Medreselerin Islâhında İkinci Perde:
Dr. Hasan YILDIZ
II. Meşrutiyet’le birlikte medreselerde hayata geçirilmesi planlanan yeni düzenlemeler toplumun hemen hemen tüm kesimleri tarafından büyük heyecanla karşılanmış olsa da bu düzenlemelerin içeriğine ve yöntemine ilişkin farklı görüşler ortaya çıkıyordu. Bu farklılık ilmiye sınıfı içerisindeki gelenekçi ulemâ ile reform taraftarı ulemâ arasındaki fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktaydı. Reform yanlısı ulemâ medreselerin Batı tarzı mektepler model alınmak suretiyle dönüştürülmesini ve kapsamlı bir şekilde yapılandırılmasını isterken diğer kesim geleneksel medresenin korunmasını arzu ediyordu. Türkçülük fikriyatını benimsemiş çevrelerde ise değişik gerekçelerle ıslâhata ihtiyatla yaklaşılıyordu.
Diğer taraftan 1910 senesinde yeni/modern ilimlerin medrese programına ilave edilerek bu derslerin okutulacağı müstakil dershanelerin açılmasıyla öngörülemeyen pek çok güçlükle karşılaşılmış, umutlu bekleyiş kısa süre sonra yerini hayal kırıklığına bırakmıştı. İlaveten 1912 ve 1913 yıllarında Balkan Harplerinin patlak vermesi İstanbul’un büyük göç dalgalarına maruz kalmasına yol açmış, muhacirler İstanbul medreselerini barınak edinmeye başlamıştı. Dönemin hassasiyeti nedeniyle zuhur eden pek çok yeni sorunlara büyük İstanbul yangınları da eşlik etmiş, bu defa medreseler yangınzedelerin sığındıkları mekanlar arasında yerini almıştı.
Tüm bu olumsuz gelişmelerle birlikte devletin içine düştüğü siyasî ve mâlî buhran nedeniyle maddî kaynak ve destekten mahrum kalan medreselerin büyük bir kısmının bakımsızlık nedeniyle sağlıklı mekânlar olmaktan uzaklaşmaya başladığı görülmekteydi.
1914 yılına gelindiğinde medreselerde yaşanan krizin çözülmesi adına Şeyhülislamlık makamının medreselerden sorumlu birimi Ders Vekâletine bağlı olarak danışma ve karar organı sıfatıyla görev yapan Meclis-i Mesâlih-i Talebe’nin aldığı bir kararda çok yerinde bir tespitle meâlen şu açıklamalara yer veriliyordu:
“…asırlardan beri ümmetin ileri gelenlerini yetiştirmiş olan medreseler yavaş yavaş eski ihtişam ve gücünü kaybederek peş peşe gelen asırlarda gerilemeye yüz tutmuştur. Medreselerde mevcut olan bu gerileme ve çöküşün başlıca sebebi medreselerin her asrın ihtiyacına göre yenilenmesinin ihmâl edilerek, “zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceği” hükmünü dünyaya telkin eden ilmiye mensuplarının her nasılsa medreseler hakkında bu hükümden gafil olmalarıdır…”
Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere 1910 senesinde gerçekleştirilen düzenlemeyle yeniden toparlanacağı umut edilen medreseler için büyük bir hayal kırıklığı yaşanmıştı. Bahse konu yazının devamında, 1910 senesi ıslâhatı kapsamında yeni dershanelerin açılması ve medrese programlarına yeni ilimlerin ilave edilmesi bir yenilik sayılsa da bu düzenlemelerin yeterli olmadığı belirtilmiş, daha geniş ve daha esaslı bir ıslahata ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir.
Yazıda “her şeyden evvel yetenek sahibi; muktedir ve mütehassıs müderrislere ihtiyaç duyulduğu,” hususunun öncelikle hayata geçirilmesi gereken adım olduğu vurgulanarak II. Meşrutiyet dönemi Maarif Nazırlarından eğitimci Emrullah Efendi’nin Tûbâ Ağacı Nazariyesinin benimsenmesinin tek çıkar yol olduğu ortaya konuluyordu. Nitekim 1910 senesi ıslahat uygulamasında müderris ve muallimlerin yetersizliği, medreselerde gerçekleştirilecek dönüşümün ve yenileşmenin önündeki en önemli sorunlardan biri olarak görülmekteydi.
Bu amaçla hazırlanan bir nizamnâmeyle lisansüstü eğitim vermek üzere dört yıllık Medresetü’l-Mütehassısîn’in açılması hükme bağlanmış, ancak bu nizamnâme uygulamaya geçirilememişti. Kısa bir süre sonra Mustafa Hayri Efendi’nin şeyhülislâmlık makamına getirilmesiyle birlikte medreseler için köklü ve kapsamlı düzenlemelerin ilk hazırlıkları yapılmaya başlandı.
Hemen hemen bütün mesaisini medreselere hasretmiş olan Şeyhülislâm Mustafa Hayri Efendi, İstanbul’daki medreselerin ıslâhı için bir Encümen-i İlmî oluşturarak gerekli mevzuatın hazırlanması çalışmasını başlatmıştı. Dedikoduya maruz kalarak sonuçsuz kalmaması amacıyla yürütülen çalışmaların Bâbıâli tarafından onaylanıp kesinleşinceye kadar gizlilik içerisinde sürdürülmesini sağlamıştı.
Encümen, medreselerin ilmî yönüne önem vermekle birlikte özellikle teşkilat yapısına ilişkin köklü düzenlemeler hazırlamıştı. Eş zamanlı olarak öncelikle İstanbul’daki medreselerin envanteri çıkartılmış, ardından İstanbul medreseleri kurum tabibi tarafından tek tek dolaşılarak hıfzıssıhha açısından ikâmete ve barınmaya elverişli olanlar belirlenmişti.
Tüm bu çalışmalar yeniden tesis edilecek olan Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nin fizikî mekanlarını ve kontenjanını belirlemede esas alınacak bir çalışma olması açısından önem arz etmekteydi. Bu çalışmaların neticesinde İstanbul’daki toplam 185 medreseden 81’inin Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi kapsamına alınması kararlaştırılmıştı. Islahatın ilk adımı İstanbul medreselerini kapsadığı için tüm medreseler tek çatı altında toplanarak Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi yani İstanbul Medresesi adını aldı.
Yapılan planlamaya göre Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi dörder yıllık eğitim süresine sahip üç kademeden oluşturuluyordu. Kısımlar Tâlî Kısm-ı Evvel, Tâlî Kısm-ı Sânî ve Kısm-ı Âlî adıyla isimlendirilmişlerdi. Aynı semtte, birbirine yakın mesafede toplanmış olan medreseler kısımlardan birine tahsis edilecek, böylece bir nevi kampüs/yerleşke benzeri bir yapılanmayla medresenin sevk ve idaresi daha sağlıklı yürütülecekti. Ayrıca fiziki ve beşeri kaynakların daha verimli kullanılması da sağlanacaktı.
Ancak, Sağlam bir teşkilat yapısı ve güçlü eğitimci kadrosuyla 1 Ekim 1914 tarihinde açılışı gerçekleşen Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nin üzerinden henüz bir ay geçmemişken Osmanlı İmparatorluğunun 29 Ekim 1914 tarihinde Birinci Dünya Savaşı’na resmen girmiş olması, medreseler için hayatî öneme haiz bu eğitim hamlesinin de gözlerden uzak kalmasına yol açtı. Böylece gerek fizikî yapı itibarıyla gerekse öğrenci sayısı itibarıyla %50’lik bir kayba uğrayan yeni medrese mâkus talihine doğru yol almaya devam ediyordu.
Netice itibarıyla geleneksel medrese sisteminde köklü düzenlemeler yapılarak tesis edilen Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’ne bağlanan ümit ve heyecan, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte ilk darbeyi almış oldu.
Öte yandan, yaşanan tüm zorluklara rağmen 1915-1916 öğretim yılı başında Fatih’teki Yavuz Selim Camii avlusunda yeniden inşa edilen I. Abdülhamid Medresesi binası lisansüstü eğitim vermek üzere Medresetü’l-Mütehassısîn’e tahsis edildi. Mimar Kemaleddin tarafından inşa edilen bu bina medreseler için modern mimârî tarzda inşa edilen ilk yapı olması açısından dikkat çekmekteydi. Halen bir eğitim kurumuna ev sahipliği yapan bu binanın inşa edildiği dönem itibarıyla modern görünüme sahip olması medreseler için arzulanan değişimde ısrarcı olunduğunun göstergesi sayılabilir.
Bir sonraki yazımızda Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nin idârî ve ilmî yapısına değinmek dileğiyle….