Zaman o gül gibi gül görmemiş zamân olalı
Gülün güzelliği dillere dâstân olalı
Ne serve bakmadadır şimdi gözlerim ne güle
O şîvekâr bu kaamette nev-civân olalı
Yegâne hüsn-i ilâhî odur Cemâlullah
Cihâna ahsen-i takvîmden ıyân olalı
Mesağ olaydı eğer lâ-şerîke leh derdim
Nazîri gelmedi âlemde hüsn ü ân olalı
O şûhu nazm ile tasvîr etmek müşkil oldu Kemâl
Sühan rekabeti meydan-ı imtihân olalı
Yahya Kemâl Beyatlı
Medeniyet, milletin ruhudur. Kültür ise büyük medeniyet sahnesinde bu ruhun tezahürüdür. Esasen bu noktada da bir kabz ve bast yani daralma ve genişleme olur dünya hali icabı. İkbâl de idbar da cilve-i hayattır. Fakat zor zamanlarda kıyama duran medeniyet şârihlerinin zuhuru sayesinde son sözün söylenmesine ve talihin kararmasına fırsat verilmez. İşte “Kendi Gökkubbemiz” altında “Aziz İstanbul” şâhikasında tebellür eden medeniyet unsurlarımızın pür-mehabet bir hatibi olan üstad Yahya Kemâl Beyatlı (1884-1958), şiirleri ve düşünceleriyle bu sahneyi en estetik ve en derinlikli biçimde tasvir eden bir medeniyet hamurkârıdır. O, doruklarında karar kıldığı sanatı ile ve gayreti ile Tanzimat sonrası Batılılaşma sürecinde kimlik arayışı içinde olan Türk milletine, derin köklerden beslenerek geleceğe uzanmak için yenileyerek bir medeniyet tasavvuru sunmuştur. Aziz üstadın şiirleri ve yazıları, yalnızca sanat kaygısıyla dokunmuş bir estetik taşımaz; aynı zamanda kültürel bilincin, tarihî sürekliliğin ve metafizik arayışın güçlü izlerini barındırır.
Yahya Kemâl’in kültür ve medeniyet anlayışı, ince bir fikir işçiliği ile şiirlerine, denemelerine ve olanca azameti ile düşünce dünyasına yansımıştır. Eserlerinde geçmiş, geleceğin inşası için işlenmiş bir ilham kaynağıdır. “Aziz İstanbul”u, Osmanlı asırlarını, Türk ruhunu ve Müslümanlığımızın İstanbul’da görünür kılınmış estetik kıvamını çağının farkında olarak şiir tezgâhında incelikle işleyerek, dünyasını kelimelerin hendesesi ile inşa ettiği bir gönül köprüsünde buluşturmuştur. Gâh eski şiirin gâh modern şiirin rüzgârı ile taze bir bahar yeli olup esmiştir. Yahya Kemâl’in edebî ve felsefî yönlerini, kültür ve medeniyet anlayışı derinlikli bir kuşatma ile sarmıştır. Mısralarında yankılanan yüksek tarih şuuru, metafizik duyarlılık ve estetik ayrıcalık, “kökü mâzideki âti” tarafından nesillere diriliş muştuları sunmuştur/sunmaktadır.
Nazarımızda Fuzûlî ve Şeyh Galib Efendi ile beraber Türk şiir hisarının üç burcundan biri olan Yahya Kemâl, tevarüs ettiği eskimeyen zamanlara ait mirası, modern zamanlarda yeni filizlerin yeşermesi ve başağa durması için lâtif bir estetik duyarlılıkla yoğurmuş ve ortaya bir “medeniyet tasavvuru” koymuştur. Türk milletinin esasen talihi hükmündeki tarihî kimliğini, geçmişin ihtişamını bir özlem nesnesi olarak görmenin ötesinde, bir ideal olarak yeniden inşa etme kaygısı taşımıştır. “Cedlerin mağfiret iklimi”nden rayihalarla mest ve hayran halde, ferdî ve millî hafızanın bir ürünü olarak ortaya çıkan ve tarih içinde devrede ede orta çıkan ve her dem yenilenerek gözüken medeniyet dairesinin kültür unsurlarını devamlılık fikriyle temellendirmiştir.
Yahya Kemâl nazarında millete değer katan ve var kılan, ruhudur. Tanzimat’la birlikte gelen hızlı ve bir o kadarda mecburî Batılılaşma sürecinde, Türk milletinin köklerinden kopmadan bir medeniyet inşa etmesi gerektiğinin dersini vermiştir. Bu bağlamda, İstanbul merkezli yüksek kültür mirasını, millî kimliğin aslî yapıtaşı olarak ele almıştır. Şiirlerinde işlenen İstanbul, bir şehir olmanın ötesinde görkemli bir medeniyet sembolü olarak tezahür eden bir mânâdır. Bu itibarla, çehre ve ruhu ile yaşasın ve yaşatsın diye emek verdiği bu şehir, şeksiz şüphesiz “Aziz İstanbul”dur ve “Türk İstanbul”dur. Ruh akınlarına çıktığı “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinde, Osmanlı-Türk mimarisinin ve manevî hayatının izdüşümünü sunar. “Koca Mustâpaşa” şiirinde bu medeniyetin nasıl halka sirayet edip hâl haline geldiğini tasvir eder. Değerle halkın iç içe geçmiş bütünlüğünü dâsitânî bir heybet içinde nakşeder.
Hikmet tasnifinden alan fakat alırken kendi boyasına boyayarak kendisi kılan medeniyetimize ait en uçtaki havzamız olan Endülüs, ruh köklerinin ilhamının açtığı yol üzerinde doğan bir sentezdir. Endülüs’te Doğu ile Batı kültürlerinin birleşimiyle ortaya çıkan sanat ve mimarîyi, “Türk-İstanbul”da gerçekleştirilen terkiple özdeşleştirir. Yahya Kemâl beyin atıf yaptığı Endülüs, dikkatine mazhar medeniyet tasavvurunu anlamak açısından önemlidir.
Bu bağlamda, onun şerh ettiği gerçek medeniyet, sadece teknik ilerleme ile değil, estetik ve manevî boyutlarla şekillenen naif bir değer manzumesidir.
Yahya Kemâl, Osmanlı-Türk medeniyetini bir “bütün” olarak görmüş ve kesintisiz bir devamlılık arz ettiğini öğretmiştir. Yıllarca yaşadığı Batı’da, modernleşme ve Batılılaşma kavramlarına dair düşünmüş, bilhassa Batılılaşmanın “köksüzleşme” anlamına gelmemesi gerektiğini nazara vermiştir. “Ne harâbî ne harâbâtîyim/Kökü mâzide olan âtiyim” ifadesi, onun medeniyet algısını özetleyen en önemli cümlelerdendir. Ona göre modernleşme, Osmanlı-Türk medeniyetinin ruhunu kaybetmeden gerçekleştirilmelidir.
Yahya Kemâl beyin tarih anlayışı, pozitivist bir çizgide değildir. Onun anladığı tarih, ilim olduğu kadar bir sanat ve ruh meselesidir. Tarih, milletin duygu ve estetik hâfızasıdır. Bu nedenle, onun şiirlerinde medeniyetin çöküşü ya da gelişip yükselişi, hadiselerin yanı sıra mekânlar, mimarî yapılar, edebiyat, mûsıkî ve tabiat tasvirleriyle iç içe takdim edilir. “Mohaç Türküsü” gibi şiir abidelerinde, şiddetli bir harp konu edilirken o mehabetin ardındaki ruh, kahramanların duygu sağanağı ile ideal çerçevede sunularak medeniyet heyecanı şahlanır.
Yahya Kemâl’in tarih düşüncesi, birbirine eklemlenmiş kuru olaylardan ibaret değil, milletin ruhunu ve kimliğini şekillendiren hâfızadır. Bu yüzden şiirlerindeki tarih şuuru güçlü şekilde hissedilir. İstanbul’un fethini bir iftihar tablosu olarak anlatırken duyduğu heyecanla, Üsküp’e “Kaybolan Şehir” demek zorunda kalışına dair yürek sızısı aynı karardadır ve Türk tarihine olan derin gönül bağını göstermektedir.
“Süleymaniye’de Bayram Sabahı” gibi fevkalâde muhteşem şiirlerinde Osmanlı-Türk kimliğini üstadane bir bilgelikle işler. Aziz Üstad, yaşayan bir duygu ve tezahür çerçevesinde, tarih şuurunu estetik bir kıvama taşımıştır. “Sessiz Gemi”de ölüm üzerinden metafizik bir kaygıyı teşrih ederken, “Akıncılar” şiirinde Osmanlı Türklerinin çocuklar gibi şen fetih ruhunu destanlaştırır.
Bir söz ve ses mimarı olan Yahya Kemâl, has bir “İstanbul şairi”dir. “Bir Tepeden”, “Hayal Şehir”, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” ve “Koca Mustâpaşa” gibi “hüznü zevk edinen”lerin yaşadığı şehrin manevî iklimini ve tarihî kıymetini tasvir eden şiirleri, derin düşünce ufku ile sanatının bütünlüğünü gösterir. Yahya Kemâl’in şiiri “derunî ahenk” şeklinde ifade ettiği bir mûsikî hassasiyetine dayanır. “Eski Şiirin Rüzgârıyle” söylediklerinde aruzun âhenginde aradığı ses kaygısına, modern tarzdaki şiirinde büyük nakkaşların tasvir çabasına eş olma becerisi göze çarpmaktadır. “Akıncı cedlerin ihtirasını duyarak,” müderrisi olduğu irfan dershanesinde; “yalnız bizim,” “çehre ve ruhuyla biz” dediği güzelce Üsküb’ün “Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene” deyip kavrulduğu köklerinin derin ilhamı ile firuze kubbelerle dolu medeniyet karargâhlarını söylemeyi şiar edinerek, yeniden bir şuur inşa etmiştir.
Yahya Kemâl bey, Fransa’da bulunduğu zamanlarda tanıma fırsatı bulduğu Maurice Barrès ve Charles Maurras gibi Fransız milliyetçilerinin teorik yaklaşımlarından haberdardır. Belli ki iyi okuyarak düşünüp tarttığı bu meselede daha gerçekçi gördüğü “kültürel milliyetçilik” anlayışına yakın durmuştur.
Bin yıllık muazzam tarihî süreçte görklü bir vatan olan Anadolu’da Türklerin kâmil mânâda millet vasfı kazandığını dile getiren Yahya Kemâl, tarihsiz nevzuhur ulus projesine karşı İstanbul şehrini ve bünyesinde taşıdığı tarihî sürekliliği merkeze alan bir dil geliştirmiştir. Galiba bundan sebep, Ankara’nın en çok da İstanbul’a dönüşünü sevdi.
Hasılı…
Yahya Kemâl, Osmanlı imparatorluk asırlarının son döneminde yetişmiş ve Cumhuriyet’in kuruluşuna şahitlik etmiş büyük bir şair ve güçlü fikir adamıdır. Onun şiirleri ve makaleleri, ince bir sanat duyarlılığı içinde tarih şuurunu ve felsefi bir derinliği yansıtır. Bu itibarla o, büyük bir şair ve yok olmasın diye çırpındığı değerler manzumesinin nöbetçisi bir medeniyet düşünürüdür.
Melâmî meşrep bir zat olan Yahya Kemâl’in şiirlerinde tarih, estetik, metafizik ve tarih, büyük şuurla örülmüştür. Dârülfünûn’daki derslerinde, sohbetlerinde ve bilhassa Millî Mücadele sırasındaki yazılarında çok net görülür bu ince hassas meseleler. Tasavvufî neşvesini görmek için muhabbet harfleri ile inşa edilmiş Na’t-ı şerif olan “Söz Meydanı”na, “Ezân-ı Muhammedî”ye ve “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”na bakmak ferahlatacaktır. Beşer iktizası yapıp ettiklerine ve amel zaaflarına gelince: Çöp kovasını karıştırmak törede yoktur.
Vakıa, aziz üstad Yahya Kemâl’in bugün ve yarına dönük olarak okunması gereken eserleri, Türk milletinin kültür kodlarını ve ruh köklerini anlamak ve muhtaç olduğumuz medeniyet tasavvurunu yeniden inşa etmek için billur bir pınar olarak akmaktadır. Bin/ler rahmet…