İnsanlığın yeni bir gündönümünü idrak ediyoruz.
Dünya yeniden yapılanıyor, coğrafyalar yeniden şekilleniyor.
Geçen yüzyılda dünyaya yön veren ve kâinatın gözbebeği insanı bu günler için eğitip donatan hâkim paradigma kökten bir yıkım ve iflasla karşı karşıya.
Onlar bu kapsamlı eğitim programını yüzyılın başında büyük bir emek ve özenle hazırladılar. Bunun için standart programlar ihdas edip modernlik ve çağdaşlık adına diğer ülkelere servis ettiler. Dünya halklarını buna göre eğitip donatarak, coğrafyaları olduğu gibi zihinleri ve gönülleri de bu yolla şekillendirmek istediler. Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı. Şimdilerde onların ölçüp biçtikleri bu standart elbise, kendi beslemelerinin bedenlerine cuk diye oturmuş görünse de duyarlı, vicdanlı, akıllı ve insaflı insanların buna itibar etmediği gün gibi ortaya çıktı.
Devletler uyuyor olsa da milletler uyanık. Gözler kapalı olsa da duyarlı vicdanlar dimdik ayakta.
Filistin meselesi bütün insanlığa bir daha ve kesin olarak gösterdi ki başta ABD olmak üzere Batı Medeniyetinin geçen yüzyılda insanları mutlu ve huzurlu kılmak adına ürettiği başta bilimsel olmak üzere ahlaki, hukuki, ekonomik, sosyolojik, psikolojik, eğitimsel, tarihi, coğrafi, sanatsal ve benzeri değer alanlarının müfredatları, bütün insanlığı Batı’nın âli çıkarlarına hizmetkar kılabilmek adına özenle hazırlanarak piyasaya sürülmüştür. Üstelik bunları öylesine allayıp pullamışlar ki dünya üzerindeki neredeyse hiçbir toplum böylesine bir ışıltı ve göz kamaşması karşısında fazla direnemeyerek belli bir amaca göre tasarlanan bu değerlere teslim olmak durumunda kalmıştır.
21. Yüzyılda bütün dünyanın gözü önünde ABD ile Batı dünyasının koruması ve onlara koltuk diyeti olan Arap yöneticilerin suskunluğu altında Filistin halkına yönelik işlenmekte olan soykırım, bu sinsi planı bir kez daha bütün çıplaklığıyla deşifre etmiş ve kendisine bel bağlayan masum insanları yarı yolda bırakmıştır.
Şimdilerde böylesine bir tufandan vicdanını korumayı başaran insanların tamamı şoka girmiş durumda. Rengi, dili, dini ve ırkı birbirinden farklı ve taban tabana zıt olsa dahi Batı medeniyetinin büyük göz boyamasına direnen bu asil zümre, bir aydan beri sokaklarda eşi benzeri görülmemiş böyle bir sahtekarlığa direniyor ve adeta baş kaldırıyor. Dünyanın yüreğini buz teknesine döndürenlere inat sokaklarda kardelenler gibi filizlenip açan bu soylu isyancılar, kendi eğitim müfredatlarının onca dayatmasına rağmen bilimin; kutsallaştırılarak sömürgeci Batı zihniyetinin tekeline alındığının, sosyolojinin; dünya halklarını Batı’nın emperyal gayelerine hizmet ettirmek için tasarlandığının, psikolojinin; insan yapısını bu amaca göre dizayn etmek için kurgulandığının, ekonomik sistemlerin; sömürgecilerin değirmenine su taşımak amacıyla yapılandırıldığının, hukukun; sadece bu zümrelerin haklarını korumaya hasredildiğinin, modern eğitimin ise onların ulvi gayelerine hizmet edecek köle nesiller yetiştirmek için kurgulandığının farkında olan seçkin ruhlardır.
O yüzden Filistin’de bugün işlenmekte olan vahşi katliam manzarası aslında Batı’nın bugüne kadar ürettiği kendi değer alanlarını pervasızca bombalamasının, yerle yeksan etmesinin, parçalayarak yok etmesinin ve soykırıma uğratmasının büyük resminden başkası değil.
Geçen yüzyılda dünyanın yeniden şekillendiği vakitlerde Batı’nın ürettiği değerlerden gözü kamaşıp bunların tamamına yakınını sorgusuz sualsiz ithal eden ülkelerden birisi de biz olduk. Bunlardan her biri toplumumuz bünyesinde farklı etkiler bıraktı. Bazısı da toplum yapısında derin yaralar açtı. Ne var ki onlardan hiçbiri eğitim alanında meydana getirdiği tahribat kadar can yakıcı olmadı. Zira bu ülke, tek parti döneminde yaşanan sosyal buhranları, ardı ardına yaşanan siyasi krizleri, ekonomik dar boğazları, terör tehditlerini, askeri ve hukuki kalkışma ile darbeleri çok ağır bedeller ödeyerek de olsa aşmasını bildi. Ne var ki eğitim kanalıyla aldığımız yara hala kanamaya devam ediyor. Bu yolla sadece binlerce yıllık kültür ve medeniyetimizden adım adım uzaklaşıp nesillerimizi Batı hayranlığının sahte ışıltısına yem etmekle kalmadık, aynı zamanda çağa yürüyüşümüzü de bir hayli geciktirmek zorunda kaldık.
Unutulmamalı ki yıllar içinde eğitim yoluyla bireysel ve toplumsal bünyede açılan yaralara uyguladığımız pansumanlar sadece acıyı azaltma gibi bir fonksiyon icra etmekten öte gitmediler. Bu konudaki asıl tedavi ise eğitim sistemimizi kendi kültür ve medeniyet eksenimiz üzerine oturtmamız olacaktır. Binlerce yıllık kültür ve medeniyet birikimimiz buna yeter de artar bile. Zira bir milletin eğitim sistemi kendi kültür ve medeniyetinin âli ideallerini beslemiyorsa o ülkenin sağlıklı ve güçlü geleceğinden bahsetmek mümkün olmadığı gibi insanlığa alternatif bir değerler manzumesi sunması da imkânsız hale gelir.
Oysa bugün sokaklarda direnen insanlar gibi nice sesi kısılmış topluluklar da güvenle sığınabilecekleri alternatif değerler limanı arıyor, insanlığın bu yeni gündönümünde böyle bir muştunun yolunu gözlüyorlar. İnanıyorum ki bu muştunun fitilini tutuşturabilecek tek alternatif el, dünya mazlumlarının yeryüzündeki son kalesi Türkiye’dir.
Nurettin Topçu; “medeniyet kervanına yol gösteren maariftir, kültürdür” der.
Şimdilerde dünyanın sil baştan şekillendiği bu yeni döneme “Türkiye Yüzyılı” parolasıyla girme iradesi gösterebiliyorsak bu büyük idealin yolunu açacak olan da bu yolun kaldırım taşlarını döşeyecek olan da kuşkusuz maarifimiz olmalıdır. Bunun yöntemi de halen gençlerimizi batı hayranı olmak ile kendi hayatını kurtararak geleceğini garantilemek gibi sömürgeci ve kapitalist bir kapana sıkıştırarak insanı insanın kurdu haline getiren bize yabancı bu sistemi, insanı insanın yurdu gören kutlu anlayışa dönüştürecek öz yapıya kavuşturmaktır.
Aydınlanma sonrasında Batı’daki köklü üniversitelerin çoğu Selçuklu dönemi Nizamiye Medreselerinin yapı ve eğitim müfredatları dikkate alınarak oluşturuldu. Batı, bunları bizden birebir kopyalayarak almadı. Bilakis kendi kültür ve medeniyetinin rengini, dokusunu, kokusunu ve ideallerini buralara ilmek ilmek dokuyarak, bu kurumları bin bir çabayla kendine mal ederek yaptı. Ne acıdır ki bunca köklü bir tarihin ve zengin bir kültür- medeniyet ikliminin çocukları olan bizler ise hala başka milletlerin rengine, kokusuna, dokusuna ve ideallerine hizmet etmek amacıyla oluşturduğu bu tür kurumlarda geleceğimizi aramaya devam ediyoruz. Bu bir çıkmaz sokaktır. Bu işin çıkar yolu ise bu sokağı kendi kültür-medeniyet köklerimize, gerekirse tırnaklarımızla yeni bir yol açarak kavuşturmaktır. Bu kolay bir iş değildir. Büyük düşünmeyi ve çok çalışmayı gerektirir. Atalarımız geçmişte böyle yaptıkları için yeni çağlara yürüme iradesi gösterdiler. Batı, dün böyle yaptığı için bugün dünyanın canına okumaya devam ediyor. Bu asrın Türkiye Yüzyılı olmasını istiyorsak biz de bugün böyle bir yol açmak için vakti kuşanmak zorundayız.
Mevcut eğitim sistemimizden ülkemizin geleceği adına çok değerli gençlerimizin ve dünya çapında yeteneklerimizin yetiştiği de muhakkak. Bu öyledir elbet. Zira bu milletin mayası oldukça sağlamdır. Ne var ki bu alnı öpülesi gençler ve yetenekler, bu sisteme direnerek mayasının gereğini yapanlardan başkası değil.
Direnenlere selam olsun.
Mürsel GÜNDOĞDU
murselgundogdu@gmail.com