eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Prof. Dr. Kemal Timur

1969 yılında Besni’nin Yazı Yalankoz Köyü’nde doğdu. 1987’de lise, 1993’te lisans, 1995’te yüksek lisans, 2001’de doktora öğrenimini tamamladı. 2003 yılında Erciyes Üniversitesi Yozgat Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalında Yrd. Doç. Dr. kadrosuna atandı. 9 Ocak 2009 tarihinde Doçent, 22 Temmuz 2014 tarihinde ise Prof. Dr. olarak ataması yapıldı. 2011 yılında üç ay Amerika Birleşik Devletleri Kuzey Texas Üniversitesinde (University of North Texas) çalıştı ve bazı araştırmalarda bulundu. Akademik hayatında Dumlupınar Üniversitesi, Yozgat Bozok Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Düzce Üniversitesi ve Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinde Yeni Türk Edebiyatı, Batı Edebiyatı, Edebi Akımlar, Şiir Tahlilleri, Türk Hikâyesi, Türk Romanı, Tenkit Tarihi, Tanzimat Devri Türk Edebiyatı, Servet-i Fünûn Dönemi Türk Edebiyatı, Tanzimat Dönemi Edebi Metinleri, Servet-i Fünûn Dönemi Edebi Metinleri, Metin Tahlilleri, Yeni Türk Edebiyatında Devirler ve Nesiller, Servet-i Fünûn Şiiri, Yeni Türk Edebiyatında Roman ve Hikâye Tahlilleri, Yeni Türk Edebiyatında Şiir Tahlilleri, Sosyal Değişim ve Roman, Yeni Türk Nesrinde Hikâye ve Romanın Gelişimi ve Günümüz Türk Şiiri derslerini yürüttü. Kemal Timur, Türkiye’nin farklı illerinde Üniversitedeki görevi sırasında farklı öğrenci ve kesimlere Safahat atölyesi çerçevesinde Mehmet Akif ve Safahat Okumaları konusunda seminerler verdi. Yine çalıştığı farklı üniversitelerde Dekanlık, Dekan Yardımcılığı, Bölüm Başkanlığı, Senato Üyeliği, Üniversite Yönetim Kurulu Üyeliği ve Sosyal ve Beşeri Bilimler Etik Kurulu Üyeliği gibi görevlerde bulundu. Yeni Türk Edebiyatı alanında kırk beş civarında öğrencinin Yüksek Lisans ve Doktora tezini yönetti. Edebiyat ve sanat alanında ulusal ve uluslararası dergilerde seksen civarında makalesi yayınlandı. Elli beş civarında radyo ve televizyon programında konuşmacı olarak yer aldı. Yaklaşık elli altı kitap ve kitap bölümüne imza attı. Kırk civarında kitap ve dergide editörlük görevinde bulundu. Alanıyla ilgili altı farklı projede yürütücü olarak görev yaptı. Evli ve üç çocuk babası olan Kemal Timur, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümündeki görevini sürdürmektedir.

    Ortadoğu’daki Olayların Çözüm Şifrelerini Elinde Tutan Bir Millet:Türkler-1-

    Başlarken

    Bilindiği gibi 1948 yılında, Batılı güçler tarafından İsrail devleti kurdurulduktan sonra bölgede olaylar hiç bitmemiştir. Tüm bu karmaşık tablo içinde farklı bir bakış açısına sahip olan Lübnanlı ve Hristiyan olan Amin Maalouf (d.1949), Doğunun Limanları adlı romanında Orta Doğu’yu şekillendiren milletleri anlatırken, bu bölgedeki Osmanlının devamı olan Türklerin bu bölgedeki karmaşık olayların düğümünü çözeceklerini ve bu çözüm şifrelerinin de özellikle Osmanlının devamı olan Türklerin elinde olduğunu, kurgulamış olduğu kahramanlar ve semboller üzerinden anlatmaya çalışmıştır. Nasıl mı? Biraz uzun olacak ama anlatmaya başlayalım.

    Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi, İsrail devletinin kuruluşundan bir yıl sonra, yani 1949 Lübnan doğumlu olan Amin Maalouf, çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz kültürlerini, tarihini ve yaşantısını eserlerinde başarıyla sergileyen ve dünya çapında tanınan ünlü bir yazardır. Birçok başarılı romanıyla ödüller almış ve eserleri, önemli dünya dillerine de çevrilmiştir. Maalouf, Doğunun Limanları adlı eserinde ise Orta Doğu coğrafyasında yaşanan trajik olayları bir gazeteci ve romancı gözüyle kaleme almış ve önemli mesajlar vermiştir.

    Medeniyetlerin Beşiği Olan Orta Doğu

    Yeni bir yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında bulunduğumuz bugünlerde, uygarlıklar ve kültürlerin beşiği olan Orta Doğu, gerek sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarının zenginliği ve bolluğu, gerek üç kıtanın kavuşma noktasındaki konumunun sağladığı stratejik önemi sebebiyle, -tarihin her döneminde olduğu gibi- yine bütün dünyanın ilgisini üzerinde toplamaya devam etmektedir. Orta Doğu coğrafyası, yaklaşık yüz yıldır sorunlar yumağı haline getirilmiştir. Aslında bu topraklarda yaklaşık altı yüz yıl, adeta bir baba rolünde olan ve o doğrultuda sorumlu davranan Osmanlı otoritesinin kalkmasıyla oluşan boşluk, bugün hâlâ o boşluğun sancısını yaşıyor. 19. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı Devleti’nin idaresi altında bulunan Orta Doğu, günümüzde belki de dünya coğrafyasının en karmaşık, en sorunlu ve aynı zamandan önemli bölgesi konumunu hâlâ korumaktadır. 20. yüzyılın en büyük değeri haline gelmiş olan petrolün yüksek miktarda çıkarılmasıyla büyük önem kazanan Orta Doğu, yüzyılın başından bu yana dünyanın en istikrarsız, en kanlı bölgelerinden biri haline getirilmiştir. Savaş, terör, işgal, katliam, baskı ve soykırım gibi kelimeler, adeta Orta Doğu halkının günlük hayatının bir parçası haline gelmiştir. Her ne kadar Orta Doğu’yu etkileyen güçlerin sınırları çok geniş bir coğrafyayı kapsıyor olsa da, özellikle 1948’de bölgede bir İsrail Devleti’nin kurdurulması ile birlikte Kudüs ve Filistin toprakları Orta Doğu sorununun merkez noktası haline getirilmiştir hâkim olan güçlerce. Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin kutsal mekânlarını barındıran bu topraklarda süren bu büyük huzursuzluk, İsrail’in başlatmış olduğu büyük katliam ile hâlâ sürmekte ve ne zaman sonlanacağına dair bir öngörü de şimdilik görülmemektedir.

    Orta Doğu’da Bir Elin Beş Parmağı Olan Milletler

    Orta Doğu’da, birçok millet, din ve kültür olmakla birlikte, Amin Maalouf’un bir elin beş parmağı olarak vasıflandırdığı Türkler, Ermeniler, Araplar, Rumlar ve İsrailliler, bir çok konuda, özellikle de İsrail’in takındığı işgalci tutum dolayısıyla, anlaşamamaktadırlar. Anlaşamadıkları konular, son yüzyıldır hep gündeme gelmekte ve sürtüşmelere ve savaşlara neden olmaktadır. İsraillilerin, özelde Filistinli Müslümanlara genelde ise tüm Müslümanlara açmış olduğu savaş ve katliam, hâlâ tüm şiddetiyle devam etmektedir. İşte Maalouf’un Doğunun Limanları adlı romanındaki olaylar daha çok bu topraklar üzerinde geçmekte ve O, bu roman vesilesiyle kendine göre çözüm önerirken de Türkleri kilit konumda görmektedir. Romanın başlangıcı ise, Osmanlı Devleti padişahlarından Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesine dayanır. Burada şunu da hatırlatmış olalım ki, birçok tarihçi Osmanlı Devletinin ömrünü bu tarihte tamamladığını, ancak sonradan gelen Sultan II. Abdülhamit’in siyasi dehasıyla bu süreci yaklaşık 33 yıl uzattığı kanaatini taşırlar. Onun için Maalouf’un romanının başlangıcını bu hadiseye dayandırması tesadüfi değil…

    Olaylar, Hadiseler, Yorumlar

    Maalouf, romandaki vakayı anlatan İsyan adındaki kahramana, 1976 Haziran’ında Paris’te bir metroda rastlar ve uygun bir ortamda romandaki olayları ondan dinler. Yaşadıkları bölgeye hükmeden bir ailenin çocuğu olan İsyan, tıp tahsili yapmak için o dönemlerde Paris’e gelmiştir. Onun hayatı doğumundan yarım yüzyıl önce başlamıştır. Bu durumu İsyan şu şekilde dile getirir: “Asla ziyaret etmediğim bir odada, Boğaziçi kıyısında. Bir felâket oldu, bir çığlık atıldı, bir delilik dalgası yayıldı ve hiç durmadı. Öyle ki dünyaya geldiğimde, yaşamaya çok eskiden başlamıştım. İstanbul’da bazı olaylar olmuştu. O günü yaşayanlar için vahim, bizler için sıradan bir olay. Bir padişah ‘hal’ edilmiş, yerine yeğeni tahta oturmuştu. Babam bundan en az yirmi kez bahsetti; isimler, tarihler verdi.” 

    Burada bir parantez açarak bazı kısa bilgiler vermem gerekiyor. Biraz tarih kitapları karıştırıldığında romanda bahsedilen ve “hal edildi” denilen padişah Sultan Abdülaziz’dir. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, intihar etmesi, öldürülmesi gibi konular, birçok tarihçi tarafından tartışılmış; ancak intihar mı, tertiplenmiş bir cinayet mi olduğu konusunda kesin bir karara varılamamıştır. Bu konuda Ord. Prof. Enver Ziya Karal: “Üç aylık süren Sultan Murat devrinde, kimse muradına nail olamadı. Devir, facia ile başladı, facialarla devam etti ve facia ile son buldu. Abdülaziz’in, ölümü veya intiharı, Serasker Hüseyin Avni Paşa ile bazı nazırların katledilmesi, nihayet Sultan Murat’ın çıldırması ve tahttan indirilmesi, trajedi romancılarını bile şaşırtacak olaylardır” diyerek bu durumun vahametine işaret eder.

    Açıklamadan önceki alıntıda da belirtildiği gibi İsyan, hayatının doğumundan yarım yüz yıl önce başladığını söyleyerek kendisinin bir mirasın temsilcisi olduğunu daha henüz romanın başında belirtir. Romanın sonunda anlaşılacaktır ki, gerçekten İsyan, yaklaşık altı yüz yıl varlığını sürdüren Osmanlı Devleti’nin ve mirasının temsilcisidir. Ayrıca Orta Doğu’daki birçok “sırrın/şifrenin” kendisinde toplandığı bir şahsiyet konumundadır.

    İncelediğimiz bu eserde, yazarın özellikle birkaç noktada önemli vurgulamalar yaptığı dikkat çekmektedir ki, bunların başında, Türk olan kahramanlara önemli roller biçilmesi gelmektedir. Bunu en güzel biçimde İsyan’ın şahsında görmek mümkündür. Romanda yaşanan olaylar içinde çoğu kez silik bir şahsiyet sergileyen İsyan, içe dönük bir kahraman olmasına rağmen romanın odağındaki asıl şahsiyettir. Yine İsyan’ın, konuşma, hâl ve davranışları, Orta Doğu roblemlerinin sebep ve çözümüne de çoğu kez parmak basar. 

    Bu kısa bilgilerden sonra, şimdi de yazarın roman boyunca ifadeye çalıştığı Türk milleti ile diğer milletlerin Orta Doğu’daki rollerini, eserdeki kronolojik sıralamaya tâbi kalarak kısaca izaha çalışalım:

    Kurguyu Biraz Yorumlayalım

    İsyan’ın babası, onun devrimci olmasını isterken o, aklını yitirmiş büyükannesi İffet’ten dolayı psikolojiyeve nörolojiye meraklı olduğunu söyler. Babasının istememesine rağmen okuluna devam eder. İyi bir eğitim alır ve başarısından dolayı 1937 yıllarında ismi gazetelerde duyulmaya başlar. Kanaatime göre İsyan, büyük annesinin hastalığı gibi Osmanlı Devleti’nin de hasta olduğunu sembolize eder ve bu hastalığı tedavi etmek ister. Bu hastalığın tedavi yollarını ise, kendi ülkesinde değil; Batı ülkelerinde arar. Nasıl ki Tanzimat Dönemi’nde Osmanlıların Batı’ya açılan ilk kapısı Fransa ve Paris olmuşsa ve ilk aydınlar Paris’e gitmişlerse İsyan da tıp eğitimi için Paris’e gider ve orada tıp tahsiline başlar

    Burada tıp tahsilini yapmaya çalışırken istemediği halde birden kendini bir “Direniş” örgütünün içinde bulmuştur. Buradan da anlıyoruz ki, Osmanlı Devleti istemese de o dönemde Orta Doğu ve Batı’daki bütün olayların odağında bulunmuş ve bu bölgedeki dengeler Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla bozulmuştur. Dengelerin tekrar kurulması için Orta Doğu’daki bütün milletlerin maddi manevi hastalıklarının giderilmesi gerekmektedir. Manevi olarak kendi inanç ve değerlerine bağlı kalması gerekirken, maddi olarak daBatı’daki ilim ve teknolojinin alınması ve hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Romana baktığımızda da İsyan, tıp tahsilini Orta Doğu’daki bir ülkede değil; birçok gelişmenin merkezi olan Paris’te yapmaktadır.

    İsyan’ın duruşu, konuşması ve tavırları, Osmanlı Devleti gibi ağır ve durgundur. Paris’e gidip Montpellier’de tıp fakültesine kaydını yapar. Madam Berroy adındaki bir kadının evinin çatısındaki bir yeri kiralayarak orada sakin bir hayat sürerken kendini birden “Direniş” örgütünün içinde bulur. Bir gün Bertrand adındaki bir şahıs evine gelerek onu direniş hareketine kaydeder ve ona savaş haberleri verir. Onun milliyetçi ve ırkçı tavırları İsyan’ın hoşuna gitmez ve bu konularda farklı düşündüğünü açıkça belirtir. İsyan, ataları olan Osmanlıların da birçok milletin topraklarında yıllarca hüküm sürdüğünü; ancak hiçbir zaman ırk ve din farkı gözetmediklerini vurgular. OnlarYüzyıllardır Akdeniz Havzası’nı almışlardı. Buna karşılık ırk düşmanlığı nedir bilmezlerdi. Babam Türk, annem Ermeni. Kıyamın tam ortalık yerinde, el ele tutuşabildilerse, nefreti reddetmede birleştikleri içindi. Bu husus, bana da miras kaldı. Benim vatanım işte bu.”

    Yine Maalouf, burada İsyan vasıtasıyla mesajlar vermeye çalışır. İsyan, yukarıdaki sözleri söylediği dönem, İkinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllardır. Bu savaşlar, her ne kadar büyük devletlerin ekonomi savaşları gibi görünse de, ırk ve din de önemli rol oynamıştır. Bunları eleştirirken, Osmanlı Devleti’nin yapısını örnek gösterir. Onlar da yıllarca birçokmillete hükmetmişler; ancak hiçbir zaman ırk ve din düşmanlığı yapmamışlardır. Bunu o dönemde çözüm önerisi olarak etrafındaki kişilere hep anımsatır İsyan. Bu birleştirici olan özellik ataları olan Osmanlılardan ona miras kalmıştır. Gerçekten de İsyan’da, roman boyunca bu birleştirici özellik ve sakinlik hep görülür.

    İsyan, yine örgüt dolayısıyla evinden ve okulundan belli bir süre ayrı kalmak zorunda kalır. Tekrar döndüğünde, ününün çevresinde yayıldığını ve kendisinden sonra okulda ve çevresinde efsanevî bir kahraman olarak anıldığını görür. Gizli örgütlerin bir toplantısına katılır ve orada bulunan foto muhabirleri, İsyan’ın resmini çekerler. Progres gazetesinin ilk sayfasında onun da resmi çıkmıştır. Burada da yine mensup olduğu aileden dolayı istemese de her tarafta dikkat çeker ve kendini, istemediği halde, tüm olayların içinde bulur. Bu olaylarda fazla bir etkinlik göstermediği halde hemen her tarafta ün kazanır. Bütün gazeteciler onu -geçmişteki gücü hatıralarda kalan Osmanlı Devleti gibi- merakla takip ederler ve gazete sayfalarına taşırlar.

    İsyan, büyük umutlar ve hayallerle gittiği Paris’te, eğitimini tamamlayamadan Beyrut’a döner. Eğitimini tamamlayamamasının, Osmanlının Batılılaşma serüvenini tamamlayamadığı ya da bu konuda başarılı olamadığı anlamını taşıdığını da bu arada belirtmiş olalım. İsyan döndüğünde büyük bir kalabalık tarafından karşılanır. Yani burada da, gıyabında, meşhur olmuştur. Fransa’dan dönüşünden on gün sonra, yetmiş yıl aklını yitirmiş olarak o evde yaşayan babaannesi de vefat etmiştir. Babaannesinin aklını yitirmiş olması, Osmanlının son dönemdeki olaylar içinde boğulup kalan ve aklını yitiren yöneticileri temsil ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla babaannesinin durumundan dolayı tıp tahsiline merak salan ve Paris’e bu niyetle giden İsyan, büyükannesinin ya da Osmanlının hastalığını ne yazık ki, tedavi edememiştir. Nasıl ki Batılılaşma serüveni Osmanlının hastalığına bir deva olamadığı gibi!… Dolayısıyla İsyan da, son dönemdeki birçok Osmanlı padişahı ve bürokratı gibi, iyi niyetle hastalıkların tedavisi için çalışmış; ancak işin içinden çıkamayarak büyük annesi gibi hafıza kaybına uğramıştır. Bunlar düşünüldüğünde, Doğunun Limanları romanında, bu olaylarla ilgili hem birçok benzerlik görülmekte, hem tarih kitaplarında geçmeyen bazı ayrıntılara yer verilmekte hem de Orta Doğu’daki olaylar için bazı teşhisler kurgulanarak ortaya konulmaktadır.

    İsyan kadar olmasa da romanda bir başka karakter olan Salem’in de temsil ettiği kesimler vardır. Yine aynı konakta yaşayan İsyan’ın annesi, babası, Nubar, her iki büyükannesi, ablası İffet, hepsi birbirine benzeyip bir uyum içinde oldukları halde kardeşi Salem, hem şekilce hem de fikirleriyle bu aileye pek uyum sağlayamaz. Kötü karakterli olan Salem, sanki Sultan Abdülaziz’i hal edenleri anımsatır. Sultan Abdülaziz, çevresindeki yakınları tarafından tımarhaneyi andıran ev hapsinde tutulduğu gibi Salem de ağabeyi olan İsyan’ı, bir ara tımarhaneye göndermiştir.

    Hal edilen, yani bazı kesimlerce kanunsuzca görevden alınan Sultan Abdülaziz, ülkesi için hep büyük hayaller kurmuş, çalışmış, çabalamış ve son anlarında -romanda bahsedildiği gibi- melankolik tarzda bir hayat sürmüştür. Sonrasında ise odasında el damarları kesik bir şekilde kanlar içinde vefat etmiştir. Babasını bu durumda gören İsyan’ın büyükannesi İffet, şok geçirerek aklını yitirmiştir. Olayların çözümü için Sultan Abdülaziz’in yerine getirilen V. Murat ise üç ayın içinde akli dengesini kaybetmiştir; tıpkı İsyan’ın olaylara çözüm bulmaya çalışırken akli dengesini yitirmesi gibi…

    Sonraki zamanlarda Salem, milletvekilliği ve bakanlık görevlerinin de etkisiyle kısa sürede zengin bir iş adamı olur. Ancak neticede zenginliği ile beraber itibarını ve hayatını da kaybetmiştir. Cenazesi, yıkılan evlerinin altında bulunmuştur. Sultan Abdülaziz’i görevden alanlar da sonraki süreçlerde Salem’in durumuna düşmüşlerdir. (Yazımız sonraki bölümler ile devam edecektir).

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Aliye YILDIZ dedi ki:

      Sonraki bölümleri heyecanla bekliyoruz kıymetli hocam. Çok güzel bir yazı olmuş, emeğinize sağlık.

      1. Kemal Timur dedi ki:

        İnşallah kalan iki bölümü de yazacağım Aliye. Çok selamlar.

    2. Ali SEVER dedi ki:

      Edebiyat, tarih ve siyaset; aynı istikamet… Kaleminize sağlık Kıymetli Hocam.

      1. Kemal Timur dedi ki:

        Çok teşekkür ediyorum Ali hocam.

    3. Derin Gizlem dedi ki:

      Kaleminize emeğinize sağlık kıymetli hocam. Yine müthiş bir bölüm olmuş, daim olsun.