Bir Okul Günlüğü:
Dalına da bindim oh oh
Dalına da bindim oh oh
Çocukluğumun kulağımda iz bırakan en tatlı tınısı… Çocukluğumun bir kısmını Yukarı Çağlar köyünde geçirdim. Bu yılların bende derin izler bıraktığını yıllar sonra anladım.
Günün ilk saatleriyle güneş tatlı yüzünü, tepenin üzerinden göstermeye başlıyor. Heyecanla kapının önüne koşuyorum, baharın ilk günlerinde obaya göçlerin gidişlerini seyretmek için. Göç hazırlıkları başlıyor günün ilk ışıklarıyla… Yataklar, yorganlar, minderler özenle dürülüp eşeklere ve katırlara yükleniyor. Taslar, tabaklar, çatallar, kaşıklar heybede kendilerine yer arıyorlar. Tabi ki çilli horozda kümesten sesini duyurmaya çalışıyor beni unutmayın buralarda diye.
Çoluk çocuk, yaylada obası olan olmayan herkes bu yolculuğa katılıyor. Babaannem eşeğin semerine beni ve kardeşimi özenle yerleştiriyor. Etraftan gelmek isteyen küçük çocuklar olursa onları da kırmıyor, heybenin bir yerlerine bindiriyor. Kendisi de hayvanın arka kısmına duruyor. O çetin yokuşları çıkmak için, hazırlıklar tamam. Gün ağarmaya başladıkça yaylaya tırmanış başlıyor. İnsanı hoş düşüncelere sevk edip, eğlendiriyor nalın tıkırtıları. Nal tıkırtıları bir müddet sonra nağmeli sese dönüşüyor, kuzuların melemeleri kuşların cıvıltılarıyla. Sabah, muştular sunarak tabiatın ahenk içinde uyanışının seremonisini sunuyor. Bir yandan da sabahın serinliğinin verdiği titremeyle kervan uzayıp gidiyor.
Babaannem, yanına sadece yazları geldiğimiz için olsa gerek ya da geleceğe miras bırakmak adına köyde olan her şeyi bize anlatmayı kendine görev edinmişti. Hasta olan bir çocuk ayı ödüyle nasıl yıkanır, soğan ölmesi nasıl yapılır, entarinin fırfırı nasıl olmalı, beze nasıl yapılır, yufka nasıl açılır, köyde kimler akrabadır, bunun gibi nice bilgi… Tarihin bilmem hangi derinliklerinden atalar yoluyla bizlere intikal eden bilgilerdi. Gelenek, görenek, törelerimizdi. Binlerce yıldan beri imbikten süzülmüş ananemizdi. Babaannem bize mi anlatıyordu, yoksa bizi mi?
Bu eğitim, yayla yolunda da devam eder giderdi. Aşağı Topaktaş, Yukarı Topaktaş, Çobansuyu, Arılık, Armutlar, Suluin, Kebendibi, Anişin Çörek, Gelinkaya, Gelinuçtuğu, Kebenbaşı… diyerek yayla yolu mevki tek tek anlatılır ve yol basamak basamak geçer gider. Benim köyde en sevdiğim yerdir, Çıkması çok meşakkatli keçi yolu… En sevdiğim şarkı da belki bu yol yüzündendir, kim bilir? ”Sakın çıkma patika yollara/ O dağlara kırlara/ O karlı ovaya/ Yenik düşüyor her şey zamana/ Biz büyüdük ve kirlendi dünya.”
Soluk soluğa yaylaya varış gerçekleşir. İnek ve keçiler otlatılır, çocuklar koşuşturur. Kadınların bütün gün çalışırlar. Güneş yavaş yavaş yerini zifiri karanlığa bırakır. Belki de hayatınızda başka bir yerde göremeyeceğiniz inci tanesi kadar parlak yıldızlar gökyüzünde yerini alır. Gökteki yıldızları seçmek özgürlüklerin en güzeli olmalıydı. Benim yıldızım hep en parlak olandı.
Maalesef, günümüz çocuklarının pek azının yaşayabileceği güzelliklerdi bunlar.
Şimdi anlıyorum babaannemin çabasını. Gökyüzünün altında hayatını yıldızlar gibi ihtişamlı ve bir o kadar sade yaşamıştı. Mutlu mesut yaşarken hayatını, geleceğe kendisinden bir şeyler bırakmak istiyordu. Deveran eden hayatta bir sonraki kuşağa devrediyordu kültür mirasını. Tıpkı devrettiği gibi diğer bütün mirasını.
Bu bayrak yarışında sıra bizlere geliyor. Şimdi anne olarak taşıdığım bu şerefli emaneti büyük anne olarak da taşıyacağım. Belki de ”Biz büyüdük kirlendi dünya” demek yetmiyor. Babaannemin üstlendiği görevi devam ettirmek için…
Arzu TOSLAK
Karaman İl Kültür ve Turizm Şube Müdürü
Derleyen: Burhanettin Saygılı