Hayat iman ve cihad alnımızın yazısı,
Gözlerimde bir hırsı kamçılayan bir arzu,
Sana ulaşan çağrı, ey şehid, ey şehid!
EZGİ
Türkistan coğrafyası iki nehir arası (Amuderya ve Siriderya) bir havzadan, bir coğrafyadan öte, İslam’ın ilim, irfan, kültür, hikmet, sanat ve İslam medeniyetinin kök saldığı toprakların adı olmuştur. Bu coğrafyada yer alan Mâverâünnehir deyince, İslâmî ilimlerin lider, kaynak, sembol isimlerini, hem dinî ve dünyevî ilimlerin geliştiği, pozitif ve sosyal ilimlerde temayüz etmiş, İslam ve Batı âlemine asırlarca rehberlik eden kıymetli âlimleri ve eserlerini görüyoruz. Bu coğrafyanın Müslüman olmasıyla ilgili önemli bilgilere sahip olunmakla birlikte, bölgenin İslamlaşmasında etkili olan unsurlar arasında zâhid, sûfi ve mücehidler de yer almaktadır. Zâhid, sûfi ve mücahidler bu etkiyi hem yaşantılarıyla hem de düşünceleriyle ortaya koymuşlar, ayrıca bölgedeki insanların hayatlarına yön veren örnek şahsiyetler olarak kabul edilmişlerdir. İşte bu noktada örnek alınabilecek şahsiyetlerden biri ve ayrıca ortaya koyduğu anlayışlarla zihinlerimizde devrim sayılabilecek etki yapan, hala etkileri devam eden zat Abdullah İbnu’l-Mübârek el-Mervezî’dir (ö.181/797). Onun kimliğiyle ilgili bilgi verecek olursak o¸ muhaddis¸ müfessir¸ fakih¸ edîb ve zâhid ve mücahid kimliğiyle bilinmektedir. Babası ve annesi (Harezm’li)Türk’tür. İlimlerin her çeşidinde asrının bilgini kabul edilir. Ayrıca zengin hadis ve fıkıh kültürüne sahiptir. Zühde dair olan Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik adlı eseri sahasında meşhurdur. Hadisle ilgili diğer eserleri, Kitabu’s-Sünen fi’l-Fıkh, Kitabu’l-Cihâd, Kitâbu’l-Birr ve’s-Sıla adlı eserleriyle birlikte Divân adlı eseri meşhurdur. Bunlarla birlikte kaynaklarda tefsir ilmiyle ilgili Kitâbu’t-Tefsîr ya da Tefsiru’l-Kur’ân eseri olduğu da zikredilmektedir. Bu yönüyle Türkistan coğrafyasının ve bilhassa Horasan bölgesinin ilk eser yazan müelliflerinden ve hadis ilminin özü sayılan fıkhu’l-hadisin önde gelen âlimlerinden biri olduğu zikredilir. Neredeyse hayatın bütünüyle kuşatan eserler yazması onun âlim, irfan sahibi, bilge ve öncü kişiliğini göstermektedir. Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik adlı eseriyle bireysel ve toplumsal dindarlığın boyutunu, Kitâbu’l-Birr ve’s-Sıla adlı eseriyle insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması, Kitabu’l-Cihâd adlı eseriyle cihadın ne olduğu, uluslar arası ilişkilerin yönünü, Divân adlı eseriyle de sanat ve estetiktarafını ortaya koymaktadır.
Abdullah İbnu’l-Mübârek’in bu dünyadan göçeli yaklaşık on iki asır gibi uzun bir zaman olmasına rağmen¸ bu asırda hâlâ ondan bahsediyor olmamamızın, zâhid, mücahid bir kişi ve bir İslâm âlimi olması yanında¸ yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı olması ve bu bağlamda geliştirdiği anlayışla toplumun sorunlarına çözüm sunmasıyla ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü gerçek âlimin toplumun sorunlarından uzak durması düşünülemez. Şimdi de Abdullah İbnu’l-Mübârek’in bugün de ihtiyaç duyduğumuz cihâd anlayışını anlamaya çalışalım. Abdullah İbnu’l-Mübârek¸ cihâdla ilgili neşredilen eserlerin ilklerinden olması cihâd anlayışını ortaya koyan eser sahibi olmakla beraber¸ geliştirdiği cihâd anlayışı da üzerinde durulması gereken özellikler taşır. Ona göre esas ve büyük cihâd¸ savaş zamanında düşmana karşı cesur ve kararlı bir şekilde savaşmaktır. Bilindiği üzere günümüzde içi boşaltılan ve anlam daralmasına uğratılan kavramlarımızdan biri de cihâd kavramıdır. Cihâdın çok çeşitli ve farklı boyutlarıyla ilgili tanımı yapılmaktadır. Bu tanımlarda cihâdın esası ve büyük cihâd olan savaş zamanında düşmana karşı cesur ve kararlı bir şekilde savaşmak yönü göz ardı edildiği görülmektedir. İşte Abdullah İbnu’l-Mübârek’in cihâd anlayışı cihâd kavramını anlama noktasında çok önem arz etmektedir. Ömrünün büyük bir kısmını İslâmiyet’in yayılması için yapılan fetih ve savaşlarla geçiren Abdullah ibn Mübârek, ilim adamı ve zâhid olmasının yanı sıra, ata iyi binen, kılıcı iyi kullanan usta bir savaşçı, muharib kişiliğe sahipti. Çeşitli zamanlarda Anadolu’ya ve Türkistan’a karşı yapılan savaşlara katılmış ve bir taraftan ribâtlarda arkadaşlarıyla zikir yaparken nefsini kontrol altında tutmuş, diğer taraftan düşman gözetlemiş olması onun cihâd anlayışını ortaya koymaktadır. Nefsi tezkiye edip kalbe Allah sevgisini yerleştirmenin en büyük ribât olduğunu ifade etmekle birlikte, sınır boylarında düşmana karşı savaşmanın dışında geçen ömrünü ziyan olarak değerlendirmiştir.
Onun 262 hadis ve haberin bulunduğu cihâdla ilgili Kitabu’l-Cihâd adlı eserinden bahsedecek olursak, eser iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmında Allah yolunda cihadın en üstün amel olduğu, mücâhid gâzilerin zikirleri ve özellikleri, şehitlik mertebesi, Bedir ve Uhud savaşlarına katılanların üstünlüğü ve savaş sırasında bile Müslümanların îsârı, yani iyilikte öne geçme, nimet paylaşımında geride kalma anlayışını öne çıkaran hadislere yer verilmiştir.
İkinci kısmında ise; şehitlik ve dereceleri ile şehitlerin ahiretteki ecirleri, sahabe ve tâbiînin savaşlardaki durumları, düşmanlara karşı sabırlı olmak, Allah için ribâtlarda nöbet tutan murâbıtların üstünlüğü, deniz savaşlarının önemi, arkadaşlara hizmet etmenin fazileti, iyi arkadaş ve iyi komşu, korku namazı ve kılınışı hakkındaki hadislere yer verilmiştir.
Kitâbu’l-Cihâd’daki hadislerin ana fikri, Allah yolunda cihad etmenin en üstün amel olduğudur. Cihada teşvik eden ayet ve hadislerin yanı sıra, sahabenin kahramanlıklarına da yer veren eserde yer alan hadislerden bazıları şunlardır:
Kısaca; Horasan’da ortaya çıkıp Türk dünyasının İslâmlaşmasında birinci derecede rol oynayan tasavvufî anlayışı fütüvvet ve melâmet anlayışlarının öncülerinden olan Abdullah ibn Mübârek’in düşünceleri ile Ahmed Yesevî ve Necmeddin Kübrâ’nın zühd, ilim ve cihad anlayışlarının aynı kaynaktan beslendiğini söylemek mümkündür, Ayrıca Necmeddin Kübrâ’nın bir ilim adamı kimliğiyle oluşturduğu zühd ağırlıklı tasavvuf anlayışı ve Moğol düşmanlarına karşı yaptığı cihad sırasında 600 müridiyle birlikte şehid olması, çeşitli gazâlara katılan Abdullah ibn Mübârek’in etkilerinin bir göstergesi olarak görülebilir. Bu etki daha sonra Mevlâna, Hacı Bektaş Velî, Sarı Saltuk ve Yunus Emre vb. sûfîler vasıtasıyla sonraki nesillere aktarıldığını ifade edebiliriz.
Hülasa olarak Abdullah ibn Mübârek’in Horasan’ın Merv şehrinde başlayan hayatı, dönemin ilim ve kültür merkezlerine yaptığı ilmî seyahatlar, yaptığı gazâlar, servetini başta öğrenciler olmak üzere ihtiyaç sahiplerine harcamak ve fırsat buldukça hac ibadeti yaparak geçmiştir. Sınır boylarındaki ribâtlarda vatan savunması için nöbet tutması, Anadolu ve Türkistan üzerine yapılan gazâlara katılması cihad anlayışının bir yansımasıdır. Ata binmede ve kılıç kullanmadaki ustalığını Türk atalarından öğrenmiş, zühd ve takvâ ile bilgi ve hikmeti Hz. Peygamber’in (s.a) şahsında sembolleşen Kur’an ahlâkından almıştır. Bir hac yolculuğunda iki yetimin içler acısı durumunu öğrendiğinde, hac için hazırladığı parayı onların ihtiyaçları için harcaması, nebevî ahlâkın anlamlı bir şekilde hayata geçirilişidir.
Abdullah İbn Mübârek’in zikredilen bu anlayışı Kur’ân ve hadislerle zikredilen unsurlarla birlikte “Mücâhid nefsiyle cihad edendir,” (İbnü’l-Mübârek, Kitâbu’l-Cihâd, hadis no: 175) hadisinin hayata geçirilişidir. Bu hadisi o hiçbir zaman unutmamış, hem ülke sınırlarını düşmandan, hem de kalp sınırlarını nefs ve şeytandan korumaya çalışmıştır. Cihâd anlayışının bizler için de örnek olmasını umuyoruz. Ve bunun yanında cihâd anlayışımızın yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini ve cihâd anlayışımıza rehberlik edecek bu anlayışa çok muhtaç olduğumuzu beyan etmek istiyoruz. Belki bu anlayışlar vesilesiyle bireysel ve toplumsal ve uluslararası sorunlarımıza çözüm sunmak mümkün olabilir ve Gazze’de olanları daha iyi anlayabiliriz.
Kaynakça
Abdullah İbn Mübârek, Kitâbu’l-Cihâd, tahkik: Nezih Hammâd, Beyrut 1391/1971; Sayda 1988
M. Necmeddin Bardakçı, Abdullah İbn Mübârek. İstanbul 2016
Raşit Küçük¸ Abdullah b. Mübârek¸ DİA¸ I¸ 123-124