eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
16°C
Ankara
16°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
15°C
Pazar Açık
16°C
Pazartesi Açık
19°C
Salı Açık
21°C

Mürsel GÜNDOĞDU

Giresun’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bulancak’ta tamamladı. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden “Kuran’da Sanat Kavramı” adlı teziyle mezun oldu. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı İslam Felsefesi Bölümü’nde “Farabi’de İyilik Kavramı” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Birçok dergi, gazete ve haber sitesinde şiir, makale ve köşe yazıları yayınlandı. Halen Haber7.com’da köşe yazarlığı yapmaktadır. Mürsel Gündoğdu evli olup Mehmet Kağan ve Bengisu adında iki çocuğu vardır. YAYINLANMIŞ ESERLERİ • Bir Nehir Yangını (Şiir) • Akıl Kalbi Ararken - Bir Gazâli Romanı 1 • Kalbin Şehrinde - Bir Gazâli Romanı 2 • Vezir Nizamülmülk (Roman) - ESKADER 2014 Roman Ödülü • Taşları Konuşturan Adam - Bir Mimar Sinan Romanı • Hakan - Türkler Müslüman Oluyor - Bir Abdülkerim Satuk Buğra Han Romanı • Müderris - Bir Gazâli Romanı (Birleştirilmiş Baskı) • İmam Maturidi (Roman) • Farabi (Roman) • İmam-ı Azam Ebu Hanife (Roman)

    Yol Ayrımında Kök Okumalar

    İnsan, kadim bir sürgünün hüzün çiçeğidir.

    Bu sürgün hayatında ateşle suyu aynı kapta taşımaya mahkumdur insan, sevinçle kederi aynı yürekte barındırmak zorundadır ve doğruyla yanlışı aynı zihinde harmanlamak gibi mühim bir vazifeye memurdur. Ömrü boyunca sarp geçitlerle dolu bir imtihan sahasına sürülmüş varlığın, bünyesinde türlü zıtlıklarla içi içe yaşamasından daha doğal ne olabilir ki?

    İnsanın böyle bir Sünnetullah’tan kaçma şansı yoktur.

    Nasıl ki sonsuz kâinat panayırında dünya; soğuk ve sıcak, gece ve gündüz gibi türlü zıtlıklar üzerine inşa edilmişse tıpkı onun gibi insan da envai çeşit karşıtlığın tam merkezinde yaratılmıştır. Bu durum insanın değişmez kaderidir. Bu ilahi belirlenmişlik içerisinde iyi de rolünü üstlenecek, kötü de. Güzel de fıtratını sergileyecek, çirkin de. Adalet de kılıcını çekecek, zulüm de. İlim, dört elle kalem oynatmaya devam ederken cehalet, dört kıtada kol gezecek ve bu kalemi kırmaya çalışacak. Çetin bir imtihan dünyasından bahsediyoruz neticede. Böyle bir yerde bunlardan daha doğal ne olabilir ki?

    İnsan tabiatında kümelenmiş bu zıtlığın iki ana unsurundan biri ruh diğeri de bedendir. İnsanın yapısında ruh, ışığın ve aydınlığın, beden ise karanlığın sembolüdür. Bu yüzden bizim kültür ve medeniyetimizde ruhun onayından geçmeyen hiçbir davranış ahlaki, insani ve vicdani olarak değerlendirilmez. Sırf bedenin arzu ve isteğine dayanarak yapılan davranışlar ise kördür, muğlaktır, karanlıktır. Ruh, beden hapsine mahkûm edildiği bu yerde fıtratı gereği öz vatanının hasretiyle yanıp tutuşandır. Beden ise tabiatı gereği arzu ve istekleri peşinde diyardan diyara dolaşandır. Ruh, asıl ait olduğu vatana arı-duru bir vaziyette dönebilmenin sevdasıyla tütüp kavrulandır. Beden ise mensup olduğu bu yerde heva ve heveslerin yumağında bıkıp usanmadan sağa-sola savrulandır.

    Bu zıtlıkların orta yerinde insan, yeryüzüne gönderildiği andan itibaren bir yandan içindeki aydınlığın açtığı yolda öz yurduna dönüşün sevdasına koyulmanın kaygı ve kavgasını güden ruhla diğer yandan arzu ve ihtirasların cazibesinde bir ömrü zevk ü sefa içinde geçirmenin davasını güden beden arasında yaşanan en çetin kavgaların, kızılca kıyametlerin ve içinde barış olmayan savaşların bozkırı olmuştur.

    Bu savaşı kazandıracak sır, her şart da ruhu canlı ve diri tutmaktır.

    Dinimizde amellerin niyetlere göre değer kazanması ilkesi ile ilahi vahiyle bize ilk gelen “oku” emrinin, “yaratan Rabbin adıyla” kayıtlanmasının altında yatan hikmet doğru anlaşılmadığı sürece hem kültür ve medeniyetimizin ilk düğmesi yanlış iliklenecek hem de bütün insanlığın kurtuluşu için gönderilmiş bir dinin evrensel boyutu ihmal edilmiş olacaktır.

    Bugün “oku”manın niceliğinin neredeyse putlaştırıldığı ama buna karşılık onun niteliğinin hiçleştirildiği bir dönemdeyiz. Herkes okumayı, okutmayı kendine dert edinmiş görünüyor ama neyi nasıl okuyacağı ya da okutacağı konusunda çoğunun fikri yok. O yüzden bu okumalar ne insanın cehline şifa ne de insanlığın derdine deva oluyor. Bizim medeniyetimiz insanı, yaratan Rabbin adıyla okumaya memur kılmıştır. Bunun anlamı okunacak her şeyin Allah’ın isimleriyle okunması demektir; Onun merhametiyle, rahmetiyle, hikmetiyle, kudretiyle, basiretiyle, nezaketiyle, letafetiyle, ışığıyla, açıklığıyla, muhafaza edişiyle, esenliğiyle… İnsanı bu gözle okuyacaksın, toplumu, tabiatı ve evreni de bu bakışla okuyup yorumlayacaksın. Bu göz şaşarsa insan da şaşar. Bu göz bozulursa toplum da bozulur. Bu göz tahrip edilirse tabiat da harap olur. Bu göz incinirse bütün insanlık ve evren incinir. Bugüne ve geleceğe dair bir medeniyet iddiasında bulunacaksak eğitim sistemimizi böyle bir okuma üzerine inşa etmek zorundayız.

    Yeni çağa geç kalışımızın ana sebeplerinden birisi de eksik, hatalı ve yanlış okumalarımızdır.

    Oku! Emriyle muhatap olan Allah Resulü, önünde okunmaya hazır halde bekleyen bir kitapla değil; kendisini, toplumunu, tarihini, geleceğini, tabiatı, insanlığı, gözle görülen ve görülmeyen varlıkları ve bütün evreni okumayla emrolunmuştur. Ve bütün bu okumalar “yaratan Rabbin adıyla” olmakla kayıtlandırılmıştır. Oku! Olarak gelen bu ilk emirle biz, kıyamete kadar hükmü sürecek bir dinin ve ondan neşet edecek bir medeniyetin en önemli ana sütununun ne olduğunu ayan beyan öğrenmiş oluyoruz. Kâinatın yaratıcısı, kendi dinini tebliğ edecek olan peygamberini kutlu göreve bu temel prensibi öğreterek başlıyor ve ona bütün okumalarını, hal ve hareketlerini, yapıp etmelerini bu ana sütunun üzerine inşa etmeyi emrediyor. Böyle bir medeniyetin mensubu olan bizler için de acaba bundan başka bir çıkış yolu var mıdır?

    İslam tarihinde yaşanan bütün yükselme ve çatışmaların altında yatan ana sebeplerinden biri, bu temel ilkenin ayakta tutulması ya da ihmal edilmesi olduğu gibi bugün Müslüman toplumlarda yaşanan dağınıklık ve savrukluğun asıl nedeni de insana ve dünyaya dair yanlış okumalarımızdır.

    Kendi okumalarını tashih etmek yerine okumayı Batı’dan öğrenmeye kalkmak, İslam toplumları için modern çağın en büyük yanılgısı oldu.

    Okumaya dair sütunlarını temelden tahrip etmiş Batı, Rönesans-reform hareketleriyle dünyayı yeniden hatalı okumaya başlayarak, insanın ruh ve beden dengesini bedenden yana bozmuş, bu yolla kendi halklarını lüks ve konfor içinde yaşatmaya koyulmuştur. Onlar, bedensel hazları tatmin etmek suretiyle insanların daha mutlu ve huzurlu bir yaşam süreceğini varsayarak çıktıkları bu yolda endüstri ve sanayi devrimleriyle ruh-beden makasının arasını daha da açarak dünya nimetlerini kendi lehlerine sonuna kadar kullanma yoluna gittiler. Bunun neticesinde ortaya, bütün insanlığın mutluluğu yerine zengin/güçlü devletlerle fakirleşen milletler çıktı. İnsanlık büyük bir çıkmazın içindeydi artık. Buna bir de vahşi kapitalizmin silip yok edici çarkları eklenince bencillik başta olmak üzere aç gözlülük, ihtiras, lüks ve gösteriş gibi bedeni hasletler bütün toplumları istila etti.

    Önce bireyler hastalandı sonra bütün toplumlar…

    Onca tarihi ve kültürel mirasımıza ve devasa medeniyet sütunlarımıza rağmen ne acıdır ki biz de bu yok edici virüsten nasibimizi alan milletlerden biri olduk ve hızla da almaya devam ediyoruz. Bu salgından başımızı kaldırıp eğitimde, kültürde ve sanatta medeniyet köklerimize yaslanıp insanın, tabiatın, toplumun, tarihin, var oluşun ve varlığın sırlarını okuyup anlama çabasına soyunamadık. Böylesine kutlu bir çileye yazılma cesareti gösteremedik. Her şeyi başkasının harmanından hazır aldık ve bize ne tür etkileri olacağını hiç hesaba katmadan da tüketmeye devam ediyoruz. Bunun neticesinde geleceğimizi inşa edecek nesillere kültür ve medeniyet iklimimizi yansıtıp bizi biz yapacak yaratılış ve varoluş hikmetine dair derin okumalar/okutmalar yapamadık.

    Çocuklarımız savruluyor, toplumumuz dağılıyor.

    Kök medeniyet sütunlarımızdan olan “yaratan Rabbin adıyla” okumanın, düşünmenin, gerçek anlamda inanmanın, inceden inceye tefekkür etmenin ve aklını maharetle kullanma aydınlığının idrakine güçlü bir şekilde sarılmadıkça bizler; algıların, rivayetlerin, dedikoduların ve farklı kültür ve medeniyetleri öğütmek amacıyla inşa edilmiş küresel oyun kurucuların değirmenine su taşıma riskiyle her zaman karşı karşıyayız demektir. Bu yüzden okumalarımızı kök medeniyet sütunlarımız ekseninde temellendirmeli, güçlendirmeli ve hızla sistemleştirmeliyiz.

    Gazze soykırımında bütün insanlık bir daha ve yakinen gördü ki Batı merkezli okumaların insanlığa sunduğu yol çıkmaz sokaktır.

    Bugün, yeryüzünün vicdanlı insanlarının cesur protestoları arasında Batı, ürettiği bütün değerlerle birlikte insanlığa huzur getirmeyi vaat ettiği cümle kurumlarla birlikte çöküyor. İnsanlık yeni bir yaklaşıma, yeni bir insan, toplum, tabiat ve evren okumasına her zamankinden daha muhtaç.

    Türkiye yüzyılında böyle bir okumanın, insanlar arasında dil, din, ırk ve renk fark etmeksizin bütün insanlığın kurtuluşunu gaye edinen bizim kültür ve medeniyetimizden dünyaya yankılanması en büyük temennimizdir.  

    Kalın sağlıcakla efendim.

    Mürsel GÜNDOĞDU

    murselgundogdu@gmail.com

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.