Farklı dönemler de toplumların farklı sorunlarla karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. İnsanlığın başına musallat olan çağımızın en temel sorunu güven ve güvenilmezlik sorunudur. Manevi bağların zayıflaması; hak, adalet, sevgi, saygı, barış, merhamet, hürmet dostluk, arkadaşlık, akrabalık gibi değerlerin zaafa uğraması sebebiyle; yaşadığımız süreç içinde güven duygusu ortadan kalkmakta gerçekler bile şüphe ile karşılanır hale gelmektedir.
Ülkemizde güven sorunu toplumun temel taşı olan ailede başlamakta; toplumun her alanını bir ahtapot gibi kuşatmaktadır. Aile dediğimiz kutsal yapı içerisinde, şiddetin, boşanmanın, parçalanmış aile yapılarının çığ gibi artması, evlenme yaşının yükselmesi, gençlerin evlenmekten kaçınması; öğrencisinden, velisinden öğretmenine, hastasından sağlıkçısına, işçisinden işverenine, memurundan amirine, müşterisinden esnafına, komşundan akrabasına; hukuki alanda yargısına güven duyulmaması; millet olarak bir kaos ortamına doğru sürüklendiğimizi göstermektedir.
Türkiye genelinde teşkilatlar bazında “Teşkilatınıza güveniyor musunuz? İsim yazmadan, evet veya hayır olarak işaretleyiniz.” Şeklindeki bir anket sorusuna karşılık; sonucun %83 hayır ve %17 evet çıkması bir İslam ülkesi için son derece manidar olduğu kadar; Müslüman’ın Müslümandan başka dostu yoktur. Noktasından Müslümanın Müslümana güveni yoktur. Noktasına gelişimiz; millet olarak, birbirine güvenmeyen ve güven vermeyen bir toplum olduğumuzu ortaya koymaktadır.
Şunu ifade etmek isterim ki; güvenmenin ve güven vermemenin “iman” kelimesi ile doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. “Emanet” “emin” “iman” “mümin” kelimeleri emin olmak, güvenmek ve güvenilmek gibi anlamları ifade eden “emine-ye’menu” fiilinden türeyen kavramlardır. “Emine-ye’menu” fiilinden türeyen iman; hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde Allah’a ve inanılması gereken şeylere inanan, Allah’a güvenen anlamına geldiği halde; “emune-ye’munu” fiilinden türeyen “iman” ise; güven vermek, güvenilmek manasını ifade etmektedir.
Ayrıca hıyanetin zıddı olarak kullanılan “güvenmek, güvenilir olmak, korku ve endişeden emin olmak” anlamına gelen iman ve mü’min kelimesiyle doğrudan ilgisi bulunan “emânet kelimesi de Yüce Rabbimiz tarafından Kuranı Kerimde; insanlara yüklenen din ve dünya ile ilgili bütün sorumlulukları içine alan bir kavram olarak ifade edilmektedir. “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 72.) Buyurulmaktadır.
Buna göre mü’min hem inanan hem güvenen, hem kendisine inanılan hem de kendisine itimat edilen kimse demektir. Buna göre, biz “Müminler” olarak, kendi aramızda bile birbirimize hem güven vermiyor hem de güvenmiyorsak; İnanç sistemimize göre, güven vermeyen, hem de güvenilmeyen bizler için “mü’min” sıfatının kullanılmasının ne kadar doğru olduğu tartışma konusudur.
Peygamberimiz (s.a.v) Müslümanı tanımlarken; “Mümin, insanların kendisine güvendiği kimsedir. Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların salim olduğu kişidir. Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a Andolsun ki, kötülüklerinden komşusunun emin olmadığı kimse cennete giremez.” Buyurmak suretiyle; mü’minin güvenilir olma özelliğinin altını çizmiş, “İmanla hıyanet aynı kalbe sığmaz. “Kişinin kalbinde iman ve küfür bir arada bulunmaz. Güvenilirlik ile hainlik de bir arada olmaz.” Buyurmuştur.
Peygamberimiz güvenli bir toplum oluşturmak için Medine’ye hicret ettikten hemen sonra Ensar ve Muhacir arasında “kardeşleştirme anlaşması” gerçekleştirmiş, toplumun huzur, barış ve güven içerisinde yaşamasını temin etmek için Medine anayasasını yapmıştır. Nitekim Mekke’de Müslümanlar, maruz kaldıkları can, mal, namus emniyetsizliklerinden şikâyet edip ümitsizliğe düştükleri bir sırada onlara; “Siz acele ediyor, ümitsizliğe kapılıyorsunuz. Şunu iyi bilin ki, ileride öyle mal, can, namus emniyetinin sağlandığı günler gelecek ki, bir kadın Yemen’den kalkıp bindiği devesi üzerinde tek başına Mekke’ye gelecek, Kâbe’yi tavaf edip tekrar bineğine binerek tek başına memleketine dönecektir. Bu sırada yolda vahşi hayvandan başka hiçbir şeyden de korku ve endişe hissetmeyecektir!” Buyurmuştur.
Diğer taraftan “Mü’min” ve “Müheymin” kelimeleri Allah’ın 99 ismi şeriflerinden olup, kendisine inanan kullarına güven veren, güvenlikte ve esenlikte kılan her şeyi görüp gözeten demektir. Buna göre; Allah kendisine inanan, güvenen ve teslim olanı korur ve güvende kılar ve başarıya ulaştırır. Biz içinde yaşadığımız çağda İslam milleti olarak, koruyamıyorsak, korunamıyorsak güven ve huzur içinde yaşayamıyorsak; birey, toplum ve Türk milleti; hatta İslam ümmeti olarak, gerçek bir Mü’min ve gerçek bir Müslüman gibi yaşayıp yaşamadığımız konusunda nefislerimizi hesaba çekmemiz gerekmez mi?
Bireysel, ailevi, toplumsal, ahlaki, siyasi, ticari, ekonomik ve psikolojik sorunların başında güvensizlik sorunu gelmekte; insanlar arasında adaletin, temel hak ve hürriyetlerin eşit dağıtılmaması, liyakatin uygulanmaması, birine serbest olanın diğerine yasak olması gibi çifte standartlı uygulamalar da güvensizlik sorununu körüklemektedir. İnsan haklarının ihlal edildiği, adaletin eşit dağıtılmadığı toplumlarda güvenden, güvenin olmadığı bir ülkede de huzurlu toplumdan bahsetmek mümkün değildir.
Güvenilir olmak, güven vermek, doğru olmak, dürüst olmak kişinin olduğundan ve inandığından başka türlü görünmemesi, niyetinin, sözlerinin, fikirlerinin davranışları ile tezat teşkil etmemesi demektir. Güvenilir olmak ile dürüstlük ve doğruluk arasında doğrudan ilişki vardır. Dürüstlük kişinin işine geldiği gibi değil, içinden geldiği gibi davranmanın, gerçekleri eğip bükmeden konuşmanın, haksızlıklara karşı koymanın, hüküm verme de adaletli davranmanın, emanete riayet etmenin ve emaneti layık olana vermenin adıdır. Başka bir ifade ile dürüstlük ve güvenilirlik doğrulukta teslimiyeti yönetimde adaleti, davranışlarda samimiyeti, emanete riayeti şiar edinenlerin; niyeti, özü, sözü, fikir ve davranışları doğru olanların sıfatıdır.
Güvenilirlik ve dürüstlük fertler ve toplumlar için zorun ahlaki bir erdem; iman bakımından Mü’minlerin en karakter özelliğidir. Dürüst olmamak, güvenilmezlik, yalancılık gibi hasletlerde münafıklığın en temel özellikleridir. Çünkü münafıklık; kişinin inandığından ve olduğundan başka türlü görünmesi halidir. Peygamberimiz : “Münafıklığın alameti üçtür. Bir söz söylediği zaman yalan söyler. Söz verdiğinde sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman emanete hıyanet eder.” (Müslim, İman)
Sahabeden Süfyan es-Sekafî (r.a.) Peygamberimize gelerek, “Ey Allah’ın Resulü! İslâmiyet hakkında bana bir öğüt ver ki, sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın.” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) “Allah’a inandım de sonra da dosdoğru ol.” buyurdu. Görülüyor ki Efendimiz s.a.v. doğruluk ve dürüstlüğü Allah’a imandan sonra dile getirmiş ve doğrulukla Allah’a iman arasında bağlantı olduğunu belirtmiştir.
Her konuda olduğu gibi güven ve güvenirlilik konusunda bütün insanlık için rol model olan Hz. Peygamber (s.a.v) Peygamberlik öncesi ve peygamberlik döneminde içinde bulunduğu toplumda güvenilen bir insan olarak yaşamış peygamberlik öncesi davranışları ile peygamberlik sonrası davranışları asla tezat teşkil etmemiştir.
Peygamber (s.a.v); sadece kendisi doğru ve dürüst olmakla kalmamış dürüst bir toplum inşa etmek için iman, ibadet, güzel ahlak, insani ilişkilerinde doğruluk, dürüstlük, vefakârlık, cömertlik, şefkat, merhamet, hak, adalet, emanet, ehliyet, liyakat, eşitlik, hürriyet, itidal, samimiyet, edep, hayâ, gösteriş ve israftan, tefrika ve fitneden uzak kalma, birlik ve beraberliği telkin etme, istişareye değer verme gibi konularda hizmet ve külfette en önde, nimet paylaşımında en sonda yer alması gibi davranışları yaşantı haline getirmiştir. Hz. Aişe (r.a) validemizin ifadesiyle yaşayan bir Kur’an olmuştur. Ashabını da niyetlerinde, düşüncelerinde, sözlerinde, işlerinde, ticari muamelelerinde, yeminlerinde, kısacası her hâllerinde doğru, dürüst ve güvenilir olmalarını istemiş ve buna teşvik etmiştir.
Çünkü doğruluk dürüstlük sadece anlatılarak değil, yaşanılarak vücut bulan bir erdemdir. Hz. Muhammed (s.a.v)’i cahiliye toplumundaki üstün ahlâkı, doğruluğu, dürüstlüğü ve güvenilirliği, O’nun Muhammed el-Emîn olarak anılmasına sebep olmuştur.
Hz. Peygamber bir gün Kâbe’nin yakınındaki Sefa tepesine çıkmış orada toplanan Kureyşlilere seslenerek, “Ey Kureyşliler! Sizlere şu dağın arkasında düşman var. Biraz sonra size saldıracak, çocuklarınızı öksüz, eşlerinizi dul bırakacak desem bana inanır mısınız? Diye seslenince; İnsanlar, evet inanırız çünkü sen “Muhammedu’l Emin” sin (güvenilir insansın) çünkü senin yalan söylediğin görülmemiştir. Cevabını vermişlerdir.
Mekke’nin ticaretle uğraşan zenginleri peygamberimize güvendikleri için kıymetli eşyalarını, altınlarını peygamberimize emanet etmişlerdir. Peygamberimiz güvenilir oluğu için hicret ederken kendisine emanet edilen kıymetli eşyaları – bunlar benim canıma kastettiler, bu kıymetli eşyaları yanımda götüreyim dememiş malları sahiplerine teslim etmesi için Hz. Ali’yi bu iş için görevlendirmiştir.
Kuran’ı Kerimde “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud,112) “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak göz ve bunların hepsi ondan sorumludur”. (İsra,36) “Kahrolsun, o ‘zan ve tahminle yalan söyleyenler” (Zariyat,10) ayetlerinde; yalanı meslek edinenlere zan ve tahminlere göre iftira atanlara, hakkında bilgi sahibi olmadığı konularda hüküm verenlere büyük bir tehdit vardır!
Peygamberimiz (s.a.v).Siz şu altı hususta bana söz verin, ben de sizin cennete gireceğinize kefil olayım. Buyurmuştur.
1. Sizden biri konuştuğunda yalan söylemesin.
2. Söz verdiği zaman sözünü yerine getirsin.
3. Emanet edildiği zaman emanete hıyanet etmesin.
4. Gözleri ile harama bakmaktan sakınsın.
5. Edep yerini muhafaza etsin, iffetli olsun.
6. Ellerini harama uzatmasın.
Güven insanları birbirine bağlayan en etkili bağdır. Güvenilir olmanın yolu inanmaktan ve Allah ve Resulünün emanetleri olan; “Kitaba ve Sünnete” tabi olmaktan geçmektedir. Emanete sahip çıkalım; emin ve güvenilir olalım. Emanete hıyanet edenlerden olmayalım.
Mustafa KIR