Türkiye eğitim-öğretim gündemi tarihsel olarak hep yoğun olmuştur. Bunun kabaca iki önemli nedeni var.
Birincisi devletin-toplumun kabulü mümkün olmayan sıkıntılı durumunu tedavi edecek aygıtın eğitim-öğretim olarak kodlanması. Bu yaklaşım eğitim-öğretimi toplumun farklı kesimleri için bir tür sihirli değnek pozisyonuna kaydırıyor. Eğitim-öğretim hem içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumları tedavi edecek hem de bizi ileriye taşıyacak ve iyi halde tutacak olanın üretileceği mekanizmadır.
İkinci neden ise birinciyle bağlantılı ancak biraz daha kompleks bir durumdan kaynaklanıyor. Birincisindeki ortak kabul olan genel eğitim-öğretim burada ayrışmaya neden olmaktadır. Zira burada eğitim-öğretimin ne içerikte olacağı, neyi aktaracağı, neyi aktarmayacağı vs. gibi hususlar öne çıkmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak alanın ne içerikte olacağı, nasıl yapılandırılacağı şeklinde bir kamusal arayıştan ziyade ideolojik-politik aidiyetlerin kaçınılmaz gereği olarak iyi-kötü koordinatları belirgin olan bir içeriğin topluma tabiri caizse bir ilaç gibi zerk etmek üzerinden seyrediyor.
Cumhuriyetle birlikte büsbütün olarak devlet tekeline alındığı ve tam da yukarıda belirttiğim şekilde işlediği için eğitim-öğretimin nasıl olacağı, hangi tarihsel-toplumsal gerçeklikler içinde olduğumuzu, toplumun bu alana ilişkin ihtiyaçlarının neler olduğu ve şüphesiz bütün bunların nasıl bir eğitim-öğretim yapılanması ve içeriği talep ettiği şeklinde anlamlı bir arayıştan, konuşmadan, tartışmadan bizi alıkoyuyor.
İllich’in ifadesiyle muhayyile okullaştığı için eğitim-öğretim hala sihirli değnek olma pozisyonunu koruyor. Diğer taraftan eğitim-öğretimin ne içerikte olacağı, nasıl yürütüleceği husus da gerilimli-çatışmalı-parçalı bir siyasal pratiğin bağımlı değişkeni olduğu için devlet tekelindeki form üzerinden topluma neyin zerk edileceği de temel motivasyonumuzu belirliyor.
Bu iki tavrın da son derece naif bir eğitim kavrayışıyla malul olduğu görülüyor. Toplumsal hayatın organizasyonunda eğitim-öğretim adeta müstakil bir alan olarak konumlandırılıyor. Yetmiyormuş gibi ayrıca bu müstakil alanın ekonomi, hukuk, siyaset vs. gibi alanları istediği gibi yönlendirebileceği bir mekanizme yol veriliyor. Eğitim-öğretim modern anlatıda varsayıldığı gibi toplum kurucu bir aygıt olarak etkili bir paye ile taltif ediliyor. Tarihsel-toplumsal serencamımız gerçekten bu yönde işliyor mu? Neredeyse iki yüzyıldır sürdüregeldiğimiz pratik bu kabulü destekliyor mu? Bu soruların anlamlı bir karşılığının olup olmadığının görülmesi için öncelikle bu soruların sorulmasını gerektiriyor.
Maalesef eğitim-öğretim pratiğimiz sorulması gerekirken sorulmayan soruların neden olduğu açmazlarla ilerliyor. Hep bildiğimiz yerden, hep bize ezberletilen yerden sorulmuş soruları devraldık ve aynı soruları sormaya devam ediyoruz. Daha da ilginci maalesef devraldığımız cevap verme şeklini hatta cevapların kendisini de değiştirmeden yol almaya devam ediyoruz.
Eğitim-öğretimin sihirli bir değnek olarak değerlendirilmesi ancak alana ilişkin hiçbir itiraz ve çekince barındırmayan itaatkâr mevcudiyetimizle anlam kazanabilecek bir iddia. Gerçekten de iki yüzyılı aşkın süredir vaatlerini gerçekleştirememede son derece istikrarlı olan bir yapıya ilişkin herhangi bir şüphe duymayan tavrımız ancak bu sihirli değnek ile büyülenmemizle açıklanabilir. Halimiz bu olunca Türkiye’nin temel eğitim-öğretim faaliyetinin de memleket sathına yayılmış tek düze bir form üzerinden toplumun duygu ve düşünce dünyasına belirlenmiş bir içeriğin zerk edilmesiyle mukayyet bir şey olduğunun kabulü çok zor olmuyor. İki günü birbirine denk olanın ziyanda olacağı ikazını anlamsız bir retoriğin dolgusuna çevirdiğimiz için iki yüzyıldır aynı mantığı, aynı kurguyu, aynı sistematiği sürdürmekte olduğumuzu da fark etmiyoruz.
Abdulbaki Değer