I
Ramazan kelimesi, köklerinde ateşin, arınışın ve keskinleşmenin izlerini taşır. Güneşin kavurduğu taşlar misali, ramad kökünden doğduğu; “yalınayak yürüyenlerin yandığı kızgın toprak” gibi bir manaya sahip olduğu söylenir. Yahut ramdâ’ gibi, çölün susuz bekleyişinde sıcaktan kavrulmuş bir zemini hatırlatır. Kimine göre ramadî gibi bir yağmur, toprağa inip onu temizler; kimine göre ise kılıcın iki sert taş arasında dövülerek keskinleşmesi gibi insanı arındırır, inceltir. Ramazan, sıcağın içindeki sabrı, arınıştaki derinliği ve bekleyişin sonunda gelen serinliği içinde taşır.
Kur’ân-ı Kerîm’de adı yüceltilerek anılan tek ay, Ramazan’dır. O, yalnızca bir zaman dilimi değil, hakikat nuruyla aydınlanan bir mevsimdir. Oruç emrini bildiren ilâhî hitabın ardından, Ramazan’ın insanlığa doğruyu gösteren, hakkı bâtıldan ayıran Kur’ân’ın nazil olduğu aydır. Ve bu aya erişenlere, bedenin açlıkla, ruhun ise vahyin bereketiyle doyacağı oruç farz kılınmıştır (el-Bakara 2/185).
Ramazan, yalnızca bir ibadet ayı değil, geçmişten bu yana kültürün, sanatın ve edebiyatın ilmek ilmek dokuduğu bir zaman dilimidir. Ramazan, Divan edebiyatında ramazâniyye ve bayramiyye şiirleriyle, kaside ve gazellerde incelikli dizelerle kendini gösterirken, tasavvufî metinlerde öğütlerle şekillenir, modern edebiyatta ise şiirden denemeye, hatıradan mektuba kadar pek çok türde yankı bulur.
Hilâlin ilk ışığıyla duyulan top sesleri, minarelerde süzülen mahyaların aydınlattığı geceler, kandil ışığında yankılanan mukabeleler… Selâtîn camilerinin avlusunda kurulan sergiler, çarşıların bereketi, iftar sofralarının huzuru, sahurun mahmurluğunda saklı neşeyle birleşir. Türbe ve Sakal-ı şerîf ziyaretleriyle şenlenen bu manevi şölen, Kadir Gecesi’nin kutsiyetiyle derinleşir, bayram sabahının sevinciyle taçlanır.
Ramazaniyye, Ramazan ayının manevi iklimini, ibadetlerini ve toplumsal ritüellerini yansıtan şiirlerin adıdır. Kaside başta olmak üzere, mesnevi, gazel ve terkîb-i bend nazım şekilleriyle kaleme alınan bu eserlerde hilâlin doğuşundan iftarın huzuruna, sahurun sessizliğinden teravihin coşkusuna, kandillerin ışığından bayramın sevincine kadar Ramazan’a dair pek çok unsur işlenir.
Osmanlı toplumunda derin izler bırakan bu ay, şairlerin ilham kaynağı olmuş, dinî olduğu kadar sosyal bir tema olarak da divan şiirinde yer bulmuştur. Şairler, bu şiirleri padişahlara, vezirlere ve dostlarına sunarak Ramazan’ı kutlamış, bu mübarek ayı mısralarında ölümsüzleştirmiştir.
Ramazaniyyelerin asıl yazılış maksadı bu ayda dinî açıdan meydana gelen değişiklikleri dile getirmektir. Konuyla ilgili ayet ve hadislerden yararlanan şairler, halka öğüt ve tavsiyelerde bulunup ramazan ayından manevî olarak yararlanmanın yollarını gösterirler.
Ramazanla ilgili eserler, dinî, tasavvufî ve edebî yönleriyle farklı kategorilere ayrılır. Şiirlerde ise ramazaniyyeler, ilahiler, maniler, gazeller, rubâiler ve koşmalar bu ayın manevi atmosferini farklı formlarda yansıtır. Ramazan ve oruç, edebî eserlerde kimi zaman müstakil birer konu, kimi zaman farklı başlıklar altında yer bulmuştur. Teravih, mukabele, Kadir Gecesi’nin faziletleri, bayram sevinci ve fıtır sadakası, dinî-tasavvufî mesnevilerde, ahlâk ve âdâb kitaplarında, manzum ilmihallerde işlenmiştir. XV. yüzyılın ilk çeyreğinde yazılan Devletoğlu Yûsuf’un Vikâyenâme’si, Hatiboğlu Mehmed’in Bahrü’l-hakâik mesnevisi, İbrâhim Tennûrî’nin Gülzâr-ı Ma’nevî’sindeki “Beyân-i Savm-ı Ma’nevî” bölümü ve Nahîfî’nin Fazîlet-i Savm adlı mesnevisi bu geleneğin önemli örneklerindendir. Ramazan, bu eserlerde bazen bir öğüt, bazen bir dua, bazen de manevi bir yolculuk olarak edebiyata yansımıştır.
Sâbit, Arpaeminizâde Sâmî, Seyyid Vehbî, Sünbülzâde Vehbî, Enderûnlu Fâzıl kasideleriyle; Mesîhî, Tâcizâde Cafer Çelebi, Fuzûlî, Bağdatlı Rûhî, Nedîm ve Şeyh Gâlib gazelleriyle ramazaniyye yazmışlardır.
Ramazan, Osmanlı İstanbul’unda gündelik hayatı baştan sona değiştiren mübarek bir aydı. Zenginden fakire herkes bu ayı hasretle bekler, sofralar bereketle donatılırdı. Günler öncesinden reçeller, pastırmalar, şuruplar hazırlanır, bakır kaplar kalaylanırdı. Gök kubbeyi aydınlatan mahyalar, Ramazan’ın ruhunu yansıtırken, zenginler talebelere, tekkedeki dervişlere ve yoksullara “Ramazaniye” erzakları ulaştırırdı. Böylece Ramazan, yalnızca ibadetin değil, paylaşım ve huzurun da sembolü olurdu.
Şehre geldi berekâtıyla mübârek Ramazân
Oldı şeh-bender-i kâlâ-yı sevâb u gufrân (E. Fâzıl)
Ramazan ayı bereketleriyle şehre geldi de sevap ve bağışlanma kumaşının tüccarı oldu. Sevap ve bağışlanma onun sayesinde bollaştı.
Bu da bu şehr-i ‘azîmün berekâtındandur
Fukarâsında da ârâste-i hân-ı elvân (Sâbit)
Fukarasında (bile görülen) renkli sofra süsleri, bu büyük ayın bereketindendir.
Ağniyâ vü fukarâ ni’metine müstağrak
Pür-ni’am sufre-keş-i şâh u gedâdur Ramazân (Kâmî)
Ramazan bol padişaha da köleye de bol nimetli sofra kuran bir ev sahibidir. Zenginler de fakirler de (bu sofrada) türlü nimetlere gark olurlar.
Yanmakda çerâg-ı ni’amı bây u gedânun
Bak dîde-i insâf ile nûr-ı Ramazâna (Lebîb)
Ramazan’ın nuruna insaf gözüyle bak! Zengin ve fakirin nimetlerinin çerağı (hep) yanmakta.
Bu misafir, evleri şenlendirecektir. Çünkü Ramazan Sürûrî’ye göre hanelere hem bereket hem de uğur getirecektir:
Rızkımız yümn-i kudûmi ile buldı bereket
Yâ sevilmez mi ‘azîz öyle mübârek mihmân (Sürûrî)
Rızkımız gelişinin uğuruyla bereket kazandı. Böyle mübarek bir misafir sevilmez mi?
Osmanlı’da Ramazan, yalnızca bir ibadet ayı değil, aynı zamanda düzen ve huzurun titizlikle korunduğu bir zaman dilimiydi. Devlet, kutsal ayın maneviyatına gölge düşmemesi için Ramazan Tenbihnâmeleri ile toplumsal hayatı adeta bir nakkaş titizliğiyle şekillendirirdi. Padişahın ibadet edeceği camiler belirlenir, kılık kıyafetten namaz adabına kadar uyulması gereken kurallar ilan edilirdi. Kalabalık ortamlarda sükûnet, teravihlerde düzen, iftar sonrası sokaklarda ışık taşıma zorunluluğu gibi tedbirler, şehrin manevi ahengini tamamlayan unsurlar olurdu. Böylece Ramazan, yalnızca oruçla değil, huzur ve nezaketin hâkim olduğu bir zaman dilimi olarak da gönüllerde yer ederdi.
Bu yüzden Ramazan, Zâtî’nin aşağıdaki beytinden de anlaşılacağı gibi bütün şehre emniyet ve huzurun geldiği bir ay olarak nitelendirilmiştir:
Geldi bir şehr-i şerîf itdi müşerref halkı
Şehr içi buldı kudûmından anun emn ü emân (Zâtî)
Bir mübarek ay geldi ki bütün halkı şereflendirdi. Onun gelişiyle bütün şehir huzur ve güvenliğe kavuşurdu.
Efendim, Ramazan hoş gelmiş… Hoşluklar getirmiş…Şairlerimiz de pek güzel nakletmiş:
Gönderdi Hudâ çün bize mihmân Ramazânı
Hoş tutmağa niyyet edelim biz dahi anı (Zâtî)
Madem Allah bize Ramazan’ı misafir olarak gönderdi, biz de onu hoş tutmağa niyet edelim!