Artık sınavlar hayatın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Her bir öğrencinin yaşadığı, her bir velinin yaşadığı öyle hakikatler var ki… İşte onlardan bir tanesi…
KAPILAR BEKLEMEK İÇİNDİR
Kapılar ve pencereler arasında asılı kalan gözler bizimkisi.
Görsel sevgileri yapmacık duyguları olan diğer bütün canlılardan bizi ayıran şey. Hayatımızın içinde kararlı bir değişmezliktir bu. Olması fazlalık değil, olmaması eksiklik.
Pencereler sarkmak, silkelemek için değil; yolu gözlemek içindir.
Kapıdan uğurladığımızı pencereden sokağın başına kadar izlemezsek; gideceği yere güvende varamaz.
Andımız okunana kadar okul kapısında bekleyen bir tek ben değildim.
Evet yağmur yağıyor ama ben suda eriyen bir madde değilim.
Ölü bir çocuğun annesi olmadığım sürece şikâyet etmeyeceğim.
Böyle düşünen de bir tek ben değilim.
Bütün çabalarım yorgun düştüğünde de yalnız olmayacağım.
Bizim yaşamadığımız ne varsa yaşasın diye uğraştığımız çocuklarımız bizden uzaklaşıyor.
Gölgemiz olmayacaklar.
Adam yağmurda volta atıyor otobüs durağı okul kapısı arasında, kadın kapı önünde dikiliyor, kadınlar ıslanıyor, aramadan geçip gözden kaybolana kadar çocuklar, kadınların gözleri kapıda asılı.
Yağmur yağıyor uzaklaşalım bir dulda arayalım desem, onlarla aynıyım verecekleri cevabı biliyorum, “Her zaman mı ıslanıyoruz şeker değilsin erimezsin”.
Yağmur benim için sevindirici bile olmuştur.
Heyecandan tir tir titreyen çocuğumun elleri terlemeyecek, sıcaktan daralmayacak.
Sınavda okuduğu yerlerin altını çizen bir çocuk gibi ilerliyorum; hiç geriye dönmeden, hep aynı yerde sağa sola ve tekrar sağa.
Bu bir sınav kazanılmış bilgi değil diyorum kendi kendime “ezberle ve rahat et, bir daha işine yaramayacak.” Bu yüzden kaybediyoruz.
Sevsem de sevmesem de bütün bunların parçasıyım. Okuldan dışarı çıktığında ona ne söyleyeceğimi hiç düşünmedim.
Bütün bir hayatını birkaç saatlik bir sınava bağlamak ve buna bir teselli bulmak, anneler için bile çok zordur.
Bütün bu debdebe, karmaşa ve yağmur en önemlisi yağmur, hissettiklerimizi anımsatacak tek anı.
Arabasına koşanlardan geriye kalan anneler, ablalar ve babaların cezalı çocuklar gibi duvar diplerine bırakıyor izlerini.
Zihnime. Arabanın içinde kitap okuyabilseydim veyahut uyuyabilseydim, dualarımı duyup dikkati dağılmazdı. Öyle sanıyorum ki çok fazla abartıyorum bunu da duyabilir.
Hayallerini şekillendirmek için verdiği bu çabada ona ne söyleyebilirim, bir kez daha içimde biçimlendiremediğim bu gürültüyü, dilim ve dudaklarım arasında döndürerek yutkunuyorum. Bilmiyorum.
Ona ne söylemeliyim bilmiyorum.
Tekrar yürüyorum okul kapısının önüne, nefes almama engel olan şeyin maskem olmadığını bildiğim halde; maskemi indirip nefes almaya çalışıyorum.
Yalnız değilim, çok az zaman kaldı, nefes al.
Titredim, solgun bir rüzgâr yalıyor yüzleri.
Bütün bunlar sona erecek ama etten kemikten yaratılmış olan bir insan çocuğunun mutsuz yüzünü görünce tuz gibi dağılıp dökülebilir. Bu ifadeyi biliyorum. Bu saklayan gizleyen perdeleyen ifadeyi.
-Nasıl geçti?
-Berbat.
-Niye, zor muydu?
-Zaman yetmedi.
-Zaman hiçbir şey için yetmez zaten.Üzüntümüzü seyreltip sustuk.
O birkaç saate dair konuşmadan devam ettik her şeye.
Çay içtik, yemek yedik, sohbet ettik, o arkadaşlarıyla konuştu, ben film izledim o sınav sorularını kontrol etti ben kediyle oynadım, o ağladı ben sarıldım.
Bu bulaş duygu bir vakit geçsin unutulsun diye, gözünün içine bakmaktan kaçmanın en kolay yoluydu bu sar, sarmala. Seni ayakta tutan güçlü kılan sardığın bedene bürünmüş o ruh.
Duygularımla özdeş başka bir his yok benzetme yapamam.
Ağlıyor omzuma düşen başı. Ellerim avuçlarım ıslakken hangi cümleyi söylesem anlamsız gelecek, korkuyorum.
“Hayatını kolaylaştıran şey iyi bir okul değil iyi insan olmak. İyi bir okul sana iyi imkanlar verir huzur vermez, her şeyin sonu değil.” diyorum, diniyor yağmur.
Hanife Çakır