27. Gün: KARŞILIĞI CENNET OLAN AĞIR SINAV: ENGELLİLİK
Bir Hadis:
Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: “Ben Hz. Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu işittim: ‘Yüce Allah, ‘İki sevgilisi (olan gözlerini almak sureti) ile kulumu sınadığımda sabrederse, bu ikisine karşılık ona cenneti veririm.’ buyurdu.” (Buhârî, Merdâ, 7)
Hadiste zikredilen “onun iki sevgilisi” ifadesinden kasıt “iki göz”dür. Göz insanın en değerli organıdır. Görmede meydana gelen bir kayıp kişinin üzülmesine sebep olur. Zaten musîbetin ilk geliş zamanı, en dehşetli ve acıklı bir durumdur. Bu anda gelen musibetin Allah’tan (c.c) olduğuna teslimiyet gösterip sabreden ve Allah’tan (c.c) buna karşılık mükâfat bekleyen kişinin cennete gireceği bu kudsî hadiste ifade edilmiştir. Zira görme engellilerin gözlerinin yitirilmesi ile en büyük belâya dûçar oldukları belirtilmiştir. Kaybedilen nimetin kıymeti ölçüsünde onun yokluğuna sabretmenin güçlüğü ve buna bağlı olarak değeri de artmaktadır.
Engelli birey “Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi” olarak tanımlanmaktadır. Engelli bireyler, engellilik türüne göre farklı gruplara ayrılmış olsa da, engelliler bu bölümde genel olarak ele alınacaktır.
Peygamberliğin ilk yıllarıydı. Kutlu Elçi, çevresindeki insanları İslâm’a açıkça davet etmeye başlamıştı. Gece gündüz demeden kendisini dinleyen herkese Allah’ın gönderdiği mesajları anlatıyordu. Putlara tapan halkı, bir olan Allah’a çağırıyordu. İşte o günlerden birinde Mekke’nin ileri gelen müşriklerinden biriyle konuşmaktaydı. İslâm hakkındaki sohbet hayli koyulaşmıştı. Tam o esnada âmâ sahâbîlerden Abdullah b. Ümmü Mektûm, irşat edilmeye ihtiyacı olduğunu söyleyerek çıkageldi. “Bana doğru yolu göster, ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Onun zamansız gelişine canı sıkılan İslâm Peygamberi, yüzünü çevirip konuştuğu şahsa döndü ve “Söylediklerimde herhangi bir sorun görüyor musun?” diye sordu. Adam, “Hayır.” diye cevap verdi. İşte Peygamberimiz, tam da muhatabının İslâm’ı kabullenmesi konusunda ümitlendiği esnada, Yüce Allah’ın şu âyetlerine muhatap oldu: “(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çeviriverdi! Sen nereden biliyorsun, belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da bu öğüt ona fayda verecek! Kendini muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun! (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun! Hayır böyle yapma, şüphesiz bu âyetler bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.” (Abese, 80/1-12) Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 80; Muvatta’, Kur’ân, 4)
Rahmet Elçisi’nin bütün arzusu, Mekke’nin ileri gelenlerinden olan Utbe b. Rebîa, Ebû Cehil ve öz amcası Abbâs b. Abdülmuttalib’i kazanmaktı. Şayet onları kazanabilirse, belki de bütün aileleri ve çevreleri İslâm’a girecekti. Bu nedenle belli bir kıvama gelen sohbetin kesilmesini istememişti. İbn Ümmü Mektûm’a biraz sonra da dönebilir, sorularına genişçe cevap verebilirdi. Onun, zamansız olduğunu düşündüğü gelişine tepkisi sadece yüz ifadesine yansımıştı. Hatta Peygamber Efendimizin yüz çevirdiğini İbn Ümmü Mektûm hissetmemişti bile. Fakat herşeyi gören ve işiten Yüce Allah, Rahmet Elçisi’nin bu tavrını eleştiren birkaç âyetle başlayan Abese Sûresi’nin ilk ayetlerini indirdi. Şüphesiz Yüce Allah, Resûlü’nün niyetini de çok iyi bilmekteydi. Fakat O, dine davet adına da olsa, Müslüman bir âmâdan yüz çevirilip, müşriklere iltifat edilmesine razı olmadı. Zira İbn Ümmü Mektûm bir âmâ idi, görmüyordu fakat gözleri kapalı ise de gönlü açıktı. Arınmaya, korunmaya, öğrenmeye, öğüt almaya gelmişti ve Peygamber beden diliyle de olsa ondan yüz çevirmemeliydi…
Rahmet Elçisi, daha sonra uyarılmasına sebep olan bu gönül insanını daha yakından tanıyacak ve bir ömür boyu ona hak ettiği değeri verecekti. Hz. Peygamber’in hicretinden önce Medine’ye ilk gelenlerden biri olan Abdullah b. Ümmü Mektûm, Mus’ab b. Umeyr ile birlikte Medine’deki Müslümanlara Kur’an öğretmişti. (Buhârî, Tefsîr, A’lâ, 1) Hicret sonrasında ise Bilâl-i Habeşî ile birlikte Mescid-i Nebevî’de müezzinlik görevini yerine getirmişti. (Buhârî, Ezân, 11; Müslim, Salât, 8)
Zayıfların, düşkünlerin, fakir ve yoksulların gerçek dostu ve hamisi olan Allah Resûlü, engellilere yapılacak her türlü yardımın bir sadaka olduğunu söylemiştir. Peygamber Efendimiz’e (sav), varlıklı Müslümanların namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerin yanı sıra sadaka vererek de sevaba erdiklerini söyleyen, ancak kendilerinin buna imkân bulamadıklarından yakınan Ebû Zer’e Hz. Peygamber sadakanın birçok çeşidinin bulunduğunu belirterek şöyle buyurmuştur, “…(Âmâya veya yol sorana) yol göstermen sadakadır. Gücünle güçsüz birine yardım etmen sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade etmen sadakadır…” (İbn Hanbel, V, 169)
Kısaca, engelli olmak bizâtihi bir imtihan olduğu gibi, engellilere bakmak, onlarla ilgilenmek de imtihanın önemli bir parçasıdır. Engellilik, engelliler için bir imtihan vesilesi olduğu kadar, engelli olmayan kişiler için de bir imtihan sayılır. Bundan dolayı engelli insanların sosyal hayata daha fazla katılımlarının sağlanması, şartlarının daha da iyileştirilmesine bağlıdır.
Sünnet:
Akıllı ve stratejik davranmak, bir hatayı iki kere tekrar etmemek sünnettir. Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (s.a) şöyle buyurdu: “Mü’min bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz.” (Buhârî, Edeb 83; Müslim Zühd 63)