eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Prof. Dr. İsmail AYDOĞAN

Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Kahramanmaraş ve Ankara’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Yönetimi ve Teftişi Bölümünden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimler Enstitüsünde, aynı alanda, yüksek lisans ve doktora yaptı. 2015 yılında profesör oldu. "Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri", "Eğitim ve Paradigma", "Kültür Temelli Eğitim", "Eğitimin Türkçesi", "Eğitimde Nezaket", "Bir Dava Adamı Nurettin Topçu" ve "Eğitimin Kimlik Arayışı" adlı kitapları yazmıştır. Ayrıca ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış altmışın üzerinde kitap bölümü, makale ve bildirisi bulunmaktadır. Çalışma alanları, eğitim felsefesi, eğitim politikası, eğitim sosyolojisidir.

    Anlam atfetmek 

    Bir şeye, bir insana, bir duruma, bir olguya gereğinden fazla anlam ifade etmek, insan için, sıkıntılı bir durumdur. Hırs başta olmak üzere hemen hemen tüm olumsuz insan özellikleri, bu aşırı anlam yüklemesinden kaynaklanır. Dinler, öğretiler, nasihatler bu anlam yüklemesini törpülemeye uğraşır. Bu hayatta her şey, insana, insanlığını hatırlatmak içindir. Dahası, belki de doğrusu, insana hayvan başta olmak üzere insan dışı bir varlık olmadığını anlatmak içindir. Sadece aşağılardan olmadığını değil, yukarılardan da olmadığını anlatmak içindir. Mesela tanrı olmadığını anlatmak için kibri, malı, mülkü kötüler tüm nasihatler. Antik yunanın ünlü filozofu Sokrates bile “Paraya, şerefe, üne bu kadar önem verdiğin halde bilgeliğe, akla, hiç durmadan yükseltilmesi gereken ruha bu kadar az önem vermekten sıkılmaz mısın?” der ünlü savunmasında.  

    Olgunlaşmak, gelişmek yani insan-ı kâmil olmak denilince anlatılmak istenen ruhsal bir olgunluktur. İnsanın beden, nefis ve ruhtan oluştuğunu hatırlarsak; nefis alçalmak, ruh yücelmek, beden bunlardan birine uymak ister. Olgunlaşmaya doğru hayatımızı evirirsek, ruhumuz yücelirken, bedenimiz bu yüceliğin dinginliğine bürünür. Güzelleşir ve güven telkin eder etrafa. Buna karşın nefsin boyunduruğu altına girerse insan, tekâmül zincirinden çıkar, bedeni de çirkinleşir ve tedirginlik yayar etrafına. İşte bu nefsin cenderesindeki insan, yücelik ve aşağılık arasında gider-gelir. Bu dengesizlik hali gereğinden fazla değer verme ya da gereği kadar önemsememeyi doğurur. Çağın insanının, yani hakikatten uzaklaşan insanın ruh hali budur. Bedeni ile nefsi arasında gidip gelmekten bitap düşer. Bu düşmekten, bu bataklıktan kurtulma sürecine terbiye diyoruz. Terbiyeli olmak, hem kendini hem de sınırlarını bilmek demektir. Bu da, Rabbini bilmek demektir. Rabbini bilmeyen, yüceliği ve aşağılığı da bilmez. Bu nedenle sürekli tapınmaya hazır bir halde ortalıkta gezer.  

    Bundan dolayı bir şeye, bir kişiye, bir duruma gereği kadar değer vermek gerek. Bunun için, insana, bir miyar gereklidir. Bu ölçüt, kuşkusuz hakikattir. Hakikatten maada bir ölçüt geliştirmek, kişiyi hüsrana sürükler; önüne gelen ne varsa, onu, çıkarına göre değerlendirir. Bir şeyin değeri hakikate yaklaştıkça artarken, hakikatten uzaklaştıkça düşer. O halde hakikat anlam vermenin yegâne miyarıdır. Hakikatten kasıt, kuşkusuz, haktır, yani Allah’tır. Şu halde, bir şeye çıkarımıza yahut işimize geldiği gibi değer veremeyiz, anlam atfedemeyiz ve onları (olayları, olguları) değerlendiremeyiz, İnsan kendisinin başıboş bırakıldığını sanmamalı, ölçütünün de bir ölçütü olmalı. Gaflet, büyük ihtimal, ölçütün bir miyarının olmamasından zuhur eder. Gaflet içerisinde olan bir topluluğu uyarmak için gönderilenler (peygamberler, veliler ve filozoflar), anlamı ve değeri nereye vermemiz gerektiğini bize söylerler ve kimi zaman bizi ihtar da ederler. 

    Bir ideale sahip olmak, bir dava sahibi olmak, bu nedenle, hayati bir meseledir. Davası olanın avareliği olmaz. Dava, kuşkusuz haktan yani ruhtan neşet etmelidir. Haktan neşvünema etmeyen bir meseleyi dava haline getirmek, kendini kandırmaktır. Ki bu nefsin insanın ayağına dolanması, ona hâkim olmasıdır. “Çünkü nefis, rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder.” O halde, şeylere, insanlara ne düzeyde anlam atfedeceğimiz ve onları nasıl değerlendireceğimiz hakça olmalıdır, kendi nefsimize göre değil. Bu ise ancak terbiyeyle mümkündür, eğitimle değil. 

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.