Eğitimimizde özgünlük namına örnek gösterilebilecek bir şeyimiz yok. Okul öncesi eğitim, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite ve lisansüstü eğitimin biçimi batıdan alındığı gibi müfredat dâhil hemen her içerik yine batıdan kopyalanmıştır. Buna öğretmen yetiştirme dâhildir. Eğitim tarihçileri öğretmen yetiştirme tarihini Tanzimat’la başlatmaya pek heveslidirler. Doğrudur ama bununu batı tipi öğretmen yetiştirmenin tarihiolduğunu belirtmek lazım. Günümüzde bu batı kopyacılığı bütün gücüyle devam ediyor. Liselerin sessiz sedasız dört yıla çıkarılmasından tutun değerler eğitimine, mesleki eğitim merkezlerinden okul öncesine verilen öneme kadar bu böyle.
Günümüzde batıcılık köylümüzden şehirlimize, dindarımızdan sekülerimize, işçimizden aydınımıza kadar kanıksanmış durumda. Bu bir gelişme yahut çağın bir gereği olarak değerlendiriliyor ama öyle değil elbette. Çünkü organik bir gelişme değil. Organik olsaydı tarihsel kırılmalar yaşamazdık,gelişimin önünü kapatmazdık; tam aksine ahilik teşkilatından mesleki eğitim, medreselerden üniversite, Enderun’dan araştırma enstitüleri çıkarabilirdik. Ama olmadı. Bu durum hem bizim hatamızdır hem de batılıların sömürgeci ruhuyla fırsata çevrilmesidir.
Gelinen noktada artık batı diye bir sorunumuz yok. Sorunumuz bir kambur gibi sırtımızda duran kendi kültürümüz. Atsan atılmıyor, satsan satılmıyor (!). Gerçiortada elle tutulur bir kültür de kalmadı (Milli kültür diye bahsedilen bir tuhaflık var. Kültür zaten bir millete ait bir şeydir. Ayrıca etimolojik olarak millet aynı dine inanan insanlara denir. Fransızca national karşılığı olarak kullanıldığından anlamı daraltılmıştır. İşte batıcılık böyle bir şeydir. Sadece kavramları değil, onu kullanan insanı da daraltır). Öte yandan okullarımızın, evlerimizin, sokaklarımızın yapısı ve içi ne Türk kültürünü ne Müslüman kültürünü yansıtıyor. Fransızcadan aşırdığımız appartement’larda yaşamayı modernlik, çağdaşlık sanıyoruz. Ülkemiz baştan sona bu tuhaflıklarla doldu taştı. Okul binalarımız da elbette bu tuhaflıktan payını alıyor. Manevi kültür diye bahsedilenler arasında yer alan din bir psikolojiye; cami, türbe yahut cemaatler gibi sivil toplum yerleri de psikolojik rahatlama merkezlerine döndü. Türkçemiz ise sokaklarda yok. Tüm bunları sorun etmiyoruz çünkü sekülerlik artık bedenimizde değil ruhumuzda.
Ne yapmalı? Yapılacak olan şey kuşkusuz diriliştir. Kültürümüzle diriliş. Başka bir diriliş biçimimiz yok bizim. Eğitimi de öğretmeni de sıradan insanımızı da aydınımızı da buradan dirilteceğiz. Herkes oraya gidecek, oradan kalkış yapacak. Düşünmeyi oradan öğreneceğiz, okumayı oradan sökeceğiz. Eğitimi, yönetmeyi, oturmayı, kalkmayı, edebi, erkânı, terbiyeyi, gülmeyi, ağlamayı, konuşmayı oradan öğreneceğiz. Oradan neşvünema eden tarihi, edebiyatı, mimariyi yine oradan öğreneceğiz. Öğretmeni de müdürü de okul binalarını da oradan öğreneceğiz. Unutmayalım bizim altın çağımız ileride değil geridedir. Bu nedenle kültürümüz yaşamayabilir ama yok değil.
Bu kültürü ne edip tutup dirilteceğiz. Önce edep diyeceğiz mesela. Ekonominin bir ahlak işi olduğunu haykıracağız; bilgili değil hayâlı insanı önceleyeceğiz; modernizmin ve batıcılığın kültür yıkıcı bir düşünce olduğunu kabul edeceğiz; insanın öyle sanıldığı gibi boş bir levha (tabula rasa) halinin olmadığını bileceğiz ve işlerimizi kültürümüze göre halledeceğiz. Mesela okul öncesi eğitimin modern, batıcı, seküler ve kültür karşıtı bir kurum olduğunu anlamakla ve bunun yerine anneliği ve toplum hayatını kültüre göre düzenlemekle başlayabiliriz işe. Yine öğretmende önemli olan şeyin bilgi değil ahlak olduğunu; öğretmenliğin teknik bir meslek değil, ahlaki bir meslek olduğunu anlayarak da işe başlayabiliriz.
Elbette her şeyden önce bunun zor bir şey olmadığına inanmalıyız. Ve belki de her şeyin ilki olan bir şeye, yani düşüncelerimizde ve eylemlerimizde neyi temel aldığımıza bir karar vermeliyiz. Eğer bunun cevabı kültürse, yani kültürümüzü düşüncelerimizde ve eylemlerimizde temel alıyorsak, o vakit, son 20 yılda okul öncesi eğitimde (5 yaş grubunda) okullaşmayı yüzde 14’den % 90’lara çıkarmanın övünülecek bir şey olmadığını bilmeliyiz. Çünkü batılılar kurdukları seküler hayatın ömrünün seküler düşüncelerin ve yaşamların erken çocukluk evrelerinde öğretilmesiyle uzadığını biliyorlar. Bu nedenle erken çocukluk eğitimine önem veriyorlar, destekliyorlar ve teşvik ediyorlar. Okul öncesi eğitime gitmiş çocuklarla gitmemiş çocukların mukayese edildiği araştırmaların hepsinde ortaya çıkan sonuçların gidenlerin lehine olması boşuna değil. Okul öncesi eğitim, sekülerizmin endoktirnasyon merkezlerinin ilk basamağıdır. Ne yazık ki eğitimin bir muharebe alanı olduğu henüz bizim ülkemizde anlaşılmış değil. Seküler eğitimin var olması ve yaşayabilmesi için şu an cansiparane çaba gösterenler, olur da bir gün bu muharebenin varlığını veciddiyetini idrak ederlerse, o vakit iş işten geçmiş olacağından, hallerine ağlayacak zamanları hayli bol olacak. Elbette göz pınarları unutmamışsa ağlamayı…
Hocam kaleminize yüreğinize sağlık
20 yılda okul öncesi eğitimde (5 yaş grubunda) okullaşmayı yüzde 14’den % 90’lara çıkarmanın övünülecek bir şey olmadığını bilmeliyiz. …
Değerli hocam çok önemli bir tespit maalesef şu anda yetkili konuma gelen herkes aynı Rüzgar arkasına alarak okul öncesi ulaşma oranını artıracağız diye yarış içindeler
Hatta köylerden bile zorla çocukları servisle sabahları evinden getiriyoruz annesinden koparıyoruz… Allah encamimızı hayır eylesin