzur var? Bu yolla inandığımız davaya hizmet edebilir miyiz?
Bu yöntemin yanlış olduğunu söylemeye gerek yok. En önce güveni zedeler. Bunu metin olarak değil yorum olarak söyleyebilirsiniz. Bunda bir beis ve hilaf yok. Lakin Netanyahu’ya nispet ederseniz bu hilaf-ı hakikat olur. Niyet okumak olur. Birincisi taraftarlarınızı da bu tür aslı astarı olmayan yöntemlere alıştırtırsınız. Müminlerin en büyük sermayesi olan sıdk yolunu kaçırmış olursunuz. Yine bu yol populizme ya da eski ifadesiyle avamperestliğe çıkar. Ayrıca Hakkın üzerinden sıçrayarak indirgemeciliğe ulaşırsınız. Bu yolla zihinler duruluğunu kaybeder ve bulanık ve karmakarışık hale gelir. Bu yöntem belki Netanyahu’ya yakışabilir. O bütün yolları kullanarak tezine güç katmak isteyebilir. Halbuki batıl yolla hakkı savunmak son demde kimseye yakışmaz. İnsanlık erdeminin dışına çıkmaktır.
Batıl yolla hakkı savunmak hak ehlinin harcı değildir. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde istihbarat dehlizlerinde fikri kuluçkaya yatmış ve gayri meşru yöntemlerle üretilmiş olan Medhaliyye ve Camiye diye bir akım var. Esasları da usulleri de batıldır. Bunlar, Hazreti Hüseyin cephesinden paralı asker olarak Yezid cephesine geçenlere benzerler. 1990 ve sonrasında Amerikalıların Körfez’e yerleşmesiyle birlikte iki müfrit zümre ve akım zuhur etmiştir. Bunlardan birisi Bin Ladin’in başına geçtiği Kaide olarak anılan retçi akım, diğeri de Camiye’nin başını çektiği kabulcü akım. Kaide akımı veya örgütü zinhar Müslümanlar arası kavgalarda gayri Müslimlerin yardımına başvurulamayacağını savunmaktadır. Medahile veya Camiye olarak anılan ikinci akım ise tersini savunmaktadır. Buna itiraz edenlere de düşman kesilmektedirler. Hatta haklarında uydurma isnat ve ithamlarda bulunmaktadırlar. Daha önce Sefer el Havali gibilerini aşırı öven bu grup Selman Avde, Şeyh Nasır Ömer ve Aiz El Karni gibilere ateş püskürmektedir. Sebebi Saddam’ı Kuveyt’ten atmak için yabancı güce başvurmanın doğru olmayacağını savunmaları. Savaşacaksak kendi gücümüzle savaşalım dedikleri için. Öncesinde Camiye akımının mensupları Sefer el Havali gibilerini aşırı överken bu olayla birlikte karşılarına geçmişler ve aşırı karalama kampanyasına girmişlerdir. Bu sayılan isimler yabancı güçlerden yardım almaya karşı olmalarına rağmen hasımları bunların yabancı güçler tarafından kullanıldıklarını ve onların payandası olduklarını ileri sürmüşlerdir. Halbuki kendileri yabancı güçlerin kullandıkları yerel rejimler tarafından kullanılmaktadırlar. Bunların ortak özelliği överken aşırı övmek yererken de aşırı karalamadır. Hakperest olmadıkları için ölçüyü tutturamazlar.
Haklı çıkma gayretleri onları batıl ile, batıl yolla hakkı savunma noktasına getirmiştir. Sözgelimi İhvan, Sururiye ve Tebliğ cemaati ve benzerleri aleyhinde kasetler, broşürler ve kitaplar neşretmektedirler. Daha inandırıcı olması için de bu kasetleri kasetçilikte itibar sahibi olmuş yayıncıların damgasıyla yayınlarlar ( El Mümtaz Fi Şerhi Beyani İbni Baz, s: 37, Daru’l Mihbere) . Yani sahtecilik ve korsanlık yapmaktadırlar. Halbuki, ilgili yayıncıların veya kasetçilerin kendi yayın evlerinin damgasını taşıyan bu yayınlardan haberleri bile yoktur. Camiye grubu inandırıcı olmak için bu güvenilir yayıncılar üzerinden korsan yayıncılık yapmaktadır. Bunlardaki en büyük muharrik unsur kindir. Birisi hata ile Selman Avde’nin tutuklandığını söyleyince Camiye mensubu kişi ve kişiler şükür secdesine gider.
Hakkın sınırlarını tanıyalım ve şüpheli alanlardan kaçınalım.
Hakkın araçlarının aşılması, şüpheli sınırlara davet eder, başkalarının anızına girmeyi kolaylaştırır. Doğruluk ve dürüstlük konusunda birbirimizi uyaralım populizm ayartmalarına prim vermeyelim, düşmeyelim. Bunun başı sefa sonu cefadır. Bu yolda kazanan da kaybetmiş sayılır. Mağluptur bu yolda galip.
Söyleyebileceğim şudur: Seviyede veya seviyesizlikte Netanyapu ile yarışmayalım. Onu aratan bir yöntemin bize ve geleceğimize zerre kadar faydası dokunmaz.
Yöntem mahiyeti belirler. İşin püf noktası yöntemdir.