Schumacher’in kitabından yola çıkarak akıl karışıklığından bahsetmiş olsak da bahse konu akıl karışıklığımız yekten farklı bir niteliğe sahiptir. Bizim gibi toplumları özellikle son birkaç yüzyıldır imleyecek en uygun tabir olsa gerektir akıl karışıklığı. Aklın karışmasının çokça nedeni olabilir. Birey olarak düşünüldüğünde birden fazla konuyu aynı anda düşünmeye çalışanların yahut aklındaki ile kalbindeki ve davranışları arasında uyumsuzluk olduğunu gözlemleyenlerin aynı zamanda aklınca davranamayacağı bir ortamda bulunanların aklı karışabilir.
Akıl karışıklığı kolaylıkla kararsızlığa, ne yapacağını bilememeye, bariz bir sakarlığa yol açabilir. Toplum düzeyinde bakıldığında da durum pek farklı değildir. Bizim aklımız neden karışık sorusunun elbette tek bir cevabı olmayacaktır. Fakat eğitim anlayışımız bağlamında konunun burada özellikle odaklanmamız gereken boyutu Batılılaşma süreciyle yakından ilişkilidir.
Batılılaşma ya da modernleşme süreci son birkaç yüzyıldır farklı toplumlara farklı biçimlerde dayatılmıştır. Bu dayatma çoğu zaman zoraki olsa da giderek kayda değer bir kabullenişi ve arzuyu da üretmiştir. “Toplumlar Batılılaşamayabilir miydi?” sorusu artık değerini değilse de önemini yitirmiştir. Nihayetinde bütün toplumlar şu ya da bu düzeyde Batılılaşmış durumdadır. Zamanın geriye döndürülmesi mümkün değildir. Ve elbette mutlaka Yaratıcının bundan bir muradı vardır. Bu tecrübe edilmesi gereken bir imtihan olarak da görülebilir.
Batı Avrupalı toplumların başlattığı süreç kendileri için modernleşme anlamına gelirken diğer toplumlar için Batılılaşma anlamına gelmiştir. Bizatihi bu süreç Avrupa toplumları için geleneksel dünyadan köklü bir kopuşla sonuçlanan bir imtihan olarak görülebilir. Bu toplumlar kendi imtihanlarını vermiş, her ne kadar geleneksel dünya penceresinden bakıldığında imtihanı kaybetmek pahasına yeni bir dünya yaratmışlarsa da kendi içinde tutarlı bir tecrübedir bu. Buna karşılık diğer toplumlar bir tür kopyacı konumunda bulunduklarından ve bu yüzden imtihanı daha baştan kaybetmiş olduklarından çoğu zaman tutarsız bir karmaşanın içindedirler. Modernite, Avrupalı toplumlar için tastamam yeni bir yol inşa etmek üzere geleneksel dünyanın yolundan sapma anlamına gelirken diğer toplumlar için modernite, öykünülen, kopya edilen bir şey olarak ancak hastalığa yol açmıştır.
Bu hastalıklı durumdandır ki aklımız karışık uzunca bir süredir. Günümüzde bu akıl karışıklığı giderek daha belirgin bir hal almıştır. Çünkü nice çabalasak da şu Batılılaşmayı adam akıllı beceremediğimiz ortadadır. En Batılılaşmış görünen ya da kendini öyle sananlar da bile geleneksel köklerinden kopamamanın izlerini rahatlıkla görebiliriz. Batılılaşmaya en fazla karşı durur görünenlerin ya da öyle olduklarını düşünenlerin durumu da pek farklı değildir. Gide gele söz konusu karşı duruş simgeler ve söylem düzeyinde birkaç unsurla sınırlandırılmış, politik ve ilkesiz bir nitelik kazanmıştır.
Dünyevileşme, teknoloji, ilerlemecilik fikri, ekonomik kalkınmacılık gibi konularda herhangi bir Avrupalıdan farklı düşünemeyen kesimler kendilerini muhafazakâr ya da Batı karşıtı gibi sunabilmektedir. Bu en çok da eğitim alanında kendini belli etmektedir. Ait olduğu mana ikliminin teknoloji bahsinde ne diyebileceğinden habersizce görünenler ve bu bahsi hiç de umursamadan eğitim dünyasını teknoloji ile doluşturmakta bu konuda ileri Batılı ülkelerle rekabete girebilmektedir. Modernitenin ürünü olan teknolojinin yarattığı anlam dünyasını görmezden gelerek sadece zahiren hayatına dâhil edebileceğini düşünmek artık ortak bir özellik haline gelmiştir.
Oysa en iyi biz bilmeliydik zahiri olmayan batın, batını olmayan zahir olamayacağını. Şimdi kimileri bu saptamalar karşısında “ne yapalım teknolojiyi almayalım mı?” tarzında düşünsel yetkinliğin zayıflığını göstermekten başka bir işe yaramayan sorular sorabilir. Bu yüzdendir ki köklü eleştiri yine bizden değil Batılı toplumların kendisinden gelebilmektedir. Bırakalım teknolojiyi alıp almamayı teknoloji bahsinde eleştirel bir yaklaşım geliştirmekten bile uzaktayız. Öğretmenlerimiz için teknolojiyi sınıflarında nasıl kullanacakları ile ilgili ek yetiştirmeler yapmayı, kurslar vermeyi vb. düşünmemiz ama teknoloji hakkında eleştirel bir bakış açısı edinme konusunda hiçbir şey yapmayışımız belki de bundandır.
El-Cezerî ya da Harezmî adında pahalı bir “özel” bir okul açıp sonra da “birinci sınıftan itibaren iki yabancı dil, kodlama, robot yapma dersleri, testlere en iyi biçimde hazırlık” gibi ilanlarla bu okulun reklamını yapmak da bu halin iyi bir örneği olurdu.
Teknoloji bizim neyimiz olur bilmiyoruz, aklımız karışık.
Dünyevileşmeyi ne yapacağız bilmiyoruz aklımız karışık.
İlerlemek istiyoruz, Batılılarla yarışmak kazanmak istiyoruz bunlarsız bir dünya mümkün mü düşünemiyoruz bile aklımız karışık.
Aklımız karışık olduğu için eğitim alanında iki yüz yıldır kararsızlıklar, sakarlıklar içinde bocalayıp duruyoruz.