İfade özgürlüğü, insanların tek tek veya topluca herhangi bir korku ve baskıya maruz kalmadan düşüncelerini, özgürce ifade edebilme, haksızlıklar ve hukuksuzluklara karşı durabilme, kamusal meseleler ile ilgili yöneticileri eleştirebilme, farklı görüşleri tartışabilme, toplumsal değişim süreçlerine katılabilme, düşüncelerini sözlü, yazılı veya davranışlarıyla dile getirebilmesi demektir.
Her insan aklı ve hür iradesiyle düşündüklerini ifade etme, inanma ya da inkâr etme hakkına sahip olarak dünyaya gelmektedir. Bu hak, kamu makamlarından izin almadan görüş ve düşüncelerini her platformda ifade etme, bilgi edinme, bildiklerini açıklama neşretme özgürlüğünü içermektedir. İnsan düşüncesini açıklamaya ve gizlemeye zorlanamayacağı gibi, inanmaya veya inkara da zorlanamaz çünkü inanma bir gönül işidir. Ayetlerde: “Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. (Bakara,256)) “De ki: İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf)
Ancak, insan her alanda olduğu gibi ifade özgürlüğü konusunda da sınırsız ve mutlak bir hakka sahip değildir. Ayırımcılık, ırkçılık, nefret, iftira, hakaret, aşağılama tehdit ve şiddet gibi toplumun güvenliğini sarsan; bireyi itibarsızlaştıran, fiziksel veya psikolojik zarara uğratan söylemlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Özgürlük; hiç kimseye başka inanca mensup olanların inancına küfretme veya alay etme hakkı tanımaz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler…” (En’am, 108)
Farklı yaratılan insanların farklı farklı düşünmelere sahip olmaları fıtri bir durumdur. Doğal olmayan şey, insanların aynı düşünce kalıbına sokularak özgürlüklerinin kısıtlanmasıdır. Ne yazık ki; genel anlamda siyasi otoriteler kendilerine göre, marjinal, radikal ve aykırı görüşlerden hoşlanmamakta, hoşlanmadıkları görüşler için doğrudan yasaklama, ya da kısıtlama yolunu seçmektedirler. Oysaki yasaklama ne yasaklanan fikrin yanlışlığını ne de adına yasak konulan fikrin doğruluğunu ortaya koymaktadır Bir ülkede kâmil manda düşünce ve ifade özgürlüğünün var olup, olmadığı marjinal veya aykırı görüşlere tahammül edilip, edilmediği ile ölçülebilmektedir.
Düşünceler; hakaret, nefret, iftira tehdit, ayırımcılık terörü ve şiddeti teşvik, kişilik haklarına tecavüz etmedikçe birey düşüncesini özgürce açıklama ve istediği vakfa, derneğe, sendikaya, siyasi partiye üye olma hakkına sahiptir. Bundan dolayı hiç kimse kınanamaz ve cezalandırılamaz. C.Hak Peygamberine hitaben;” Artık sen öğüt ver. Çünkü sen ancak bir uyarıcısın. Sen onlara egemen bir zorba değilsin Gaşiye, 21,22) Senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesaba çekmek bize aittir. (Ra’d, 40) İster birey, isterse yönetici olun zorla, zorbalıkla başkalarına düşüncelerini dikta etme, inançlarına göre yaşamalarını engelleme hakkına sahip değildir.
İfade hürriyeti, yaşama hakkı ile birlikte bütün temel hak ve hürriyetlerin ön sözüdür. Çünkü insan, düşündüklerini ifade edebildiği ölçüde özgürdür. Batı dünyası fikir hürriyetinin doğuşunu Fransız ihtilaline dayandırsa da İslam dini bütün insanlara doğuştan itibaren dili, dini, ırkı rengi, cinsiyeti siyasi görüşü ne olursa olsun başta yaşama hakkı olmak üzere meşru yollardan mülk edinme, inanma ve inandığı gibi yaşama, düşüncesini özgürce ifade edebilme, aklını, ahlakını, ırz ve namusunu koruma gibi bireysel anlamda vazgeçilmez vazgeçilemez, devredilmez, devredilemez hakları tanımıştır.
Düşünmek ve düşünceyi ifade etmek aklın ürünüdür. Düşünme; kanaat, tefekkür, tezekkür, her şeyi olduğu gibi kabul etmeyip, muhakeme, muhasebe, araştırma inceleme gibi bir ifadeyi dışa vurmadan önce değerlendirme süzgecinden geçirme anlamı taşımaktadır. Düşünceyi ifade ise; hiçbir korku ve endişeye kapılmadan düşüncenin yazılı, sözlü, işitsel, neşir, resim, şekil, jest, mimik veya başka şekillerde dışa vurulması demektir. Düşüncenin yasaklanması veya engellenmesi mümkün değildir. Sorun düşüncenin serbestçe açıklanabilip açıklanamamasındadır.
İfade özgürlüğünün kısıtlanması ya da kökten yok sayılması günümüzün değil tarihin en eski çağlarından beri insanlığın ortak sorunu olmuştur. Tarih; bir kısım insanların, kamu otoritelerine mutlak itaati kabul etmedikleri, için ifade özgürlüklerinin kısıtlandığına ya da kökten engellenerek köleliğe mahkûm edildiğine şahittir.
Hz. İbrahim (a.s.) düşüncesini ve inancını açıkladığı için ateşe atılmıştır. Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyen tanrılara mı tapıyorsunuz. Size de Allah’ı bırakıp taptığınız şeylere de yazıklar olsun! Siz aklınızı kullanmaz mısınız? Dediği için Putperestler, eğer bir şey yapacaksanız yakın Onu ve böylece tanrılarınıza yardım edin! Dediler. (Enbiya, 66-67-68) Peygamberimiz (s.a.v) ve ashabı inancını ve düşüncesini açığa vurduğu için hicrete mecbur bırakılmış. Sokrates düşüncesini ifade ettiği için idama mahkûm edilmiş, Galile dünya dönüyor dediği için hapse atılmış, mezhep imamımız İmamı Azam Ebu Hanife yönetimin yanlışlarına karşı çıktığı için mahpushanede can vermiştir.
Siyasi tarihimizde de partilerin, vakıfların, derneklerin, sendikaların kapatılmalarının, görevlerinden uzaklaştırılmalarının, ana sebebi farklı ve aykırı düşünce sahibi olmalarından kaynaklanmıştır. Bilinmelidir ki fikirler bulaşıcıdır. Zorla, zorbalıkla, baskıyla engellenemez. Tankla topla, copla, mahkemeyle hapisle susturulamaz, belli alanlara hapsedilemez. Tarih şunu göstermiştir ki, bütün yasaklamalara rağmen süreç içinde doğrular yanlışlardan ayıklanmış, düşünürler yok edilse de düşüncelerin yaşatılmasına engel olunamamıştır. Onun için fikirlerle mücadele; rekabet ortamı içinde, barış dili kullanılarak yapılmalıdır. Makul ve mantıklı olanı da budur.
“Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar” Yani hakikat güneşi fikirlerin tartışılmasından ortaya çıkar. Aykırı düşüncelerin rahatça konuşulabildiği ülkelerde ifade özgürlüğünden, temel hak ve hürriyetlerin kullanılabildiğinden söz edilebilir. İfade özgürlüğü bilimsel gelişmenin anahtarıdır. Bir toplumun medeni olup olmadığının göstergesidir. İfade özgürlüğünün kısıtlanması ise, bir toplumun bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve sanatsal açıdan gelişmesine, ahlaki ve ruhsal açıdan olgunlaşmasına engel olmak demektir. Samimiyetsiz, ikiyüzlü, münafık tipli insanların türemesinin yolunu açmak demektir.
Bilindiği üzere gazetecilik, akademisyenlik, siyaset yapma gibi mesleklerin icrası doğrudan doğruya ifade özgürlüğünün mevcudiyetine bağlıdır. Bilim, fikir, sanat, siyaset erbabı, yazar ve çizerler temel hak ve hürriyet sınırları içinde hiçbir endişeye kapılmadan; düşünceleri kamu otoritesinin görüşleri ile örtüşse de ayrışsa da görüşlerini açıklayabilmelidirler. Kanaatlerini beyan eden farklı görüş sahiplerinin taciz edildiği, onların düşünce suçlusu konumuna düşürüldüğü, ağzını açmaktan korkar hale getirildiği ülkeler; medeni ülkeler sınıfında değerlendirilemez.
Stalin: “Biz düşmanlarımızın silah sahibi olmalarına izin vermedik, neden fikir sahibi olmalarına izin verelim ki? Derken, Bayrak şairi Arif Nihat Asya da İfade özgürlüğünün engellenmesini:
“Sessizce düşünsek, duyacaklar bir gün, /Olmazları, olur sayacaklar bir gün, /Bu gidişle bunlar elinden gelse, /Rüyalara sansür koyacaklar bir gün.” Dizeleri ile hicvetmiştir.
Fikirlerin serbestçe yarıştığı toplumlarda hakikatlere daha kolay ulaşmak mümkündür. Kur’an’ da “Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleri ile sizi denemek istedi.” (Maide,48) “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye (savaşasınız diye değil) sizi kavim ve kabilelere ayırdık.” (Hucurat,13) İslam dini başkalarının özgürlük alanları ihlal edilmedikçe inanç ve ifade özgürlüğüne bir sınırlama getirmemiştir. O halde her siyasi görüşe, her inanca, şiddet içermedikçe ve başkalarının kişilik haklarına saldırılmadıkça ifade özgürlüğü alanına sınır konulmamalıdır.
İnanç sisteminizde düşünceyi ifade özgürlüğü en geniş anlamda mevcuttur. Dinimiz farklı görüşlerden istifade etmek için işler hakkında müşaverede bulunmayı emretmiştir. Nitekim ayetlerde: “İş hakkında onlarla müşavere et!” (Âl-i İmrân,159) “Onlar işlerini aralarında müşavere ile yürütürler.” (Şûrâ,38) Buyurulmaktadır. Ancak bu ifade özgürlüğü serbestliği başkalarına küfür, hakaret, tehdit, alay etme ve aşağılama hakkı tanımaz. Bunlar ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.
Günümüzde istişare yerine ortak akıl kavramı kullanılmaktadır. Ortak akıl; bilgi ve tecrübe sahibi olanların görüşlerini birleştirmeleri neticesinde ortaya çıkan görüşü ifade etmektedir. Ortak akıl veya istişarenin amacı; herhangi bir işi yapmadan önce hakikate ulaşmak, muhtemel yanılgılardan kaçınmak için problemlerin çözümünde kendisinden daha tecrübe ve bilgi sahibi olan farklı görüşlerden istifade edilmesi içindir. Peygamberimiz (s.a.v) din ile ilgili konularda vahyin gelmesini beklerken veya Kur’an’ın hükümlerine müracaat ederken, siyasi, ticari, savaş, gibi toplumu ilgilendiren konularda ashabına danışmıştır. Danışmak, sorunların çözümünde ehil olanları çözüme ortak etmek, çok seslilikten ve farklı görüşlerden istifade etmek demektir.
Ülkemizde özellikle siyaset alanında nefret dilinin dozu artırılmak suretiyle; farklı görüşlere tahammül zaafa uğratılmaktadır. Fikirler; doğruluk ve yanlışlık üzerinden değil, yandaşlık ve karşıtlık üzerinden değerlendirilmektedir. Sözlere, söyleyene göre anlam yüklenmektedir. Yanlış icraatları eleştirmek karşıtlık, doğru icraatları desteklemek yandaşlık kabul edilmektedir.
Farklı görüşlerden istifade edilmesi yerine; farklı görüş sahiplerini mat etmek için yalan, iftira, küfür, hakaret, tehdit, şantaj gibi insanlık dışı yöntemler mubah sayılmakta; kendi sesinin çıkmasını başkalarının sesinin kısılmasında, kendi fikrinin kabulünü başkalarının düşüncelerinin hapsedilmesinde aranmaktadır. Böyle bir siyaset yapma tarzı; sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü, uzlaşı, kardeşlik gibi güzel hasletleri yok etmekte, toplumsal uzlaşıyı, barış ve kardeşlik duygusunu yok etmektedir.
Ülkemiz ve insanlık için hayırlı olanı; insani ilişkilerde, hoşgörü, uzlaşı ve kardeşliğin hâkim olabilmesi barış dilinin kullanılmasına, farklı fikirlerin özgürce seslendirilebilmesine bağlıdır. Yazımı bir ayet meali ile bitiriyorum. İyilik ile kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir davranış ile sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş. (Fussilet; 34-35)
MUSTAFA KIR