Eşitlik, “ölçü ve değer bakımından eşit olma, iki şey arasındaki denklik” ve “kişilerin mevcut durumlarına bakılmaksızın herkese aynı davranış ve aynı hukuki kuralların uygulanması” şeklinde tanımlanabilir.
Eşitlik kavramı özdeşlik ya da aynılık anlamlarında da kullanılmakla birlikte, herhangi bir şeyin bireyler arasında dengeli biçimde bölüştürülmesi olarak da tanımlanır. Bireyler arasında neyin bölüştürüldüğüne bağlı olarak, birbirinden farklı eşitlik kavramlarından söz edilebilir. Eşitliğin en çok görülen üç çeşidi:
İnsan olarak bedeni ve zihni bakımdan eşit yaratılmadığımız gibi mizaç, duygu, duyarlılık ve belirli yetenekler bakımlarından da eşit yaratılmadık. Özelliklerimiz birbirinin aynı olmadığı gibi toplumdaki statülerimiz de farklıdır. Bu farklılıklara rağmen içinde bulunduğumuz toplum yaşantısında her bakımdan eşit muamele görmeye hakkımız vardır. Bu hukuksal olarak, herhangi bir devlet kurumunda ya da eğitim de böyle olmak durumundadır.
Fakat bazı durumlarda eşit davranış eşitsizliğe, daha doğrusu adaletsizliğe neden olabilmektedir. Gerçek eşitlik, tüm durumlarda yeteneklerin aynı şekilde değerlendirilmesi veya bu konuda uygulama birliği değil haklarda eşitliktir. Gerçek eşitlik karşılaştırma, çözümleme ve soyutlama gerektirir.
Mesela aynı şartlarda eğitim görmese bile öğrencilere tek bir sınav (üniversite sınavı gibi) uygulanmaktadır. Aristo’nun dediği gibi, “eşit olmayanlara eşit davranmak, eşit olanlara eşit davranmamaktan daha adil değildir.”
İki insanı karşılaştırabilmek için, her ikisinin sahip olduğu ortak bir nitelik belirlenmelidir; örneğin, boyu, kilosu, koşma veya okuma hızı veya zeka seviyeleri aynı olmalıdır. Bu şekilde bir değerlendirme ile üstünlükten veya eşitlikten bahsetmek mümkün olabilir. Genel olarak insanların birbirlerine üstün veya aşağı olarak ele alınması doğru sonuca ulaştırmayacaktır. Çünkü kişinin biricikliği, onu ölçülemez, mukayese edilemez kılmaktadır.
Fırsat eşitliği, herhangi bir konuda herkesin aynı başlangıç noktasında, eşit koşullarda başladığı bir noktayı, durumu belirtir. Fakat fırsat eşitliği, süreç içerisinde herkese aynı şekilde davranmak demek değildir. Eğitim ile ilgili olarak örneklendirilirse, bir eğitim programı bir kaynaştırma öğrencisine ve parlak zekaya sahip bir öğrenciye aynı anda uygulanırsa kaynaştırma öğrencisinin geride kalmasına neden olurken diğer öğrencinin kazanımının artmasını sağlayacaktır. Eğer kaynaştırma öğrencisine uygun bir program her iki öğrenciye uygulanırsa bu sefer de tersi durum gerçekleşecektir. Yani okula eşit şartlarda başlayan öğrencilere süreç içerisinde özel durumlarına uygun eğitim uygulanmazsa fırsat eşitliği de sağlanmamış olacaktır. Burada eşitsizlik, eşitliği sağlamış olacaktır.
Fırsat eşitliği, toplumsal, siyasal ve ekonomik kökenlerine, kısacası sınıfsal konumlarına bakılmaksızın, herkesin yetenek ve becerileri ölçüsünde yarışabileceklerini öngören liberal bir ilkedir.
Peki yetenek doğuştan mıdır? Yoksa geçmiş yaşantılarının ve deneyimin sonucu mudur? Lise geçiş sınavları ya da üniversiteye giriş için yalnızca akademik yeteneklerini kanıtlamış olan öğrencileri seçmek, bir ayrım olmayacak mıdır? Yetenek terimi, genellikle toplumun değer verdiği bir şeyi yapabilme anlamın da kullanılmaktadır ve böylelikle yetenek ölçütü, topluma veya gruba bağımlı olmaktadır. İlgi ölçütü ise yalnızca bireyin değerlerine dayalıdır ve toplumsal değerlendirmelerden daha bağımsızdır. İleri eğitim için seçme ölçütleri olarak yeteneği, beceriyi veya ilgi ve zihinsel eğilimi birlikte değerlendirmek esas ölçüt olmalıdır.
Her ne kadar zorunlu eğitim süresi uzatılarak öğrenciye iyilik yapıldığı düşünülse de ilgisi ve yeteneği zanaat alanında olan bir öğrenci, zorunlu olarak akademik dersleri almak durumunda kalmaktadır. Bu öğrenci yeteneği ve ilgisi olan alandan yararlanamamaktadır.
Eğitim sisteminin en tipik örgütü olan okulda çocuk, öğrenim ve meslek yaşamındaki başarıların kişisel yetenek ve becerilere bağlı olduğu inancı ile toplumdaki yerinin ve eşitsizliklerin kaçınılmaz olduğunu, bazı insanların “yetenekli”, bazılarının ise “yeteneksiz” olduğunu öğrenmektedir.
Sanayi Devrimiyle birlikte üretim gücünün insandan fabrikalara geçmesi, eğitim hizmetinin genel ve kamusal olarak sunulması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Eğitimin devlet eliyle düzenlenmesi ve kamu kaynaklarıyla finanse edilmesi eşitlik tartışmalarını gündeme getirmiştir. Eğitimde eşitlik tartışmaların konusu, öğretmen niteliği, sayısı, öğrenme ortamı, ders araç-gereçleri, program, finansal kaynaklara; koşullardan sonuçlara kadar birçok konuyu kapsamıştır. Fırsat eğitimi ile ilgili araştırmalar, eğitim alma hakkından eşit yararlanabilme konusunda belli ölçüde başarı sağlanabildiğini gösterse de kazanımları ya da sonuçları eşitlemede yeterli olmadığını ortaya koymuştur. Aynı eğitimi almış bireylerin cinsiyet, aile, toplumsal sınıf gibi etkenlere göre farklılıkları, eğitimin getirilerinin de farklılaşmasına yol açabilmektedir. Kentlerde ve gelişmiş coğrafi bölgelerde eğitimin hem bireysel hem de toplumsal getiri oranı yüksekken, düşük gelir gruplarından, gelişmemiş bölgelerden gelen bireyler için eğitimin her türlü getirisi daha düşüktür.
Bir topluma en iyi faydayı sağlayacak olan okul; öğrencinin farklı olma hakkına sahip olduğu ve farklılıkları için dışlanmadığı aksine kendisine değer verildiği bir okuldur. Böyle bir okulda her bir öğrenci, toplumun geleneksel akademik veya mesleki yapısına uymasa bile, yetenekleri ve ilgileri geliştirilmeye değer, kıymetli kişiler olarak kabul edilir.
Böyle bir okulun temel görevi, öğrencinin kendi yeteneklerini keşfetmesinde, kendi ilgi alanlarını bulmasında ona yardımcı olmaktır. Bu okulda her bir öğrencinin kendini tanımasında, başkası gibi değil kendisi olmasında ve kendi biricikliğini keşfetmesinde eşit ölçüde özgür olduğu için eşitliğe ulaşılabilir. Ancak tüm bunlar, karşılıklı saygı ve bağlılık duygularıyla birlikte gerçekleşebilir.
Eğitimde fırsat eşitliği ilkesi ülkemizde ilk kez 1974 yılında toplanan 9. Milli Eğitim Şurasında ele alınmış ve “Eğitimde kadın, erkek herkese fırsat ve imkân eşitliği sağlanır. Maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin en yüksek eğitim kademelerine kadar öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla parasız yatılılık, burs, kredi ve başka yollarla gerekli yardımlar yapılır. Özel eğitime ve korunmaya muhtaç çocukları yetiştirmek için özel tedbirler alınır” (9. Milli Eğitim Şurası) maddesi ile eğitimde fırsat eşitliği sağlamaya yönelik bir adım atılır. Fakat süreçte fırsat eşitliği sadece eğitim kurumlarına erişim ile sınırlı kalmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin programlarında yıllar boyu, eğitim eşitsizliklerine ilişkin olarak geliştirilen çözüm önerileri birbirinin yinelenmesinden öteye gidememiştir. Bu öneriler programlarında genellikle şu başlıklarla yer almıştır:
Türkiye’de eğitim sisteminin amacı, ekonomik sürecin işletilebilmesi için yeterli olacak bir “nitelikli insan gücünün” yetiştirilmesine yönelik olmaktan öteye fazlaca geçememiştir.
Günümüzde eğitimde fırsat eşitliği açısından Türkiye’de uygulanan kamu politikaları olarak; zorunlu temel eğitim, taşımalı sistem, parasız devlet okulları, burslu eğitim, öğrenim kredisi uygulaması, uzaktan eğitim, çok amaçlı eğitim, yetiştirici ve tamamlayıcı sınıflar ve kurslar düzenleme, bölge okullarının kurulması, özel eğitime ihtiyacı olan çocuklara eğitim imkanı sağlamak, ücretsiz ders kitabı ve şartlı eğitim yardımları şeklinde sıralamak mümkündür. Buna karşılık eğitimde fırsat eşitliğini etkileyen faktörler de bulunmaktadır. Bu faktörler genel hatlarıyla; gelir dağılımı, ekonomik yapı, sosyal yapı, etnik ve kültürel köken, cinsiyet ayrımcılığı ve siyasi istikrar şeklinde sıralanabilir.
Eğitimde Fırsat Eşitliğini Gerçek Anlamda Hayata Geçirmek İçin Neler Yapılabilir:
Eğitimde fırsat eşitliği gerçek anlamda sağlandığında, daha adil ve müreffeh bir toplumun oluşması da mümkün olacaktır.