Hz. Peygamber’in meşhur hadisini hatırlıyorsunuz:
“İlim Çin’de de olsa onu arayıp bulun,
İlim nerede ise siz de onunla olun.”
Son Peygamber’e aşık olan Mehmet Akif Ersoy ise farklı bir istikameti gösteriyordu:
“Alınız ilmini Garb’ın alınız sanatını
Veriniz mesainize hem de son süratini.”
Aslında iki söz arasında büyük bir fark yoktur. Çünkü her ikisi de ilmin ve hakikatin peşinde olmayı tavsiye ediyor. Kainattaki “ayet”leri bulmak için “kutlu yolculuk”un gerekli olduğunu söylüyor. Buradaki farklı istikametler meselenin özü ile ilgili değildir. Zaten dünya yuvarlak olduğuna göre doğuya giden batıya, batıya giden doğuya ulaşır. Ayrıca bilindiği gibi “Doğu da Batı da Allah’ındır” ( Bakara,2/115) Önemli olan nerede ne aradığını bilmek, kimden nasıl istifade edeceğine karar vermektir. Mekke esas alınırsa Batı’ya; Kahire’ye, Kayravan’a Kurtubaya gidenler de , Doğu’ya ;Bağdat’a Buhara’ya, Bombay’a gidenler de aynı hedefler için koşuşturuyordu. Selçuklularla birlikte Konya, Kayseri Osmanlılarla birlikte Bursa, İstanbul öne geçti.
XIX. Yüzyılda bizim toplumumuzda yaygınlaşmaya başlayan “Batıya gitme” anlayışı XX. yüzyılın başında hızlandı ve Osmanlılar çeşitli sahalarda yetişmek üzere gençlerini Avrupa ülkelerine özellikle; Almaya, Fransa ve İngiltere’ye göndermeye devam etti. Dinî hayatla ilgili köklü değişikliklere imza atan Cumhuriyet döneminin yöneticileri de aynı yolun yolcusu oldular.
Cumhuriyet’in ilk yılarlıda “Garbın İlmini” almak üzere bu topraklara gönderilen gençlerden biri de –o günkü adıyla- Nurettin Ahmed idi. 1909 da Erzurum’lu Ahmed Efendi ve Eğin’li Fatma Hanım’ın çocuğu olarak İstanbul’da doğan Topçu, İstanbul Lisesini tamamladıktan sonra 1928 de Avrupa’da öğrenim imtihanını kazanarak Fransa’ya gitti. 1934’te Sorbon’da felsefe doktorasını veren ilk Türk unvanına sahip oldu. Fransa’nın câzip tekliflerini reddedere ülkesine döndü, aşkla şevkle öğretmenlik yapmaya başladı. Doçentliği kazandığı halde üniversiteye alınmadı
Burada ister istemez aklımıza beş harfli bir kelime gelmektedir: Niçin?
XX. yüzyıl Avrupa’sı, kiliseye meydan okuyan materyalizm, kapitalizm, rasyonalizm başta olmak üzere birçok cereyanın cirit attığı bir alandı. Dolayısıyla daha derinlerde akıp giden mistik ve manevî alan çoktan gözden düşürülmüştü. Topçu ise hakikate aşıktı ve onu arıyordu. Kader onu aradığı dünyanın büyükleriyle bir araya getirdi. Aynı yıllarda mistik felsefesinin en büyük temsilcilerinden biri Henri Bergson’la tanıştı. Hareket (aksiyon) felsefesinin piri Moris Blondel’le buluştu. Hallac ve İslâm tasavvufu ile meşgul olan Luis Masignon’un Türkçe öğretmeni oldu. Böylece fıtratında var olan bir “gizli hazine”nin keşfedilmesinin önündeki bazı engeller belli oranda kalkmış oldu. Bu ilim ve hakikatı arama aşkı ile birlikte 25 yaşında “İsyan Ahlakı” isimli doktora tezini tamamladı.
Ancak ülkemizde 1924-1934 yılları arasında özellikle Şeyh Said ve Menemen olayları sebebiyle bir çok şey değişmiş, kanunlar çıkmış , devrimler yapılmış, değerler farklılaşmış, dinî-tasavvufî terimler kullanmaktan korkulur hale gelinmiş, birçok insan sürgüne gönderilmiş ve bir çoğu da idam edilmişti. Şimdi, genç ilim adamının kaleme aldığı ve doktora tezi olarak Sorbon’da başarıyla savunduğu “İsyan Ahlakı’nın son cümlelerini okuyalım:
“Anadolu bin yıllık tarihinden beri sadece sınırlarda değil hem de devlet merkezinde ve aynı zamanda kendi kalblerinin derinliğinde, kutsal cihad ilân ederek cemaatin selameti için kendilerini feda eden kahramanlardan ve şehitlerden mahrum kalmadı. Kendi tasavvuf geleneğine yeniden sarılacak olan Anadolu çocukları, hem kendi nefislerinin zorbalığına hem de despotların zulmüne karşı her zaman kutsal cihad ilân edecekler ve kendi darağaçlarının önünde cesaret ve gururla cihadlarının tam anlamıyla şuurunda olarak: “Ben Hakikatim = ene’l-Hakk” diyebileceklerdir.”
Yukarıda sorulan “niçin” sorusunun cevabını bu satırlarda ve satır aralarında bulmak mümkündür.
Nurettin Topçu eğitim ve öğretim faaliyetlerine Galatasaray Lisesi’inde Felsefe öğretmeni olarak başlamış, 1939 yılından itibaren yayınlanmaya başladığı “Hareket” dergisiyle düşüncelerini kamuoyuna aktarmış, kaleme aldığı eserlerini birer birer yayınlamıştır. İç alemindeki derûni kıpırdanışlar Abdülaziz Bekkine hazretlerinin sohbetleriyle mecraını bulurken Celal (Hoca) Ökten’in, Hüseyin Avni Ulaş’ın, Ali Fuat Başgil’in ahlak ve cesaretlerine her zaman ve her zeminde hayran olmuştur.
17 Nisan 1967 de vefat eden Ali Fuat Başgil’in mezar taşındaki metin ona aittir:
“ Kırk yıl Türk milletine ilim ve irfan aşılayan ilmi asârından, şahsı ilminden, kalbi âlemden büyük Anadolu’nun asil evladı Ali Fuat Başgil burada Rabbinin eşiğine ulaştı. Ruhu için fatiha istiyor.” Bu cümleyi Nurettin Topçu’nun mezar taşına yazmanın hiçbir mahzuru yoktur. Aslında onun dostları için yazdığı ve “Millet Mistikleri” isimli eserde bir araya getirilen yazıların hepsinde kendisinin sevda, ümit ve özlemleri vardır.
XX. Yüzyılın en büyük velilerinden biri olan Mehmet Akif Ersoy için ise zaman içinde yazdığı yazılar müstakil bir eser olarak basılmıştır: Mehmet Akif. Eserin son satırlarını birlikte okuyalım:
“Gerçek dindarlık, vatanseverlik ve insanlık kavramlarını kendinde birleştiren büyük idealist, din dünyamızı hislerle hurafelerden sıyırıp iradenin hayatına yükseltti. Milliyetçiliği ahlâk ve fazilet davasının eşdeğeri yaptı. İnsanlık idealini, İslâm’ın ruhundan ayrılmaz, bölünmez bir cevher halinde tanıttı. Bütün büyükler gibi o da zaman ve asırlar geçtikçe daha iyi anlaşılacaktır. Bugünkü buhranlı varlığımızda üniversitenin başında, gençliğin önderliği yerinde, basın taifesinin irşad ve istikamet vericiliğinde, dilimizi katledenlerin hayasız saldırışı karşısında, maarifimizin mihrabında, din ordusunun en önünde varlığımızın kurtarıcısını beklediğimiz bütün ümit katili acıların baş ucunda hep onu, hep onu aramaktayız.
Akif’in ebediyet tepesine çektiği sancağın gölgesinde menfaatlerden, hakaretlerden, taassuplardan, zulumlerden doğan kinlere paydos! Milletimize İstiklâl Marşı sunan büyük ruh sahibi, ondan çok daha büyük eser olarak ruhlarımızı istiklâl ile selâmete kavuşturacak hakikatin müjdesidir.
O bu emaneti ebedilikten aldı, merhamet idealinin aşıkı olan gönüllerde ebedi kalacaktır” ( 1998,87-88)
Dostlarından Ali Nihad Tarlan için daha sağlığında 1970 yılında bir yazı yazmış, Tarlan da onun vefatına şöyle bir tarih düşürmüştür:
Göçtü o hilkat-i güzin
Oldu ufülü pek hazin
Sâl-i vefatını anın
Üç melek-i ziya-cebin
Çıktı figan edip dedi
“GİTTİ DİRİĞ NUR-I DİN”
Ömrü boyunca dinleyen, okuyan, okutan ve yazan hocamızın eserleri ellili yıllarla birlikte irili-ufaklı risaleler halinde kamuoyuna sunulmuştur. Vefatından sonra belli konularla ilgili makaleler bir araya getirilerek neşredilmiştir.
Nurettin Topçu Külliyatı:
1975 yılında vefatından sonra Hareket Dergisi’nin Ocak 1976’da çıkan 112. Sayısı Hece dergisinin Ocak 2006 da çıkan 109. sayısı Nurettin Topçu’ya tahsis edilmiştir. 2016 yılında biri Erzurum’da diğeri Ankara’da basılan sempozyum bildirilerinde Hoca’nın hayatı, eserleri, fikirleri tartışılmıştır.
Onunla ilgili yapılan araştırma ve hazırlanan tezlerin bir kısmı şöyle sıralanabilir:
1.Emin Işık/ Nurettin Topçu Çağdaş Bir Dervişin Dünyası
2.Ezel Erverdi/Nurettin Topçu Dünden Kalanlar Geleceğe Umutlar
3.Muzaffer Civelek/Kırk Yıl Sonra Dün Gibi Nurettin Topçu
4.Mehmet Sılay/Fikir Dünyamızın Yıldızlarından Nurettin Topçu
5.İsmail Kara Nurettin Topçu Hayatı ve Bibliyoğrafyası
6.Süleyman Seyfi Öğün/ Türkiye’de Cemaatci Milliyetcilik ve Nurettin Topçu
7.D. Mehmet Doğan,/ İki Yol Açıcı: Nurettin Topçu Necip Fazıl
8.Mustafa Kök/ Nurettin Topçu’da Din Felsefesi
9.Mehmet Sarıtaş/Nurettin Topçu’da Sosyo-pedagojik Yapı
10.Hüseyin Kahraman/Nurettin Topçu’da Ahlâk Felsefesi
11.Mehmet Fatih Birgül/Nurettin Topçu’nun Entelektüel Biyoğrafisi
12.Fırat Mollaer/Nurettin Topçu Üzerine Yazılar
Yarınki Türkiye’nin 14 Mayıs 1961 tarihli önsözü “Anadolu’nun kurtuluş savaşı ruh cephesinde henüz yapılmadı” diye başlıyor ve şöyle neticeleniyor: “Yarınki Türkiye’nin kurucuları millet ve cemaat uğrunda fedakarlıklar kabullenenlerin artık bulunmadığı cemiyetimizde, muhtelif simada insanları şahıslarında birleştireceklerdir. Onlarda Yunus Yavuzla birleşecek, Sinan Akif’e uzanacak, Ebu Hanife Hüseyin Avni’yi tebrik edecektir. Ve onların eseri olacak Yarınki Türkiye şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolu’nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna inanmış bir ruh…”
10 Temmuz 1975 günü vefat eden Nurettin Topçu, Kozlu mezarlığına defnedilmiştir. Mezar taşında hayranı olduğu Mehmet Akif’in mısraları var:
Serilmiş secdemin inler durur yerlerde miracı
Semalardan gelir ummanların tehlil-i emvacı
Karanlıklar ışıklar gölgeler sussun ki Allah’ım
Bütün dünyayı inletsin benim secdem benim âhım
Hepsini rahmetle ve minnetle anıyoruz.