1980’li yıllardan bu yana eğitim sistemleri giderek yaygınlaşan bir salgının tasallutu altındadır. Salgının başlangıç noktası olarak ABD Eğitimde Mükemmellik Komisyonu’nun 1983 tarihli A Nation at Risk adlı raporu alınabilir.
Risk altındaki bir ulusun eğitimde reformla kurtuluşunu hedefleyen bu rapordaki eğitim fikri ironik bir şekilde önce ABD’de ardından takipçisi niteliğindeki ülkelerde eğitim sistemlerini esaslı bir riske salmıştır. Bu raporda dikkat çeken önemli noktalar, endüstri, bilim, kalkınma ve eğitim arasındaki ilişkiye verilen önem ile standart testler ve nicelleştirilmiş performans anlayışı olmuştur. Böylece eğitimde sıkı ve ölçülebilir standartların benimsemesi gündeme gelmiştir. Eğitimin nihai amacı standartların temini ya da merkezi testlerdeki başarı olarak düşünülmese de eğitimdeki başarının ölçülebilir bir performans olarak anlaşılması testlerdeki başarıyı herşeye dönüştürmüştür.
Eğitimde hedeflere ulaşma düzeyini standardize testlerle ölçme, performans standartları ile belirleme fikri okullarda bu testlerde ölçülebilir bir “başarı” üretme eğilimini dayatmıştır. Eğitim uygulamalarının testlerde başarıyı elde etme ve performans ölçütlerini karşılamaktan başka bir anlam taşımaması kaçınılmaz bir son olmuştur. Performans kotasını doldurmak için önüne gelen hastaya röntgen, MR ya da olmadık testler, analizler yazan hatta hastayı gerekli gereksiz ameliyatlara sokan doktorlara benzemiştir eğitimciler.
Bir insan yetiştirirken gözetmeniz gereken bütün unsurlar ve özellikle insan doğası ile ilgili olanlar ve manevi nitelikte olanlar eğitim süreci ve değerlendirme süreci “maddileştikçe” varlığını koruyamamıştır. Güncel eğitim sistemleri yine doğaları gereği insan yetiştirme gayesinden bütünüyle koptukları için bu durum bir sorun olarak görülmemektedir. Oysa insan yetiştirme süreci sonuç odaklı bir şekilde ve nicelleştirilmiş performans mantığı ile değerlendirilemez boyutlara sahiptir. Bunu yapmak için insan yetiştirme sürecinizi maddi bir “ürün” üreten bir üretim bandına çevirmeniz daha doğrusu indirgemeniz gerekir. Bu indirgeme eğitim sistemleri tarafından oldukça coşkulu bir şekilde yapılmıştır. Coşkunun sebebi rekabet fikri ve başakalarını geride bırakarak kazanmanın hazzıdır.
Rekabet, kazanma ve başkalarını geride bırakma olguları insan ilişkilerinde ve özellikle eğitimde tarih boyunca hiç bu kadar etkili olmamıştır. Bu etkide yeni çağın icadı olan toplumsal evrimciliğin önemli payı vardır. Bu nedenle modern eğitim sistemlerinin hemen hepsi toplumsal evrimcidirler. Dahası bu düşüncenin en bayağı versiyonu olan Amerikan tarzı anlayış eğitim sistemlerini şekillendirmiştir. Amerikan rüyası, rekabete, hırsa, başkasının kaybı pahasına kazanmaya bağımlıdır. Bu rüyada eğer yoksulsanız, başarısızsanız yani “looser” iseniz bu bütünüyle bireysel günahınızdır. Ne yapıp edip kazanmalı, başarılı olmalı ve zengin olmalısınızdır.
O kadar da değil demek için elimizde hiçbir gerekçe yoktur. Küçücük çocukları daha 5-6 yaşından itibaren okullarda rekabet içine sokuyoruz, yarıştırıyoruz. Arkadaşlarını geçtiklerinde övüyor geri kaldıklarında yeriyoruz. Notlar, puanlar, karneler veriyor kıyaslıyor, sıralıyoruz. Performanslarını ölçüyor “looser” olup olmadıklarını anlıyoruz. Sonra dönüp utanıp sıkılmadan “eğitim bireyin potansiyelini açığa çıkarmaktır, ilgi ve yetenekleri uyarınca yetiştirmektir, her çocuk her öğrenci ayrı bir dünyadır” falan diyoruz. Eğitimciler olarak bu sahtekarlığa son vermeliyiz. Herbir çocuğa ve gence gerçeği söylemeliyiz; sizler birer ürünsünüz ve standartları karşılayamazsanız defolu kabul edileceksiniz diyebilmeliyiz.
Durup bir düşünmeli ve kendimize de şunu diyebilmeliyiz; toplumsal evrimci, performansçı ve rekabetçi fikirlerle iğfal edilmiş “başarı” anlayışından uzaklaşmak zorundayız. Eğitimde ihtiyacımız bu başarı fikrine kıyasla anlamlı bir “başarısızlık”tır. Bu nedenle, okullarımızı PISA’da TIMSS’te üst sıralara çıkaracağız, üniversitelerimizi ranking’lerde üst sıralara taşıyacağız diyenler ve böyle yola çıkanlar
kişisel olarak beni ziyadesiyle heyecanlandırıyorlar fakat heyecanım coşkumdan değil elimize tutuşturulacak test ve analiz listesinden ve olası ameliyatların tedirginliğinden kaynaklanıyor