Farsçadan dilimize geçen “berceste” kelimesine TDK Güncel Türkçe Sözlük’te, “Değeri yüksek olan; seçilmiş, seçme.” anlamları verilmiş. Bir edebiyat terimi olarak “Sanat değeri yüksek olan dize, mısra.” anlamında kullanılıyor.
Edebî bakımdan estetik değere sahip, kolayca ezberlenip hatırlanabilen, söyleyiş güzelliği olan; derin ve güçlü anlamlar taşıyan bercesteler, özellikle Divan edebiyatında şairin ustalık alameti olarak görülür. Bir şiirin en güzel mısraına “mısra-ı berceste” denir. Tek mısralık bercestelere “âzâde” ya da “âzâde mısra” adı verilir. Beyit veya dörtlük hâlinde olanlar da vardır. Edebiyatımız, hikmet niteliğindeki bercesteler bakımından oldukça zengindir.
Şair kişiliği ile öne çıkan Osmanlı dönemi devlet adamlarından Koca Râgıb Paşa (1698-1763), berceste kelimesini “Eğer maksûd eserse mısra-ı berceste kâfidir.” mısraıyla zirve sayılabilecek bir şekilde anlamlandırır. Onun bu bercestesine göre; eğer maksat eserse (eser ortaya koymaksa), seçkin (güzel) bir mısra yeterlidir.
Zamanla darbımesel (atasözü) hüviyetine bürünen berceste mısralar; dile getirilmek istenen duygu, düşünce ve hayalleri kısaca ve özlü bir şekilde anlatmaya yarar.
Hafızası güçlü kimseler, yazılı veya sözlü anlatımlarda bercestelerden olabildiğince yararlanır. Yeri geldiğinde ezberindeki bercesteyi yerli yerinde kullanıverir. Sözünün anlamını kuvvetlendirir. Bu, basit bir söyleyişle taşı gediğine koymaktır. Uzun uzun anlatılan ya da anlatılacak olan konu; bir mısra, beyit veya dörtlükle, yani bir berceste ile zihinlerde kalıcı hâle gelir. Bercestenin bu hâli, onun en önemli özelliği olsa gerektir.
Osmanlı Devleti’nin sekizinci padişahı İkinci Bayezid, Âdlî mahlasıyla yazdığı “Kendi kendine ettiğin âdem / Bir yere gelse edemez âlem.” mısralarında “Bir insanın kendi kendine yaptığını, bütün insanlar bir araya gelse yapamaz.” diyerek düşünmeden, ölçüp biçmeden hareket eden insanların ahvalini dile getirmektedir.
Osmanlı Devleti’nin onuncu padişahı Kânûnî Sultan Süleyman’ın “Halk (insanlar), en büyük saadetin devletin en yüksek makamında oturmak olduğunu zannediyor. Oysa dünyadaki en büyük saadet, sağlıklı bir şekilde nefes alabilmektir.” anlamında söylediği “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.” mısraı da unutulmaz bercesteler arasındadır.
Keçecizâde İzzet Molla, damdan düşenin hâlini damdan düşer anlar manasında “Dert ehli bilir hâlini ehl-i derdin.” der. Yani, dertlilerin hâlinden dertliler anlar. Nimete şükredebilmenin bir nimet olduğunu ise şu bercestesiyle dile getirir: “Şükr-i ni’met, o da bir ni’mettir.”
“Su uyur, düşmen uyur, haste-i hicrân uyumaz.” diyerek ayrılık derdinin büyüklüğünü belirten Şeyh Gâlib, “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.” bercestsiyle insanı uyarır: Kendi kişiliğine (özüne, yaratılışına) hoş bir nazarla (ibretle) bak; sen âlemin özüsün. Sen, varlıkların gözbebeği olan insansın!
14. yüzyıl Divan edebiyatı şairlerinden Ahmedî, zenginlere “Elindeki servetin ile iyi bir ad bırakmaya çalış. Bir işin doğrusunu Allah bilir ama benim bildiğim yol budur.” diyerek bir hatırlatmada bulunur: “Mâlın ile eyü âd et iktisâb / Yol budur, vallahü a’lem bissevâb.”
Divan edebiyatı geleneğiyle yetişen Tanzimat Dönemi şairlerinde de berceste geleneği devam eder.Namık Kemal, “Kimsenin lütfuna olma tâlib / Bedeli cevher-i hürriyetdir.” bercestesiyle “Bir kimsenin (sana) yardımda bulunmasını isteme; (zira) karşılığı hürriyetindir.” hatırlatmasında bulunur.
Özellikle Terkîb-i Bend’indeki pek çok mısraı bir atasözü gibi hafızalara kazınan Ziya Paşa, “Nice insanlar vardır ki, lâfla bütün dünyayı düzeltmeye çalışırlar (düzelttiklerini zannederler); oysa onlarda (evlerinde, çevrelerinde) bin bir çeşit tembellik bulunur.” anlamındaki “Anlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât / Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde.” mısraları tembellik edenlere mesajdır. “Allah’a sığınan, O’ndan yardım bekleyen kimsenin yardımcısı Hakk’tır. Neşesiz gönül, bir gün mutlu olacaktır (Ağlayanlar, bir gün gülecektir).” anlamındaki “Allah’a tevekkül edenin yâveri Hakk’dır / Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır.” mısralarının muhatabı tevekkül ve teslimiyet sahipleridir. Onun “Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” bercestesine “Âyinesi laftır kişinin, işe bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı yalanında.” diye bir nazire yazılsa muhterem incinmez herhâlde.
Velhasılıkelam, hafızayı bercestelerle tahkim edip taşı gediğine ustaca koymaya hazır mısınız?
Kaynak: Şiirden Şuura, Mustafa Uslu, Erkam Yayınları
Çok güzel bir yazı olmuş kıymetli hocam. Günümüzde halimizi beş on kelimeye sığdıran bir nesil olarak “Taşı gediğine koymak” biraz zor ama…
Taş da gedik de birbirini arasın dursun… Tencere de kapağı bulsun… Ben de kaleminizden dökülen bu satırları okurken keyfimi buldum…
Hocam kaleminize sağlık. En güzel berceste örnekleriyle ruha dokundunuz yine.
Kıymetli hocam emeklerinize sağlık Bu yazınızdan da istifade ettik inşallah
Mustafa Hocam “hafızayı bercestelerle tahkim edip taşı gediğine ustaca koymaya hazır mısınız?” diye soruyorsunuz. Yerinde ve isabetli bir soru. Eskiden söz vardı, söyleyen ve dinleyen vardı. Köroğlu’nun “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” misali internet, dolayısıyla sosyal medya çıktı ne kelâm, ne hatîp ne de hitap kaldı. Öyle de olsa kelâma her zaman ihtiyaç vardır. Siz/ler yazacak bizler de okuyacağız. Bercesteleri ne güzel sundunuz, ne güzel ifade ettiniz, ne güzel yorumladınız Mustafa Hocam. Elinize kolunuza sağlık. Allah’ım kaleminize daimiyet versin.