Özellikle 18. yüzyıl Aydınlanma Dönemi’nden itibaren Batı dünyasında dinin, geleneklerin ve kültürün toplumsal ve siyasal hayattaki etkisi azalmaya başlarken bilim, rasyonalite ve seküler değerler ön plana çıkmaya başladı. Protestanlığın ve sermayenin etkisiyle insanlar adaletin, iyiliğin ve güzelliğin dinin hayattan el çektirilmesiyle oluşan boşluğunu çeşitli kurtarıcılar üreterek doldurdu. Bu kurtarıcılar kimi zaman ideolojiler kimi zaman da liderler oldu. Hem ideolojilerin hem de liderlerinin öne sürdüğü, daha sonraları Messianizm olarak kuramlaştırılan anlayışın esas vurgusu kurtarıcılık ülküsü oldu. Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlıkta beklenilen mehdi anlayışının tersine bu kurtarıcılar seküler ülküye sahiptir. Bu ülkü, bir kurtarıcının geleceğine olan inançla ve bu kurtarıcı figürün yaşadığımız hayatı köklü bir şekilde dönüştüreceği düşüncesiyle şekillendi. Bunlara ideoloji olarak marksizm, komünizm, faşizm, kapitalizm, demokrasi, siyonizm; lider olarak da Karl Marx, Lenin, Mussolini, Hitler, Adam Smith, John Locke, Theodor Herzl örnek verilebilir. Bu ideolojiler ve liderler dinlerin mistik, metafizik ve aşkın değerlerini kendilerine mal ettiler. Bunlardan biri ve belki de en önemlisi üstünlük ve hükmedicilikti. Bundan dolayı Avrupalının içinde taşıdığı üstün olma ve hükmetme duygusunun kaynağı ile Avrupa’nın sömürgecilik geçmişinin ana nedeni bu kurtarıcılık ülküsüne bağlılıktan neşet eder.
Fransa üzerinden yükselen insan hakları ve demokrasi temelinde dünyayı ve insanları tabiatın, dinin ve tanrının boyunduruğundan özgürleştirecek olan bu seküler kurtarıcı paradigmanın taşıyıcısı olarak ise bilim ve eğitim görevlendirilmiştir. Bu bilim ve eğitim, varlığını borçlu olduğu modernizmle mesihçi (kurtarıcı) görevini bihakkın yerine getirecek, insanları ve toplumu “kurtaracaktır.” Böylece eğitim alanlar hayatta kalacak; almayanlar sefil bir hayat yaşayacaktır. Eğitilmiş toplum huzurlu, refah ve varlık içinde yaşamını sürdürecek; eğitilmemiş toplumlar fakir, mutsuz ve yokluk içinde kalacaklardır. Paulo Freire’nin ifadesiyle eğitilmiş insan prangalarından ve baskıların kurtulmuş ve özgür olmuştur; eğitilmemiş insan ise geleneklerin, dinin ve kültürün baskısı altında ezilmektedir. Eğitilmiş insan akılla ve bilimle aydınlanmış; kültürün geleneğin, yakın çevresinin baskısından kurtulmuş; gerçek anlamda birey olmuştur. Tabiat bile kendi mecrasında değil, eğitilmiş insanın istediği biçimde var olacaktır. Artık ağaçlar rüzgârların getirdiği tohumla “tesadüfen” yetişmeyecek, bilimin ve eğitimin istediği yerde yetişecektir. Bilim, hayatımızın önündeki engellerden bizi kurtaracaktır. Bilimsel çalışmalarla sorunlarımız tek tek çözülecek, dünyada savaşlar bitecek, hastalıklar önlenecek, mutlu ve mesut bir dünya kurulacaktır. Böylece dünya her geçen gün daha iyiye gidecek; bilim ve akılla ortaya koyulan çabayla gelecek daha iyi olacaktır.(!) Hasılıkelam bir kurtarıcı olarak seküler bilime ve eğitime dair bu tür melyorist görüşler insanlığa konfor getirecek, hastalıkları iyileştirecek, hayatımızı güvenli yapacak, “şenlikli toplum” yaratacaktır.
Dewey, Montesori, Paiget, Freire, Russel, Durkheim, Vygotsky, Illich, Foucault, Tagore gibi eğitimcilerce geliştirilen bu seküler kurtarıcı eğitim hem dünyada hem de bizde, 19.yüzyıldan itibaren yaygınlaştı. Son yüzyılda ülkemizi modernleştirme, toplumumuzu Avrupalılaştırma amacı taşıyan insanımızı cehaletten kurtarmayı şiar edinen, eğitimi bu anlamda toplumsal kalkınmanın temeli yapan Kemalist eğitim de messianist (kurtarıcı) bir eğitim anlayışını benimsemiştir. Bizde cumhuriyet devrimiyle birlikte eğitimin bu kurtarıcı rolüne şahıs figürü de (Mustafa Kemal) eklendi. Bu durum katı bir laikçi uygulamayla zapturapt altına alınırken, 1950 sonrası sağ liderlerin kurtarıcılığıyla (!) halkın dönüşümü başladı. Eğitim sisteminin dönüştürücü gücüyle laik devlet, bu kurtarıcılarla, seküler hayat ve seküler insan üretti. İşte bugün eğitimde tartıştığımız meselelerin dönüp dolaşıp kurtarıcı özelliğinin öne çıkarılması, bu bağlamda öne sürülen melyoristik görüşler bu seküler kurtarıcı eğitim anlayışının tezahürleridir.
Biz epeydir bu girdabın içindeyiz. Bu yüzden de özgünlüğümü kaybettik. Bu da bizi mevcuda odakladı. Böylece mevcut seküler kurtarıcı eğitimin yaralarını sararak, onu tedavi ederek kendimize alan açmaya çalışıyoruz. Değerler eğitimi, Kur’an Kerim, Siyer dersleri, müfredat düzenlemeleri, imam hatip okulları vb. uygulamalar buna örnek verilebilir. Böylece bizde hem özgünlük kaybı hem de az oluşların tam oluşları engellemesi gerçeği nedeniyle kendimize ait bir eğitimin olabileceği inancı kayboldu.
Bu girdaptan çıkabiliriz. Bizi, batının bu seküler mesihçi eğitiminin tasallutundan kurtaracak olan kendi kültürümüzdür. Bunun için kültürümüzü temel alan bir eğitim yapılanmasına ihtiyacımız var. Buna göre kendi kültürümüz temel alındığında insanda asıl olanın ahlak, toplum bilimlerinde asıl olanın hakikat; fen ve matematik gibi diğer bilimlerde ise bu ahlak ve hakikatle barışık tabiat bilim anlayışının olduğu görülecektir. Eğer kendi kültürümüzü değil de seküler kültürü ve eğitimi kurtarıcı olarak görmeye ve yaptığımız kimi düzenlemelerle sömürge eğitimden çıkıyoruz serabıyla avunmaya devam edersek, içinde bulunduğumuz sömürge zihniyetin varacağı yer asimilasyondur. Köklü değişimler yapmadan eğitimi düzeltmeye çalışmak, sadece kendimizi kandırmaktır.