28 Şubat döneminin muktedir jandarma kumandanı ölmüş. Şener Eruygur’u bugünün nesli bilmez.
“Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke”-“312 general davası”ndan beni mahkum ettirmek için RTÜK’e ve Telekom’a karakol kurdurmuştu. Onunlu ilgili 5.5.2009 (Vakit) tarihli yazımızı hafıza tazelemesine vesile olması dileği ile sunuyorum:*
Onu âniden televizyonda gördüm. Epeydir görmemiştim. Nasıl sevindim bilemezsiniz. “Böyle umumî yerlerde göründüğüne göre, iyileşmiş olmalı” dedim. Hatta tam sıhhatine kavuşması için dua ettim.
Âcil şifalar generalim! Bir an evvel iyileş. Taburcu ol. Koğuşuna, yani cezavine dön.
Senin arslanlar gibi mahkemeye çıkıp savunma yapmanı bütün Türkiye gibi ben de bekliyorum…
Kimden söz ettiğimi okuyucularım anlamışlardır her hâlde. Hani, Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) dâvasından ötürü, askerî alandaki ofisinden alınarak tutuklanan ve Kandıra cezaevinde merdivenlerden düşerek beyin kanaması geçirdiği gerekçesiyle ve GATA patentiyle tahliye edilen eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur İstanbul’un en sosyete yerlerinden Caddebostan’da bir kafeteryada görülmüş. Görülmekle kalınmamış, görüntülenmiş de… Biz de bu vesileyle ekranda gördük, dâvacımız e-generali.
Hemen müzevvirler harekete geçmiş tabiî, “nasıl olur da beyin kanaması geçiren bir adam, açık havada bir yerlere gidip çay kahve içebilir” diye!
Bereket General’in yakınları gerçeği açıklamışlar: “Doktorları hafızasının yerine gelmesi için sokağa çıkmasını sağlık verdi”.
Hafıza tazeleme meselesi böyle durumlarda fevkalade önemli. Gerçekten, hafızasını kaybeden bir kişinin sağlığına kavuşturulması için ne gerekiyorsa yapılmalı. Bu çabayı sadece ailesinin değil, bütün milletin göstermesi lâzım. Onunla bir şekilde ilişkisi olanların da aileleri kadar sorumluluğu var.
Ben şahsen, muhterem e-generalin hafızasına kavuşması için naçizane her türlü katkıya hazırım.
Doktorlar ilgili hastayı bana göndermeden, ben her türlü yardımı ve kolaylığı taahhüt ediyorum.
Evet! Bu e-general benim dâvacım.
Ona bu hususla ilgili safahatı hatırlatırsam, hâfızasının hemen yerine geleceğine inanıyorum.
İnsanlar, kötü şeyleri normal zamanda bile hatırlamak istemezler; elbette hasta iken hiç mi hiç hatırlamazlar. Ama iyi şeyleri, başarılarını, mutlu günlerini, muktedir zamanlarını; bir parmak hareketiyle kişileri, kurumları harekete geçirişlerini hatırlamakta hiç güçlük çekmezler.
Hani, sayın general, 2004 yılının başları idi. Sarıkızların Ayışığıların gündemde olduğu, sürenizin dolmasına az zaman kaldığı günler. Ya emekli edilecektiniz, ya da başarıya ulaşıp, başka bir kuvvet komutanı olarak görevinize devam edecektiniz. Bir darbenin organize işlerinden biri ile ilgileniyordunuz. Elinizdeki devlet imkânlarını kullanarak istediğinizi, arzu ettiğiniz şekilde suçlu gösterecek kumpaslar kurduruyordunuz. Bu vesile ile naçizane şahsımı da bir dâvaya dâhil edivermiştiniz!
Devletin dev kulağı sizdeydi. Emriniz altında bir sürü “teknik” eleman çalışıyordu. Bu fakiri bir dâvaya dahil etmek ve sonucuna ulaştırmak sizin için hiç de zor değildi. Mahkeme, bir tazminat davasını neredeyse ceza davasına çevirmişti. Telekom’dan emrinize uygun yazı çıkarttırmıştınız. Telekomun ilk cevabını iki cümleyken bire indirtmiş ve ilk cümle ile beni suçlu ilan ettirecek medyatörlerinizi bütün hırıtıları ile üstüme salmıştınız. Bir taraftan savunmanlarınız, bir taraftan medyatörleriniz bangır bangır bağırıyorlardı. “Onun her şeyini alacağız! Kolundaki saati bile!”
Kolumda saat olsaydı, onu anında size gönderecektim. Ne yazık ki ben bir saat kullanma özürlüydüm. Daha doğrusu parmağımda yüzük, kolumda saat taşımaktan hoşlanmıyordum.
Mahkeme kararını Yüksek Askerî Şûra’dan önce çıkarttırmış ve medyadaki adamlarınıza “Generallerin hukuk zaferi” manşetini attırmıştınız…
Yine bu tür adamlarınız, anında hesaba çökmüşler ve benim bu tazminat davasında kesilen cezayı ödemem için 120 yıl yaşamam gerektiğini buluvermişlerdi. Bu salmalardan birinin televizyon haberini dinleyen o sıralar 7 yaşında olan kızım, hüngür hüngür ağlamaya başlamış ve “babam yüz yirmi yıl nasıl yaşayacak” demişti!
Bilmem bu anlattıklarım, sizin hatırlamanıza yardımcı oldu mu?
Ne de olsa, son bir yıl içinde başınızdan bir hayli iş geçti. Hayal bile edemeyeceğiniz muamelelere maruz kaldınız, kendinizi her şeye rağmen “mağdur” hissetiğinizden eminim.
Bu anlattıklarım, bir zamanların muktedir kumandanına eski kudretli günlerini hatırlatmış olmalıdır. Öyle sanıyorum ki, yakınları ona benim yazımı okuyacaklar ve “e-generalim, bakın bir zamanlar siz ne kadar güçlü idiniz. Hukuk sizi dinlerdi, şimdi de eninde sonunda dinleyecek, müsterih olun!” diyeceklerdir.
Onlara tavsiyem, yazının bundan sonrasını okumamalarıdır. Çünkü e-generalimin tekrar hâfızasını kaybetmesini asla istemem.
Bidayet mahkemesinin alelacele aldığı kararı şahsımla ilgili eksik incelemeden Yargıtay bozdu. Dâva mahkemesine döndüğünde, eski hâkim emekliliğini istemiş ve olmuştu… Süren mahkeme, bilirkişilere konuyu havale etti. Bilirkişiler lehimde çok kuvvetli mütalaalar verdiler.
Caddebostan’da eşiyle birlikte görüntülenen Mukaddes yengenin, bana bu hizmetimden ötürü teşekkür edeceğinden hiç şüphem yok.
“Bir şey değil, sadece vatandaşlık görevimi yaptım. Eşinizin iyileşmesi herkesten çok benim arzumdur.”
(Vakit, 5.5.2009)