Aidiyet, kelime anlamı, ‘mensubiyet’, ‘ait olma hali’, ‘ilişkinlik’ olan bir kavramdır. İlişkilendirme herhangi bir nesneye, insana, topluluğa, gruba ya da sosyal bir kategoriye olabilir. Bu durum insanın ilgisi nispetinde genişletilebilir. Bir yere ya da gruba yoğun duygularla bağlı olmak, kendisini o yere mensup hissetmek şeklinde de anlaşılabilen aidiyet, bireyin en temel ihtiyaçlarından biridir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlardan sonra ait olma gereksinimi bulunmaktadır. Bu bağlamda bireyin kendisini ailesine, memleketine, vatanına, toplumuna, kültürüne ya da farklı fikir ve inanç guruplara ait hissetmesi mümkündür.
Aidiyet doğal sosyal çevreye bağlı olabileceği gibi bireyin bilinçli tercihleri ile oluşturduğu çevreyle de olabilir. Sosyal ortamlarda ilk defa karşılaşılan birine sorulan sorular aslında aidiyetin önemini vurgular. Nerelisin, ne iş yapıyorsun gibi soruların altında yatan ve esas öğrenilmek istenen karşıdaki bireyin aidiyetlerinin neler olduğudur. Aidiyetler, toplumun iç dinamiklerini etkileyici niteliktedir. Etnik çatışmalar, savaşlar, eylemler, toplumsal hareketler ile aşırı nitelikteki futbol takımı taraftarlığı gibi olumlu sayılmayan örnekler de aidiyeti gösteren örneklerdir. Ayrıca değerler, güven, sosyal destek ve duygusal doyum gibi önemli unsurlar bireyin aidiyet ihtiyacının değişkenleri olarak açığa çıkmaktadır. Aidiyet duygusu bireye; bir gruba ait olma, birbirleri için önemli olma, ortak bir amaç için çaba gösterme gibi duyguların eyleme dönüşmesini sağlar. Aidiyet: Toplum aidiyeti, ulus aidiyeti, etnik aidiyet, dini aidiyet, örgüt aidiyeti, mekan aidiyeti ve kültürel aidiyet gibi başlıklar altında geniş bir şekilde incelenebilir.
Kültür, “Bir toplumun tarih boyunca ürettiği maddi ve manevi değerlerin, fikir ve sanat eserlerinin, bunlardan doğan değer yargılarının bütünü” şeklinde tanımlanabilir.Genel anlamda ise toplumun yaşam biçimi olarak görülebilir. Kültürün bir sistem olarak düşünülmesini açıklayabilecek kavram, “aidiyet”tir. Aidiyet duygusunun niteliği ve bireylere yüklediği görevler, bireylerin kimliklerini, yani kendilerini ve çevrelerini algılayışını belirler. Bireyler bir kültüre rengini veren çeşitli etkenler aracılığıyla bir sisteme dahil olurlar. Örnek olarak, yardımsever bir kişinin taşıdığı yardımlaşma duygusunun etkisiyle, kendisi gibi aynı duyguları hisseden insanların kurduğu bir yardımlaşma derneğine üye olması verilebilir. Aile, millet, din gibi kurumlar, bireylerin doğuştan dahil olduğu aidiyetleri tanımlarlar. Bir toplumda birbirinden farklı örf, adet, töre, gelenek ve görenekler farklı aidiyet talepleriyle karşımıza çıkar. Her birey kendini güvence altına almak, kültürel bir etkinlik içinde bulunmak, bazı mesleki dayanışma ve gelişmelerin dışında kalmamak için farklı aidiyet gurupları içine dahil olur.
Bir toplumda mevcut aidiyet gurupları içinde birkaçı daha baskın bir özellik taşıyarak o toplum için model bir davranış sergileyebilir. Bu model konumunda olan aidiyet, toplumu da simgeleyen bir özellik taşıyacaktır. Böyle bir aidiyet, diğerleri için referans konumunda bulunur: Özellikle milliyet ve din, tüm aidiyet guruplarının üstündedir, yani bir referans konumunda bulunur. İnanç ve değerlerin kültürün özüne sirayet etme gücü bulunduğu için kültürel aidiyet bilincinin kazandırılmasında dini aidiyet önemli bir role sahiptir.
Din bireyler arasında birleşme ve dayanışma sağlar. Dinlerin sahip olduğu belirli gelenekleri, efsaneleri, evliyaları, ilahileri, ibadetleri ve ritüelleri, toplumdaki bireyleri bir arada tutmak için gereken dayanışmayı da sağlamaktadır. Dini ritüeller, manevi bir ortaklık içerisinde aynı dine mensup bireylerin beraber hareket etmelerini sağlayan pratiklerdir. Sanayi toplumunda yaşayan bireyler ise artık hayatın anlamını açıklamak için dine ihtiyaç duymamaktadır. Onlar için din artık toplumun değerleri ve hayat tarzının merkezi unsuru olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla bu toplumlar köklerinden kopuk bir şekilde, seküler dünyanın rüzgarında savrulmaktadır.
Ait olmak, istek ve iradeye bağlı olduğu gibi doğuştan da olabilir. Fakat özelliği ne olursa olsun, aidiyetin temel niteliği, ritüeller ile birlikte belirir. Ritüeller, aidiyetin göstergeleridir. Aynı Tanrı’ya inanan bir Müslümanı bir Hristiyandan ayıran özelliklerden biri de ritüellerdir. Birbirinden çok farklı alanlarda karşımıza çıkan eylemler bir ritüeli ve dolayısıyla da bir aidiyeti bildirir. Ayrıca her milletin yaşadıkları iklime, örf ve adetlere, din ve mezheplere bağlı olarak yerleşen o milletin malı olan ve ait olduğu milleti tanıtan ahlak kaideleri millî ahlak haline gelmiştir.
Türk toplumunun tarihine bakıldığında asırlar boyunca köklü değerler ürettiği, böylece yeni kuşaklara değer yüklü zengin bir kültürel miras bıraktığı görülmektedir. Günümüze bakıldığındaysa kişilerarası ilişkilerde sosyal ve ahlaki kurallardan uzaklaşılması, genel menfaat yerine bireysel çıkarların ön plana alınması, tüm dini ve milli aidiyet duygularına ters düşen sosyal medya ve dijital alanlardaki ahlaki çöküntünün baş göstermesi gibi nedenlerden ötürü, toplumda öz kültürlerine samimi şekilde bağlı kalan bireyler hızla azalmaktadır.
İslâm’a göre “Tedib”(terbiye etme) edebin nefiste zapt edilmesi ve bizzat kişi tarafından hazmedilmesidir. Dini aidiyet ve dini eğitim ile (Osmanlı ve öncesi dönemlerde tecrübe edildiği gibi) İslâm’ın akılcı, hoşgörülü ve bilimi destekleyen anlayış ile toplumdaki farklı gruplara hitap edilebilir. Bu nedenle Türk İslâm kültürünün zengin mirasının unutulmaması, din öğretimi aracılığıyla dini aidiyet bağı kullanılarak gençliğin karakterine işlenmesi için çalışılmalıdır. Kültürel değerlerin benimsenmesinden yoksun olan bir öğretim, karakter yerine sadece hüner verecektir. Kültürün öğrencilere aktarılması sadece belli ders ya da konularda değil, öğretim faaliyetlerinin bütününde en temel amaç olarak kabul edilmeli ve bunun gereği yapılmalıdır. Müfredat yeniden yapılandırılarak toplumun kültürel kimliğiyle bağlantılı hale getirilmeli, kültürel mirasın özellikle manevî unsurları öğrencilere aktarılmalıdır. Güçlü toplumların temelinde manevi birlik ruhu bulunmaktadır. Güzel ahlak ve estetik değerlerin yaslandığı bu duygu, bireydeki aidiyet duygusunun toplumsal ve kültürel zeminini kurmaktadır. Bu kuşatıcı değerler, toplumda geçerli olan diğer değerlere yön verir, onların rengini belirler. Aidiyet, hem ahlakta hem davranışlarda hem de tüm beşeri duyularda geçerli olan “güzel” kavramıyla eşleştirilerek güzel ahlak, güzel davranış ve nihayetinde öz kültürüne layık güzel insan ortaya çıkacaktır.