eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
21°C
Ankara
21°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
20°C
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Açık
23°C
Salı Parçalı Bulutlu
25°C

Prof. Dr. Kemal Timur

1969 yılında Besni’nin Yazı Yalankoz Köyü’nde doğdu. 1987’de lise, 1993’te lisans, 1995’te yüksek lisans, 2001’de doktora öğrenimini tamamladı. 2003 yılında Erciyes Üniversitesi Yozgat Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalında Yrd. Doç. Dr. kadrosuna atandı. 9 Ocak 2009 tarihinde Doçent, 22 Temmuz 2014 tarihinde ise Prof. Dr. olarak ataması yapıldı. 2011 yılında üç ay Amerika Birleşik Devletleri Kuzey Texas Üniversitesinde (University of North Texas) çalıştı ve bazı araştırmalarda bulundu. Akademik hayatında Dumlupınar Üniversitesi, Yozgat Bozok Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Düzce Üniversitesi ve Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinde Yeni Türk Edebiyatı, Batı Edebiyatı, Edebi Akımlar, Şiir Tahlilleri, Türk Hikâyesi, Türk Romanı, Tenkit Tarihi, Tanzimat Devri Türk Edebiyatı, Servet-i Fünûn Dönemi Türk Edebiyatı, Tanzimat Dönemi Edebi Metinleri, Servet-i Fünûn Dönemi Edebi Metinleri, Metin Tahlilleri, Yeni Türk Edebiyatında Devirler ve Nesiller, Servet-i Fünûn Şiiri, Yeni Türk Edebiyatında Roman ve Hikâye Tahlilleri, Yeni Türk Edebiyatında Şiir Tahlilleri, Sosyal Değişim ve Roman, Yeni Türk Nesrinde Hikâye ve Romanın Gelişimi ve Günümüz Türk Şiiri derslerini yürüttü. Kemal Timur, Türkiye’nin farklı illerinde Üniversitedeki görevi sırasında farklı öğrenci ve kesimlere Safahat atölyesi çerçevesinde Mehmet Akif ve Safahat Okumaları konusunda seminerler verdi. Yine çalıştığı farklı üniversitelerde Dekanlık, Dekan Yardımcılığı, Bölüm Başkanlığı, Senato Üyeliği, Üniversite Yönetim Kurulu Üyeliği ve Sosyal ve Beşeri Bilimler Etik Kurulu Üyeliği gibi görevlerde bulundu. Yeni Türk Edebiyatı alanında kırk beş civarında öğrencinin Yüksek Lisans ve Doktora tezini yönetti. Edebiyat ve sanat alanında ulusal ve uluslararası dergilerde seksen civarında makalesi yayınlandı. Elli beş civarında radyo ve televizyon programında konuşmacı olarak yer aldı. Yaklaşık elli altı kitap ve kitap bölümüne imza attı. Kırk civarında kitap ve dergide editörlük görevinde bulundu. Alanıyla ilgili altı farklı projede yürütücü olarak görev yaptı. Evli ve üç çocuk babası olan Kemal Timur, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümündeki görevini sürdürmektedir.

    Tarih Hep Tekerrür Ediyor

    Takdim

    Birçok yazımda vurguladığım gibi, tarihin beyaz, gri ve siyah sayfaları vardır. Bu dünyada hoş bir sada bırakmak isteyenler, tarihin beyaz sayfalarını örnek almaya, gri sayfalarını tahlil etmeye, kara sayfalarından da ibretler çıkarmaya çalışırlar. Ancak özellikle de Ortadoğu; ya da İslam coğrafyasında tarihin bu ibretli sayfalarından gerekli dersler çıkarılmadığı için, tarih, yüzyıllardır maalesef hep tekerrür ediyor. Yani hep tekrarlanıyor. Bu ibretli durumu bir kısım mısralarında ifade eden Mehmet Akif:

    Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

    Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

    “Tarih”i  “tekerrür”  diye tarif ediyorlar;

    Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

    dizeleriyle ibretli bir şekilde ifade etmiştir.

    Aslında günümüzde hemen hemen her aydın, bunu ifade ediyor. Özellikle de İslam coğrafyası için. Yani hemen hemen herkes problemin farkında ve bunu değişik platformlarda da ifade ediyor. Yerine göre konuşuyor, yazıyor, şikâyet ediyor, direniyor; ancak tüm bu çabalara rağmen pek bir sonuç alınamıyor. Çünkü bu konuşulan, yazılan ve ifade edilen gerçekliği, bir türlü hayata geçiremiyor. Yaşayamıyor, hayatında uygulayamıyor… Zaten asıl mesele de; asıl zorluk da işin bu cihetinde saklı…

    İnanan herkes bilir ki, bu dünya sebepler dünyası ve aynı zamanda bir imtihan dünyasıdır. Dolayısıyla başarı için, sebeplere başvuran, sebepleri yerine getiren, düşündüğü doğruları çerçevesinde onu uygulamaya geçirenler kazanıyor ve sonuç elde ediyor. Belki geri kalmış toplumların bütününde, özelde de İslam coğrafyasında, tam da yaşanan budur. Dünyada âdetullah diye ifade edilen belli kural ve kanunlar var. Bunlara uyma nispetinde başarı ya da sonuç elde ediliyor. Yani bu bölgelerin geri kalmışlığının temel sebebi, âdetullah olarak konulan bu sebepler dünyasındaki kanunlara, kurallara uyulmaması problemidir.

    Bir defa bu bölge sorunlarının temel sebepleri, hemen hemen her konuda ihtilafın, ayrılığın, âdetullah kurallarına uyulmamasının had safhada olmasıdır. Bunlar aşılmadığı müddetçe de, bu sebepler dünyasında önemli bir başarıya ulaşılması çok zor gözüküyor. Bunlar nasıl aşılacak, ya da işe nereden başlanacak? sorusu çok önemlidir burada. Öncelikle fert olarak herkesin kendi üzerine düşen vazifeyi yapması ve dolayısıyla düzelmeye kendi nefsinden başlaması gerekiyor. Dolayısıyla önce fert olarak insanların düzelmesi ve sonrasında ise doğru olanda kalplerin birleşmesi gerekiyor. Yani herkesin evinin önünü temizlemesi sonucunda tüm cadde, şehir ve memleketin temizlenmesi meselesi gibi, bu konuda da herkes kendi içinde bu birliği, ittihadı sağlaması gerekiyor ki, belli bir netice elde edilsin. Bu olmadığı müddetçe de birlik ve beraberlikten ve problemlerin aşılmasından bahsetmek zor gözüküyor. Kalpler birleştikten sonra da bu birliğin yaşantıya da yansıması gerekiyor. Bu olmadığı takdirde pek başarı da elde edilemez zaten. Tüm değinilen bu konuların, güzel hasletlerin yaşanması için eğitim öğretimin her safhasında biz insanlara, bunların ısrarla öğretilmesi şarttır kanaatini taşıyorum. Tabi ki bunun sağlanması için de onları öğretecek eğitimcilerin yetişmesi gerekiyor.

    Bir Dava Olarak: Filistin

    Bu kısa hatırlatmalardan sonra şimdi de günümüzde güncel olan; ya da son yarım yüzyıldır güncelliğini koruyan İsrail-Filistin meselesiyle ilgili birkaç gözlemimi anlattıktan sonra, Mehmet Akif’in bizim İstiklal Harbi sırasında Balıkesir Zağanos Camii’nde verdiği vaazın içeriği hakkında kısa bazı bilgiler vermek istiyorum.

     Okuduğum zamanlarımda hayret ettiğim birçok şey olmakla birlikte, özellikle de Yahudilerle ilgili okuduklarım, dinlediklerim ve gördüklerim beni bu milletle ilgili hep derin düşüncelere sevk etmiştir.

    Yeryüzündeki milletler içinde en fazla peygamberin geldiği bir millet olmakla birlikte, onların, o Allah elçilerine yaptıkları zulümler beni hep düşündürmüştür.

    Kendilerinden peygamber geldiğinde belli bir müddet sonra onu inkâr etmeleri ve zulmetmeleri de beni hep düşündürmüştür.

     Kutsal kitapları Tevrat ve İncil’de, son gelecek peygamberle ilgili her şeyi bildikleri ve hatta onun geleceği mekânı ve bölgeyi dahi kitaplarından öğrenip bildikleri ve sonradan, bu son gelecek peygamber de kendi ırklarından gelsin diye, oraya yerleşmeleri, son peygamber de kendilerinden, kendi ırklarından gelmeyince gösterdikleri hırçınlıkları, onu inkârları, o tarihten günümüze Müslümanların içine ihtilaf sokmaya çalışmaları, mücadele etmeleri, hem çok ilgimi çekmiş hem de beni hep derin düşüncelere sevk etmiştir.

    Dünya tarihinde birçok zulme sebebiyet verdikleri halde kendilerini tam tersine mağdur bir millet olarak göstermeleri de beni hep düşündürmüştür.

    Hemen hemen her dönemlerinde, dünyaya ve paraya önem vermeleri ve bu uğurda her şeyi göze almaları, dünya bilim tarihine yaptıkları katkıları da beni hep düşündürmüştür.

    Belli bir devletleri olmamasına rağmen 1948’de başta İngiltere olmak üzere tüm güçlü devletleri arkalarına alarak İsrail devletini Filistin toprakları üzerinde kurmaları ve o tarihten itibaren başta Filistin halkı olmak üzere Müslüman milletlere yaptıkları zulümler de beni çok düşündürmüştür.

    1948 tarihinden beridir Filistin ve Gazze halkı üzerinde yaptıkları soykırım ve tarifi mümkün olmayan zulümlerine rağmen kendilerini mağdur göstermeleri, her şey dünyanın gözü önünde cereyan ettiği halde, yine başta ABD olmak üzere tüm dünya güçlerini arkalarına aldıkları ve onların da İsrail’in bu zulmüne destek vermek için sıraya girmeleri ise, beni artık düşünmekten bile alıkoymuştur…

    Beni hayrete düşüren bu liste daha da uzatılabilir tabi…

    İşte bu kısa hatırlatmalardan sonra Müslüman Türklerin kurdukları son devlet olan Osmanlı Devleti yıkılırken ve son nefesini verirken, Mehmet Akif’in 1920’de Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde vermiş olduğu vaazında, Yahudi milletinin Mekke’deki Müslüman gençleri nasıl kıskandığını ve onları birbirine düşürmek için nasıl bir çaba harcadıklarını ve Akif’in bu hadiseyi neden anlattığını da bugünlerde daha iyi kavradım ve dolayısıyla herkesin bildiği bu ibretli vaazı hatırlatma babından tekrar yazma ihtiyacı duydum…

    Yüz Dört Yıl Önce Verilen Mesajlar

    Mehmet Akif, dostlukları geçmişe dayanan Hasan Basri Çantay’ın davetlisi olarak 21-22 Ocak 1920 tarihleri arasında Balıkesir’e gelir. Zaten Yunan işgaliyle Balıkesir’de başlayan Kuvâ-yi Milliye faaliyetleri ne zamandır Mehmet Akif’in dikkatini çekiyor ve bu mücadele onu heyecanlandırıyordu. Hasan Basri Bey’in, davetini fırsat bilen Mehmet Akif, Balıkesirlilere destek verip, mücadelelerinde yalnız olmadıklarını hissettirmek için Sebîlürreşâd dergisinin sahibi ve müdürü Eşref Edip Beyle birlikte Balıkesir’i ziyaret ederler. Şehrin ileri gelenleri, ondan halka bir konuşma yapmasını isterler. Bu talebi kıramayan Mehmet Akif, 23 Ocak 1920 tarihinde Cuma namazından sonra Mehmet Zağanos Paşa Camii’nde halka bir vaaz verir.

    Mehmet Akif, Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde verdiği vaazında şöyle önemli bir konuya temas eder:

    Konuşmasına 30 Ekim 1918 tarihinde İstanbul’da yazdığı “Alınlar Terlemeli” adlı şiiriyle başlayan büyük şair, konuşmasının devamında sürekli birlik ve beraberliğe vurgu yapar. Ayrımcılığın ve şahsi menfaatçiliğin bitmesi gerektiğini, bu konuda susup el birliğiyle vatanı müdafaa etmenin zamanının geldiğini, dolayısıyla ümitsizliğe düşmememiz gerektiğini, her ne şartta olursa olsun hep ümit içinde olmamız gerektiğini vurgulamaya çalışır. Yine aramızda ayrılığa sebep olacak en ufak hadiselerden, bizi birbirimize düşürecek hareketlerden, söz ve davranışlardan kaçınmamız gerektiğini, bunları derinleştirecek sözlerden kesinlikle uzak durmamız gerektiğini de ısrarla vurgular.

    Ayrıca Düvel-i Muazzama olarak bilinen büyük ve gelişmiş devletler, çalışıp didinirken, önemli inkılâplar geçirirken, son zamanlarda millet olarak başımıza gelen felâketlerin asıl sebebini, dünya ve din işlerini iyi yürütemediğimize ve bunlara karşı seyirci kaldığımıza bağlar. Başımıza gelen felâketlerin birinci sebebinin tembellik olduğunu da önemle vurgular.

    Kuvvetle hak arasında bağlantı kurup; kuvvetli olmadan, hak aranamayacağını, bunun için de alınların terlemesi; pazı ve kolların birleşmesi gerektiğini belirtir. Bunu ispat için de Batılılarla aramızdaki teknolojik gelişmişlik düzeyini örneklerle açıklar. Görevimizi yerine getirmede en ufak bir ihmal göstermeyip, olaylara seyirci kalamayacağımızı da vurgular. Çünkü artık düşman kapılarımıza kadar dayanmış ve onu kırıp içeri girmek, namus ve şerefimizi çiğnemek istiyor. Bunun önüne geçmenin tek yolunun, birlik ve beraberliğimizi korumaktan geçtiğini de önemle anlatır. Mehmet Akif, hutbesini kurtuluşumuz için dua ederek tamamlar.

    Akif’in Milli Mücadele sırasında Balıkesir’e gelip vermiş olduğu bu vaazı, Mustafa Necati, Vasıf Çınar ve kardeşi Esad Beyin gözetiminde çıkan İzmir’e Doğru gazetesinin 1 Şubat 1920 tarihli ve 24 numaralı nüshasında yayınlanır. Yine aynı vaaz metni, 28 Ocak 1920 tarihinde Sebîlürreşâd mecmuasının, 24 Şubat 1920 tarihli nüshasında “Balıkesir Mektubu” adı altında yer alır.

    Yaşlı Yahudi’nin Kıskançlığı

    Mehmet Akif, yukarıda özetlediğimiz vaazın içinde İslam tarihinden bazı örnekler sunar ki, bunlar içinde en önemlisi de o dönemde Medine’de yaşayan Yahudi Milleti ile ilgili olanıdır. Onu da kısaca özetleyelim:

    Bilirsiniz ki ashâb-ı kirâm iki kısımdır: Ensar ve Muhacirin. Bu isimler Cenâb-ı Hak tarafından kendilerine verilmiştir. “Ensar” esasen Medine’de bulunanlardır. “Muhacirin” ise önce Mekkeli olup da müşriklerin eza ve cefasından dolayı Hz. Peygamber efendimizin arkasından Medine’ye hicret edenlerdir. Bu Ensar’ın, Muhacirlere karşı yaptıkları fedakârlıkların dünya tarihinde hiçbir misli görülmemiştir. Medineli Ensârlar Evs ile Hazrec kabilesine mensupturlar. Bu iki kabile, esasen amca çocuklarıdırlar. Ancak zamanla Evs ve Hazreclik meselesi bu iki kabileyi birbirine düşman yapmıştır. Amca çocuklarından oluşan bu iki kabile, öyle şiddetle birbirine düşmanlık beslerler ki, bunlar arasındaki düşmanlık ve savaşlar yüz seneden fazla devam etmiştir. Hatta hicretten bir sene evvel de aynı savaş yine tazelenmiştir. İşte bunlar İslâm dini ile şereflenince, İslâmiyet onları öyle sıkı bağlarla birbirine bağlamıştır ki, adeta öz kardeş gibi birbirlerine kenetlenmişlerdir. Her konuda Peygamberimize tabi olmuşlar ve İslamiyet’i yaymak için tüm can ve mallarını da feda etmeye başlamışlardır.

    Fakat Müslümanların bu hâli o zaman Medine’de bulunan Yahudilerin hiç de hoşuna gitmemiştir. Hatta günün birinde şöyle bir olay yaşanmıştır:

    Bir gün ihtiyar Yahudi’nin biri bakar ki, Ensar kabilesinin Evs ve Hazrec kabilesine mensup olan birkaç genç, bir arada oturmuşlar, tasvir edilemeyecek bir samimiyetle konuşuyorlar ve güzelce sohbet ediyorlar. Yaşlı ve kıskanç olan Yahudi, bu güzel manzarayı görünce İslâm’ın bu kardeşliğinden kendi hesabına ürkmüş ve çok rahatsız olmuştur.

    -Arkasından da kendi kendine bir plan yapmaya başlamıştır.

    Çünkü yaşlı olan bu Yahudi, iş biraz daha ileri giderse, bize ekmek kalmayacak diye kin ve nefretle hırslanır. Bunun üzerine hemen genç olan bir Yahudi bulur ve ona: “Git şunlara. Evs ve Hazrec arasında eski tarihlerdeki kendi aralarında yaşanan düşmanlıkları hatırlat” der. O da gider ve her iki tarafın gençlerine, vaktiyle olup biten olumsuz maceraları tasvir eden ve anlatan şairlerin söylemiş oldukları şiirleri onlara hatırlatıp okutturur. Bunun üzerine o kardeş olan gençler, o eski cahiliye dönemindeki kötü hislerine kapılırlar. Her iki tarafın da kabadayılık damarları kabarır ve galeyana gelirler. Her biri kendi kabilesinin kahramanlığını sayıp dökmeye başlar. İş alevlenip öyle bir dereceye gelir ki, hatta aralarından bir genç:

    -“İsterseniz o geçmişte yaşanmış olayları, hadiseleri tazeleyebiliriz” sözünü ortaya atar. Bunun üzerine ötekiler de:

    -Hay hay! Sizden ne korkumuz var ki? derler. Hepsi ayaklanırlar, silahlarını alıp Medine dışındaki taşlık bir vadiye çıkarlar. Tam kavga ve savaş başlamak üzereyken, olaydan haberdar olan Peygamber Efendimiz, hemen oraya varır. Müslüman gençler Hazreti peygamberi görünce, her iki taraf da dururlar. Hz. Peygamber, yüksekçe bir yere çıkarak:

    -“Ey Müslümanlar! Allah’tan korkunuz, Allah’tan korkunuz! Aklınızı başınıza alınız, daha ben sağ iken, henüz aranızda bulunuyorken, yine cahiliyet davalarıyla mı ayaklanıyorsunuz? Bu hareketlerinizin akıbeti nereye varacağını düşünmüyor musunuz?” mealinde gayet tesirli, belagatli ve kısa bir hitapta bulunur.

    Bunun üzerine her iki tarafın aklı başına gelir. Yaptıklarından pişmanlık duyarak ağlaşa ağlaşa sarmaşıp, kardeşçe barışırlar. İşte bu olayı takiben şu ayet-i kerime nazil olur:

    Ey Müslümanlar” kendilerine sizden evvel kitap gönderilenlerden bir kısmına uyacak olursanız siz şeref-i iman ile müşerref olmuşken onlar sizi yeniden (Allah korusun) küfre sokarlar. Ya siz henüz aranızda Cenâb-ı Hakkın ayet-i kerimesi okunup dururken, Allah’ın peygamberi içinizde yaşarken nasıl bu suretle küfür yolunu tutarsınız? Kim Allah’ın gönderdiği rabıtaya sımsıkı sarılacak olursa doğru yolu bulmuş olur. Ey Müslümanlar, Allah’tan nasıl korkmak icap ederse öylece korkunuz! Ve ancak Müslüman olarak Müslümanlıkta can veriniz, sonra hepiniz birden Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılınız. Sakın aranıza ayrılık gayrılık girmesine meydan bırakmayınız. Hani sizler birbirinize düşman idiniz; Cenâb-ı hak kalplerinizi İslam’ın feyziyle birleştirdi de onun sayesinde kardeş oldunuz. Hani sizler bir zaman ateş çukurunun ta kenarına kadar gelmiştiniz de Cenâb-ı hak sizi oradan kurtarmıştı. İşte, belki doğru olan hidayet yolunu bulursunuz diye Cenâb-ı hak ayet-i kerimesini size böyle açık olarak tebliğ buyuruyor.”

    Yaklaşık bin dört yüz yıl önce nazil olan bu ayet-i kerimenin hükmü kıyamete kadar yaşayacak ve geçerli olacaktır. İşte bu hadiseden dolayı nazil olan ayet-i kerimenin temas ettiği bu hükümlere uyulmama durumu, maalesef bugün de tekrar edip durmaktadır. Dolayısıyla Müslümanlar arasında ayrılığa gayrılığa sebep olacak en ufak hadiselerden, dargınlığı netice verecek en hafif hareketlerden, sözlerden kesinlikle çekinilmeli ve asla ümitsiz olunmamalıdır.

    Mehmet Akif bu vaazında, birlik beraberlikle ilgili daha nice örnekler verir ki, onların hepsi aradan yaklaşık yüz küsur yıl geçmiş olmasına rağmen bu gün de geçerliliğini aynen sürdürmektedir.

    Netice-i Kelam

    İşte yazımızın başında da vurguladığımız gibi, tarihin o beyaz, gri ve siyah sayfalarından ibret alınıp gereği yerine getirilmediği için, genelde geri kalmış milletlerde, özelde de tüm İslam coğrafyasında, yüzyıllardır tarih hep tekerrür edip duruyor. Eğer ibret alınmazsa, bu tekerrür etme durumu daha da devam edecek gibi gözüküyor. O halde, içinde yaşadığımız Ortadoğu ve İslam coğrafyasının bu makûs talihini yenmek ve geri çevirmek için, fert ve toplum olarak, tarihin o siyah sayfalarından ibret alıp gereklerini yerine getirmeliyiz…


    · Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kahramanmaraş, Türkiye, kemaltimur@hotmail.com

    Prof. Dr. Kemal TİMUR

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Ali SEVER dedi ki:

      Kaleminize sağlık… Kıymetli Hocam,
      Filistin davasının tek yönlü değil; tarih, din ve edebiyat üçgeninde değerlendirilmesi gerektiğine güzel bir örnek.

    2. Öznil Özgüç Erdem dedi ki:

      Muhteşem tespitler kalemine sağlık Kemal Hocam

      1. Kemal Timur dedi ki:

        Çok teşekkür ediyorum Ali hocam. Selam ve muhabbetlerimle hayırlı çalışmalar diliyorum.

      2. Kemal Timur dedi ki:

        Çok teşekkür ediyorum Öznil.

    3. Mümtaz DEMiRKOL dedi ki:

      Maşallah hocam iyi tespitler yapmış teşekkürler hocam

      1. Kemal Timur dedi ki:

        Çok teşekkür ediyorum Mümtaz bey.

    4. Müslüm Yücel dedi ki:

      Elinize dilimize sağlık yazınız harika olmuş günümüz insanlarıımıza bir ders niteliğinde olur inşallah ülkemizde okuyan yazan fikir üreten sizin gibi çok kıymetli hocalarımıza ihtiyacımız var inşallah okuyan bir kesim olur inşallah saygı ve hürmetlerimi sunuyorum

      1. Kemal Timur dedi ki:

        Çok teşekkür ediyorum Müslüm bey. Kayseriye selamlar.

    5. Derin Gizlem dedi ki:

      Her defasında gündemi ve insanlığı ilgilendiren konularla ilgili farkındalık oluşturacak yazılar yazmanız çok kıymetli . Daim olsun hocam

      1. Kemal Timur dedi ki:

        Çok teşekkür ediyorum Gizlem.

    6. A.Demirdag dedi ki:

      Harika ve ibretamiz bir değerlendirme. Tebrikler ve teşekkürler Kemal Hoca!

      1. Kemal Timur dedi ki:

        Çok teşekkür ediyorum Ali Abi. Sorgun’a selam olsun inşallah.

    7. Kemal Timur dedi ki:

      Çok teşekkür ediyorum Ali hocam.

    8. Kemal Timur dedi ki:

      Çok teşekkür ediyorum Ali hocam. Adıyamana selam olsun inşallah.

    9. Hakan dedi ki:

      Münevver bir rehberin yaklaşık bir asır önce veciz bir şekilde yaptığı tespit ve çözüm önerileri de bu yazının konusu ile benzerlik göstermektedir. İslam coğrafyasının en temel üç sorununun fakirlik, cehalet ve ihtilaf olduğu tespitini yaptıktan sonra çözüm olarak da ittifak, sanat ve marifet tespiti yapmıştır. Aynı sorun ve çözüm önerisi hala güncelliğini korumaktadır.