Rivayete göre zengin ve itibarlı bir ailenin çocuğu, başka rivayetlerde ise Belh[1] hükümdarı veya hükümdarın oğlu ya da torunu olan İbrahim b. Edhem[2]; bir gece görkemli sarayının konforlu yatak odasında uyurken damdan gelen sesler üzerine uyandı.
Yatağından fırlayıp dışarı çıktı, sarayın damında dolaşan birisini gördü. Ona “Gecenin bu vaktinde orada ne yapıyorsun?” dedi. Adam istifini bozmadan cevap verdi: “Devemi kaybettim, onu arıyorum.”
İbrahim b. Edhem, “Be adam! Orada deve ne gezer, hiç damda deve aranır mı?” diye çıkıştı. Damdaki adam, bu sefer onun sorusuna soruyla karşılık verdi: “Peki, kuş tüyü yataklarda, ipek döşeklerde Hak aranır mı?”
Bu söz üzerine İbrahim b. Edhem’in gönlüne bir ateş düştü, gönül dünyasında fırtınalar esti, zihninde türlü sorular belirdi. Sabaha kadar uyuyamadı.
O geceden sonra gelişen olaylar, sahip olduğu geniş imkânları ve bütün dünya nimetlerini geride bıraktırıp günün birinde onu yollara düşürdü. İlim tahsil etmek ve manevi gelişim sağlamak amacıyla ülke ülke, şehir şehir dolaşarak bostan bekçiliği, ırgatlık, değirmencilik gibi işlerle meşgul oldu; elinin emeğiyle geçinmeye başladı.
Sarayının ya da evinin damında deve arayan adamla karşılaşıncaya kadar ışıltılı bir hayat sürdüğü anlaşılan İbrahim b. Edhem’in gerçek hayatı ile menkıbevi hayatı birbirine karışsa, hakkındaki bilgiler çelişkili olsa da menkıbeleri yüz yıllardır dillerde dolaşıyor.
Elhak bu, İbrahim b. Edhem menkıbelerinden bir menkıbedir ve insanın manevi gelişimiyle, kazanımıyla ilgilidir.
Peki, günümüz insanının maddi anlamda kazanç elde etme konusundaki durumu bundan farklı mıdır?
Son zamanlarda ekmeden biçmenin, dikmeden yetiştirmenin; yürümeden varmanın, rol yapıp makam kapmanın; ucuza mal edip pahalı satmanın; çalışmadan başarılı, uğraşmadan sahip olmanın -sözün özü- emek vermeden elde etmenin ya da az emek vererek çok kazanmanın hesapları fazlaca yapılır oldu.
Ne yapıp edip kazanmanın, daha çok kazanmanın; çalışmadan kazanmanın ya da az çalışıp çok kazanmanın, para, mal mülk, mevki makam, şöhret elde etmenin peşinde koşmaya başladı insanoğlu.
Hatta daha çok kazanmak, kâr etmek için bu şekilde davranan, envaiçeşit yollar deneyen kimseler de açıkgöz, uyanık, kurnaz, cingöz; zeki, becerikli, girişken, atılgan sayılır hâle geldi.
Rahat bozulmayacak, beden yorulmayacak; gayret gösterilmeyecek, ter dökülmeyecek, çalışılmayacak ya da az çalışılacak ama kazanılacak, çok kazanılacak, daha çok kazanılacak. Bunun için her yol mubah görülecek. Rahmetli babamın konuyla ilgili hoş bir benzetmesi vardı da söylemeyeyim.
Oysa Kur’an-ı Kerim’de “İnsan için yalnız kendi çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 39) ve “Sonra ona emeğinin karşılığı tastamam ödenecektir!” (Necm, 41) buyrulurken Peygamberimiz, “İnsan, elinin emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir…” müjdesini veriyor. Bu durumda çalışarak, hak ederek, alın teriyle kazanmalı değil mi insan?
Kazak bilge Abay Kunanbay, “Emeksiz elde edilen mal baht getirmez.” diyor. Shakespeare ise uyarıyor: “Hak etmeden kazanılan, hak etmeden kaybedilir.” Lao Tzu’ya göre “En büyük hata, kazanç için açgözlü olmaktır.”
Refah seviyesi yükseldikçe kanaat seviyesi düşen insanoğlu, rızık peşinde koşma (gayret) ile menfaat peşinde koşmayı (hırsı) birbirine karıştırmaya başladı. Hâl böyle olunca çalışmadan ya da az çalışarak çok kazanmak, kolaycılık marifet bellendi. Çalışmanın, alın teriyle, hak ederek kazanmanın güzelliği unutulmaya yüz tuttu.
İbrahim b. Edhem’in damında deve arayan adam günün birinde yolumuza çıkıp bizi uyarır, uyandırır mı bilmemem ama gidişat böyle devam ederse emek vermeden veya az emek verip çok kazanma sevdası birey, toplum ve insanlık olarak başımızı çok ağrıtacağa benziyor.
İşte bu yüzden bizim, çalışıp hak ederek, alın teriyle kazanılmış helal 1 liranın, şüpheli 1000 liradan daha kıymetli ve bereketli olduğunu önceleyen, öğreten ve özümsenmesini sağlayan ahlak ve maneviyat eğitimine ihtiyacımız var.
Çalışmanın, hak ederek kazanmanın, çalışıp kazandığını yemenin ne yüce bir duygu, ne yüce bir meşguliyet olduğunun gelecek nesillere iyi anlatılması, üstelik çok iyi yaşanarak anlatılması gerekiyor. Çünkü “Çalışmak bizi şu üç büyük beladan kurtarır: Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk.” (Voltaire)
Mustafa USLU
[1] Günümüzde Afganistan’ın kuzeyinde bir şehir ve eyalet.
[2] 8. Yüzyılda yaşamış zâhid, sûfî, muhaddis.
Hem dünya hem ahiret hayatımızı etkileyecek çok ehemmiyetli bir konu kaleme almışsınız.. Zevkle okudum, tefekkür ettim.. Aklıma da çok çalıştırıp karşılığını vermeyen iş verenler gelmedi değil..!! Her türlü hak yemekten haksızlığa uğraşmaktan, boş gezip, dünya hırsı ile yaşamaktan da Allah a sığınırım.. Vesselam..
Mustafa Hocam, şu seçim ortamları o kadar olumsuz etkisi var ki…. Şu anda Uşak’ta Bâskan adaylarinin birisinin afişini al evine as 5000 lira.
Değerli hocam kaleminize sağlık, Rabbim hakkıyla mücadele edip emek verip kazananlardan, kazandıktan sonra da hakkını verenlerden eylesin. Selam ve dua ile. Saygılarımla…
“Peki, günümüz insanının maddi anlamda kazanç elde etme konusundaki durumu bundan farklı mıdır?
Son zamanlarda ekmeden biçmenin, dikmeden yetiştirmenin; yürümeden varmanın, rol yapıp makam kapmanın; ucuza mal edip pahalı satmanın; çalışmadan başarılı, uğraşmadan sahip olmanın -sözün özü- emek vermeden elde etmenin ya da az emek vererek çok kazanmanın hesapları fazlaca yapılır oldu.”
“İşte bu yüzden bizim, çalışıp hak ederek, alın teriyle kazanılmış helal 1 liranın, şüpheli 1000 liradan daha kıymetli ve bereketli olduğunu önceleyen, öğreten ve özümsenmesini sağlayan ahlak ve maneviyat eğitimine ihtiyacımız var.”
Gelinen nokta kötü ama ifade çok güzel. İbrahim b. Edhem hazretlerine atfedilen hikâye ile günümüz para kazanma tarzı ve anlayışını irtibatlandırarak ne güzel ifade etmişsiniz Mustafa Hocam. Aslında reçeteyi de sunuyorsunuz. Belirttiğiniz üzere ‘ahlak ve maneviyat’ eğitimini verecek rol modellere ve kurumlara her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Çocuklar ne yaptıklarını, ebeveynler de çözüm adına ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bilenlerin ise ne yapıp edip daha fazla gecikmeden laf değil iş üretmesi gerekiyor. Üretmeli miyiz demeliydim?
Dinleyenlerinde söyleyenler kadar Arif olduğu bir zamanın ancak her mükellef olanın ayrı bir birey olduğu bilinç ve şuuruna vardığı bir topluma ulaşmamız dileğiyle hikayenize ve tespitlerine iştirak ve teşekkür ediyorum
Harika bir yazı olmuş, kaleminize ve gönlünüze sağlık hocam.
Hocam kaleminize sağlık, her zerresine katılıyorum.