Nakşî-Hâlidî yolun önemli bir temsilcisi; Mahmut Ustaosmanoğlu hocaefendinin ardından.
Kısa bir süre önce İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu hocaefendi resmi kayda göre 93, gerçek yaşı olarak 95 yıllık ömrünü tamamladı ve Rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Emniyetin dron çekimlerine göre cenazesine 3 milyondan fazla kişi katıldı. Medyada Mahmut hocaefendinin kimliği hakkında çeşitli bilgiler paylaşılarak kısmen de olsa halkımızdan ilgi duyanlara bilgi aktarımı yapıldı. İhvanı ve muhibbanı kendisini Efendi Hazretleri olarak yadederler. Bu ifade artık google’da bile karşılık olarak Mahmut Ustaosmanoğlu hoca efendiyi gösterir. Kimi tarikat ve cemaatlerin liderleri farklı isimlerle meşhur olmuştur. Mesela mutlak olarak “hoca efendi”, “gavs hazretleri”, “seyda hazretleri” ifadeleri genel ifadeler olsa da telaffuz edildiğinde akla ilk olarak belli şahsiyetler gelir. Bu sebeple ben de yazıma bundan sonra “Efendi Hazretleri” ifadesiyle devam edeceğim. Bu yazımda sizlere aktaracağım bilgiler, “ayne’l-yakîn”, “hakka’l-yakîn” türünden doğrudan sahih bilgilerdir. Şunu da hemen belirtmek isterim ki, bir akademisyen olarak ve sadece tarihe mal olmuş bir şahsiyet hakkında yazılan bu bilgileri, dışarıdan biri olarak okusaydım bir çoğuna inanmaz, “şeyh uçmaz, mürid uçurur” der geçerdim. Elbette bu yazımı okuyan birileri de çıkıp aynı düşünce ve değerlendirmeleri dile getirebilir. Ben Efendi Hazretleri 1979 yılından beri yani 43 yıldır tanırım. Bunun ilk 10 yılı fiilen yanında geçmiştir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Efendi Hazretleri klasik medrese geleneğinde yetişmiş, icazet almış, icazet vermiş ve çok uzun yıllar ders halkaları kurarak fiilen bir çok hoca yetiştirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in istediğiniz bir âyetinin tefsirini sorunuz, size Âlûsî’de şöyle, Ruhu’l-Beyân’da böyle, Beydâvî şöyle nakleder, deyiverir. Taberî’den, Kurtubî’den dem vurur. Ezbere bildiği binlerce hadis-i şerifi arapça metni ile ve râvisini zikrederek nakleder. Mir’âtu’l-Usûl okutan, Dürer’i bir kaç kez baştan sona müzakere eden, âlet ilimlerinin en aşağısından en yukarısına kadar okutan bir ehl-i ilimdir kendileri. Çoğu insan onun tasavvufî yönünü bilir, oysa o hâl-i hayatında hiç kimseye “tarikata gir”, “tesbih dersi al” dememiştir ve başkalarının da demesini yasaklamıştır. Çünkü merhum Mahmut Efendi Hazretleri tarikat için iki şeyin olmazsa olmaz olduğunu bilirdi. Bir ilim sahibi olmak, iki tarikata girerken verilen söze sadık kalıp dersleri günü gününe yapmak. Nitekim hayatı boyunca okuyup okuttuğu Mektûbâtı Rabbânî’de İmam Rabbanî Kuddise sırruhu: “Tasavvufa intisab edip de fıkıhtan nasibi olmayan zındıklaşır” buyurmaktadır. Fıkıh onan dini yaşayışında her zaman şablon görevi görmüştür. İrfan, ilmin üzerine bina edilir, ilmi olmayanın irfanı taklitten öteye geçemez. Bu sebeple kendileri ölmeden önce üç cümle kurmama izin verseler “ilim okuyun, ilim okuyun, ilim okuyun” derim dediğini onu yakından tanıyan herkes bilir. Onun şu sözünü hayatıma şiar edinmişimdir: “Yüksek tahsil yükseğin kitabını okumakla olur”. İlim tahsil etmek bilinmeyeni öğrenme gayretidir. Bu amaçla atılacak en sağlam adım her şeyi bilenin kitabını okumaktır. “Bize hoca lazım, öyle üç beş sene okumuş değil, yirmi sene, otuz sene okumuş hoca lazım” derdi. 1981-82 yıllarıydı sanırım. Âdeti vechile Cuma namazını müteakip Edirnekapı Şehitliğine, şeyhi Ali Haydar Efendi’nin kabrini ziyarete gidiyordu. Arabasına beni de aldılar. 14 yaşındaydım. Bana ne okuduğumu sordu, “İzhar okuyorum ama hepsini anlamıyorum Efendi Hazretleri dedim. “Olsun, Ankara’da okuturken anlarsın” dedi. Ve ben gerçekten Ankara’da İzhar okutmuş ve anlamıştım. Mahmut Efendi Hazretleri çok önemli bir misyon üstlenmiş ve usanmadan, yılmadan hayatı boyunca bu uğurda fedâyı cân etmişti. Tek parti döneminde yasaklanan Şer’î İlimlerin okutulması ve yasaklanan öz kimliğimizin, Hz. Peygambere bağlılığımızın simgesi olan dinî ve milli kıyafetlerimizin korunması. “En büyük günah gavura benzemektir” derdi. “Biz, İstanbul’u fetheden dedemiz Fatih gibi giyinmeliyiz, onun mağlup ettiği düşmanın torunları gibi değil”. Bu küçük hacimli yazımızda elbette bir çok şeyi dillendiremeyiz ancak gözümle gördüğüm, yakinen bildiğim bazı özelliklerini aktarayım. -Gece saat 02.00’de mutlaka kalkar ve 12 rekat teheccüd namazı kılar. İsterse saat 01.00’de yatmış olsun. -Mutlaka abdestli yatar, uyurken abdesti bozulsa mutlaka yatağından kalkıp abdest alır, iki rekat namaz kılar ve ondan sonra tekrar abdestli olarak yatar. -Her Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutar. -Son anına kadar tek başına kıldığı bir tek farz namaz yoktur, hepsini cemaatle kılar. -İhramlı değilse asla çorapsız namaz kılmaz. -Abdesti çeşmeden akan suyla almaz. İsraf olmamasına çok dikkat ettiği için ibriğine yeteri kadar su doldurup onunla abdest alır. Abdest esnasında azasından dökülen kullanılmış su yarım bardağı geçmez. -İşrak, kuşluk, evvâbin, tahiyyetü’l-mescid, tenvîr-i kabr namazlarının yanısıra öğle ve yatsı namazlarının son sünnetini mutlaka dört rekat kılar. -Mihrapta namaz kıldırdığı sürece cemaat için ayrı, kendisi için ayrı hatim sürdürür. -Sabah, akşam ve yatsı mihrabiyelerini cemaate okusa bile kendisi için ayrıca okur. -Sabah namazının farzının birinci rekatında iki, ikinci rekatında bir sayfa okur. -Kur’a ile hacca gidişler başlayıncaya kadar hemen her yıl hacca gider ve bu gidişleri “Resûlullah’ın yaptığı şekilde hac yapılması unutulmasın diye gidiyoruz” derdi. Şeytan taşlama günlerinde mutlaka Mina’da konaklardı. -İzinli olarak görevde bulunmadığı vakitlerin parasını asla almazdı. O günlerde yerine mihraba geçecek bir hafızın olmasına ve onun da muhtaç durumda bir talebe olmasına gayret ederdi. -Vakfın odunluğundan gelen kıymık parçasını kürdan olarak bile kullanmaktan sakınırdı. -Bir defasında kız Kur’ân kurslarından birini ziyarete gitmişti. O esnada para bozdurma ihtiyacı oldu. Kurs idarecisi “bizde bozuk var, bozabilirim” dediyse de bunu bir “kursun nimetlerinden faydalanma” olarak gördüğü için razı olmadı ve yanındaki hocayı para bozdurmak için bakkala kadar gönderdi. -Camide kendi için ayrı, misafirler için ayrı tüp veya gaz ocağı bulundururdu. -İtikâfa girdiği günlerde elektriği evinden çektirdiği kablo ile tedarik ederdi. -Başta şeyhi Ali Haydar Efendi olmak üzere kendisini yetiştiren hocalara saygısı ve vefası bir kitap bölümü teşkil edecek kadar bilgiyle doludur. Sadece birini anlatacak olursak, şeyhi Ali Haydar Efendi maden suyu içtiği için Efendi Hazretleri kendisine kasayla maden suyu taşırdı. Birgün yine merhum bir hocamız maden suyu kasasına ayağını koyuvermesiyle Efendi Hazretlerinden azarı yemesi bir olmuştu. Efendi babanın içtiği maden suyunun kasasına ayak konamazdı. Yazıyı haddinden fazla uzatmadan şu anekdotla noktalayalım. Damadı Hızır Ali Muratoğlu İsmailağa Camiinde vurularak şehit edilince haberi alan Efendi Hazretlerinin dudaklarından sadece şu cümle dökülüvermişti: “İslâm sağolsun”. Evet o imtihanını milyonların hüsn-ü şehadetiyle tamamlayarak Mevla’ya kavuştu. İSLÂM SAĞOLSUN Mekke-i Mükerreme Ahmet ÜNSAL
Allahu Teâlâ râzı olsun.