Türk akademisinde, orta ve ilköğretimde şair öğretmen ve hocalar har zaman olagelmiştir. Bu durum geçmişte daha yoğun olmakla birlikte günümüzde de devam etmektedir. Geçmişte daha fazla olmasının en önemli nedeni ilmiye sınıfının şiirle daha sıkı ilişki içinde olmasından kaynaklanmaktadır. Hemen her evde, sokakta, mektep ve medresede bir veya birden fazla şairin olması normalken bu durum gittikçe azalmış, günümüzde ise neredeyse asgariye inmiştir. Şiirden ve şiir yazmaktan uzaklaşmanın birçok nedeni olmakla birlikte en önemli sebebi yaşamın hemen her alanına hâkim olan kapitalizm mantalitesinin insan ilişkilerinin tüm sahasına yansımasından kaynaklanmaktadır. Şiirin beslendiği en önemli kaynak olan aşkın ulvi seviyesinden uzaklaşıp sıradanlaştığı ve sığlaştığı günümüzde, şiire konu olabilecek aşklardan söz etmek güç. Bu durum sadece beşerî aşk için geçerli olmayıp ilahi ya da mistik aşklar için de geçerlidir; dini duyarlığın şiir yazma kertesinde etkisini yitirmesi, daha doğrusu yıpratılması, mistik şiirin yazılmayışındaki en önemli bir başka gerçekliği gösterir. Son çeyrek yüzyılda, gittikçe daha belirgin şekilde yaşanan bu acı gerçeklik şair hocalara da etki eder. Buna karşın edebiyatımızın ve maarifimizin şair hoca kadrosunun zenginliğinden, Türkçenin ve Türk insanın şiire açık yönlerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Osmanlı dönemi Türk şiirinin 19. Yüzyılına baktığımızda şair hocalardan ilk akla gelen isimler Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem’dir. Her iki şair de Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’nde (Lisesinde) ders vermiştir. Naci’nin mutavassıtın şiir anlayışı erken ölümüyle kesintiye uğramasına neden olur buna karşın Ekrem Beyin modern, Batılı şiir anlayışı ve edebiyat anlayışı gütmesi çevrelerinde yenilik taraftarı gençlerin öbekleşmelerinde etkili olur. ve bu etkileşim bir edebiyat hareketine (ekol de denilebilir) dönüşebilir. Nitekim Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan Edebiyat-ı Cedide topluluğunun bir araya gelmesinde Recaizade Mahmut Ekrem’in doğrudan etkisi olur.
Cumhuriyet sonrası edebiyatımızın gelişmesinde de şair hocaların önemli yerleri vardır. Yahya Kemal Beyatlı bu bağlamda oldukça önemli bir yere sahiptir. Öyle ki Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirlerinden tanıdığı ve yakınlık duyduğu Yahya Kemal’den ders almak adına 1919 yılında Darülfünûn (İstanbul Üniversitesi)’nin Edebiyat Şubesine kaydolur. Aynı tarihlerde Yahya Kemal’den sadece Tanpınar değil, Mustafa Nihat Özön, Nurullah Ataç da ders alırlar ve hocalarının başyazar olduğu Dergâh dergisi çevresinde bulunurlar. Edebiyat araştırmalarına, eleştirisine ve Türk şiirine katkı sağlayan bu üç ismin edebiyata ilgilerinin arka planında şair hocaları Yahya Kemal’in rolü oldukça önemlidir.
“Taş Mektep” olarak bilinen, Ankara Erkek Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığı yıllarda Tanpınar, çok önemli şairlere hocalık yapmıştır. Orhan Veli ve Ahmet Muhip Dıranas onlardan bazılarıdır. Eserler gibi sanatkârları da en iyi yine sanatkârlar ya da bu ruhu taşıyanlar anlar ki hermeneutik bağlamda bu çok önemli bir husustur. Kimi şair hocalar şahsiyet olarak geride duran ya da bugüne has söylemle silik de olsalar onları bir cevher gibi keşfeden gözler hep olur. Behçet Necatigil bu özelliği taşıyan belki de en orijinal örnektir. Hilmi Yavuz’un deyişiyle anti-karizmatik yönü hocasının en etkileyici yönüdür. O da Tanpınar da mutasavvıf olmasalar bile ehl-i tarik gibi yaşamışlardır. Necatigil evinden okula (Kabataş Erkek Lisesi), okuldan evine (evi ve odasını dünyadan geniş tutan) ve bir derviş gibi yaşam sürer. Tanpınar’ın ise Narmanlı Han’daki odası sığındığı bir uzletgâh ya da Necip Fazıl’ın “Zindandan Mehmet’e Mektup”ta dile getirdiği “Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş” gibi bir olgunlaşma, tam olma mekânıdır. Şairleri sadece üniversite kürsüleri veya mekteplerle sınırlamamak gerekir. Onların gençlerle ilgilendiği her mekân bir mahfil olarak karşımıza çıkar. Nitekim Mavera sanatçıları Necip Fazıl’ın tedrisatını okulda değil farklı mekânlarda ikmâl ederler. Bu bazan Üstadın evi, çoğu zaman ise konferans yerleri olur. Üniversite ve mektebin dışına çıkıldığında şair hocaların alanları daha da genişler. Örneğin Cahit Zarifoğlu, Mavera dergisindeki köşesinde dergiye şiir gönderen genç şairlere (öğrencilere) kelâmla değil yazıyla şiir dersleri verir. Küçük İskender bir dönem bunu Varlık dergisinde yapar, Rimbaud Akademisi adlı köşesine şiir gönderen gençleri bu vadide yetiştirmeye çalışır. Hilmi Yavuz’un, “Şiir geçmişe yapılan atıflarla ilerler!” diyen hocası Necatigil’den edindiği, Türk şiir geleneğinden beslenmeye dayalı poetik anlayışını öğrencileri Vural Bahadır Bayrıl, Seyhan Erözçelik, Ercan Yılmaz gibi şairlere aktararak 1980 sonrası şiirde imtidâd/devamlılığı inşa etmeye çalışır.
Sonuç olarak rahatlıkla şu söylenebilir: sıradan kişilerin farkına varamadıklarını sezgileriyle gören şair hocalar, kendilerinden ders alan veya sohbet halkasında bulunanların dünyasında açtıkları ufuk/lar onlarla sınırlı kalmaz, eserleriyle gelecekteki öğrencilerine de ulaşır. Bu açıdan onlar zamanlarını aşan kişilerdir. Şair hocaların yazdıkları/eserleri aklın diyalektiğini ölçü alan akademisyenlerden çok daha farklı kulvarda ilerler ve geleceğe seslenir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Edebiyat Üzerine (yazdığı) Makaleler’i veya 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ndeki tespitleri, Yahya Kemal’in birçok eserindeki yazıları dönemlerini aşan görüşler içerir. Buna “Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebî Hatıralarım”dan alıntıladığımız; “Maamâfih şiirde devirlerin tekâmülünü gözeten edebiyat müverrihleri hem kendileri aldanıyorlar hem de karilerini aldatıyorlar…” ifadesi belki de bugün için, dünden daha gerçekçi ve önemli bir tespittir. Yahya Kemal gibi diğer şair hocaların bu cümle gibi nice edebi yaklaşım ve önermeleri onlardan ders almak isteyen talebelerine/okuyucularına hoca olmayı sürdürdüklerini gösterir. Özetle şair hocalar dünden bugüne sadece şiirleri ile değil hocalıkları ile de varlıklarını devam ettirirler.
Maksut Yiğitbaş