1975-76 öğretim yılında Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi’nin birinci sınıfına başlamıştım. Bu okulların orta kısımları daha önce kapatıldığı için benim durumumda olanlar ortaokulu bitirdikten sonra İmam Hatip Lisesine başlayabiliyordu. Bu arada iktidarda, Milli Selamet Partisi’nin de ortağı olduğu Milliyetçi Cephe Hükümeti vardı. Aynı yıl İmam Hatip Liselerinin orta kısmı da açıldı. Göksun’da da büyük bir heyecanla eski Kur’ân kursu binası ve sebze halinin boş dükkânları değerlendirilerek bu okulların orta kısmı açıldı. Babam, bu okula atanan az sayıdaki genç öğretmenlere, hayranlıkla bakıyordu. Onlarla ilgileniyor, iltifat ediyor ve oğlu Yıldırım’ın da böyle bir öğretmen olması için dualar ediyordu. Hatta başkanlığını yaptığı Göksun Esnaf ve Sanatkârlar Derneği binasının bir odasını boşaltıp ev bulmakta zorlanan bekâr öğretmenlere tahsis etmişti. Babacığımın benimle ilgili yaptığı duaları kabul oldu ve ilk göz ağrısı, ilahiyatçı öğretmen oldu. Babamın dualarını Allah Teâlâ fazlasıyla kabul etti de bir küçüğüm olan kız kardeşim de bir öğretmenle evlendi. Daha sonra kız kardeşim de ilahiyat okudu. Onun da küçüğü erkek kardeşim İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi oldu. Onun da küçükleri olan üç kardeşimiz daha öğretmen oldular. Dokuz kardeş İmam Hatip Lisesi, sekiz kardeş, ilahiyat okumuş oldu. Rabbimizin hazinesi büyük, isteyeni boş çevirmiyor… Kulunun, ya istediğini veriyor ya da daha hayırlısını veriyor…
Babam, bazen çalıştığım okullarda beni ziyaret eder, öğrencilerle ilgilenmemi ve onlarla olan diyaloğumu hayranlıklar izlerdi. Sonraki bir haftalık gündemi de ben ve öğrencilerim olurduk. Okul ziyaretinde gördüklerini, yakınlarına ballandırarak anlatırdı.
Öğrencilerimin beni ziyarete gelmeleri, sadece babamı değil tüm aileyi mutlu eder, evde bayram havası eserdi. Annem ve kardeşim Mihriban, ne ikram edeceklerini şaşardı. Annem, sadece öğrencilerime değil eve gelen herkese vip ağırlama yapardı. Ailemizde, annemin çingene kadınlarla yaptığı kekli, kurabiyeli ve dondurmalı keyif saatleri muhabbetle anlatılır. Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi’nde çalıştığım yıllarda, Konya, İstanbul, Edirne ve Çanakkale’ye yapılan gezilerinin ilk molası bizim iki katlı kerpiç evimizin sıcaklığında verilirdi. Öğrencilerim sıraya girer annemin elini öper duasını alırlardı. Yine kardeşim Mihriban, ikramlık bir şeyler yetiştirme telaşıyla koştururdu.
Yıllar sonra ise öğrencilerim eşleriyle ve çocuklarıyla bizi ve baba evini ziyaret etmeye başladılar. Bu ziyaretler bazen günlerce süren yatılı misafirliğe de dönüşebilirdi. Asla usanma ve bezme emaresi olmazdı. Benim öğrencilerim, ben gibi hatta bazen benden öte izzet- ikram görürlerdi.
Babam misafirlerine, gençlikte yaptığı hizmetleri anlatarak ikram etmeyi severdi ama şimdi yaşlandı, yeteri kadar anlatamıyor. Annem ise atasözleri, mani ve türkü sözlerinden nasihatvâri şeyler anlatmayı tercih eder ve danışanlarını tabiri caizse beylik sözlerle etkilemeye çalışır, moral ve motivasyon terapileri yapar âdeta.
“Saç tavını alır hamur biter,
Ev düzenini alır ömür biter.”
……..
“Süpürülmeyen eve misafir çok gelirmiş.”
………
“Dış kapıda yerim olsun
Çomçayı tutan benim olsun.”
……..
“Acı da bir, tatlı da bir yiyene,
Güzel de bir, çirkin de bir sevene.”
Katkılarının karşılığı değil ama anneme ve babama hitaben yazdığım şiirlerden bir bölümünü paylaşmak isterim:
Anneme:
Erken kalkar, odun toplar, saç yakar
Horanta doyar lakin o aç kalkar
Müşkülü olan, hep ondan sorar
Yetişir imdada Hızır’dır anam.
İnsandan, insan olanı ayırmaz
İsteyen kim olsa kaşını çatmaz
Sohbete katılanda keder kalmaz
Türkü sözleriyle uyarır anam.
Verir durur, ahalinin cömerdi
Ona gelir hep, kimin varsa derdi
Yaratıcı, kocaman yürek verdi
İkramsız bırakmaz, yedirir anam.
Çok sabırlıdır, zinhar of- puf demez
Şeytana uymaz, asla kem söz demez
Küslük, küfür, beddua nedir bilmez
Yumurtalı pilav pişirir anam.
Sevdiğine hitabı, “canım kurban”
Yalnızken, aş geçirmez boğazından
Tatmalı kuru dut kavurmasından
Üstüne hoşafı içilir anam.
Yıldırımın annesi, işte böyle
Sohbetine katıl, gönlün hoş eyle
Öpüp ellerini, duasın dile
Sözleri ballıdır, tatlıdır anam.
Babama yazdığım:
İsteyenlere verir korkmaz,
Sorumluluk almaktan kaçmaz,
Gariban olanı küstürmez,
Güzel işler aracı babam.
Hayırlı ise, durmaz koşar,
Çoğu kimse, bu hale şaşar,
Azmetti mi dağları aşar,
Gerçek İmam Hatipçi babam.
Dernekçilik ondan sorulur,
O gelince sular durulur,
Barış sofraları kurulur,
Vakıfçı, sanayici babam.
Dostları eylemesin güman,
Yalan dolanı anlar heman,
Karşı duranın hali yaman,
Bildiğine ısrarcı babam.
Okuyup yazanı önemser,
Tembellere acır, gülümser,
Zorluklara olmaz kötümser,
Setlere direnici babam.
Kötüye fren, iyiye elçi,
Adaletin keskin kılıcı,
Mahsun gönülleri yapıcı,
İlahi af umucu babam.
Umduğunu bulucu babam.
Eşime ve çocuklarıma yazdığım şiirler, bu yazının hacmine şimdilik fazla gelir. Onlar başka bir yazımızın gündemi olsun.
Çerkez kızı, hayat arkadaşım ve öğretmenlikte en büyük destekçim olan eşim de öğrencilerime ilgi hususunda annemi aratmadı. Evliliğimizin İlk zamanlarında misafirlere yeterince hazırlık yapamadığı için bilhassa habersiz gelen misafirlerden mahcup olurdu. Sonraları mükemmelliğin değil samimiyetin önemli olduğunu gördü ve kısa zamanda evde ne varsa hazırlayıverirdi. Öğrencilerime yemek hazırlarken önceliği, cirdingiş ve hingel gibi Çerkez yemekleri alırdı. Un helvası, kalbur tatlısı, revani ve sütlaç benzeri tatlılar yapardı. Aşçılık usta öğreticisi olunca kete ve arabaşı gibi çeşitlerle menüyü genişletti.
Her zaman öğrencilerimiz bize gelmez biz de onları ziyaret ederdik. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında da öğrenci ziyaretleri yapardık. Viyana’ya giden öğrencilerimizi, bir kısmını eşimle olmak üzere çok defa ziyaret ettik ve günlerce evlerinde misafir olduk. Mezun ve devam eden öğrencilerimizle birlikte birçok kez umre yapmak nasip oldu. Mümkün olduğunca davet edildiğimiz öğrencilerimin düğünlerine iştirak ettik, bazen de nikâhlarını kıydım. “Torunlarım” dediğim öğrencilerimin çocuklarını; eşimle birlikte öz torunlarımız gibi sevdik. Eşimin kız öğrencilerimle ayrı bir yakınlığı vardı. Öyle ki bazen evimiz kız öğrencilerimizle dolup taşar, beni bile fazladan görürler, “hadi sen biraz daha gez” derlerdi. “Her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır” sözü tam da bizim için söylenmişti.
Gezilerin birçoğuna, pikniklerin neredeyse tamamına ailecek katılırdık. Haftada iki, üç defa pikniklere katıldığımız olurdu. Sadece öğrencilerimle değil, onların aileleriyle de tanışır muhabbet ederdik. Aileler gezilere izin konusunda hassas davranırlardı ama “Yıldırım Hoca ile gideceğiz” deyince izinlerin kapısı kolay açılırdı. “Üç çocuğumuz da öğrencilerimizin içinde büyüdü” desek mübalağa etmiş olmayız.
Eşim, bazen hayıflanır, “keşke ben de öğretmen olsaydım” diye. Hâlbuki o maaş almayan gerçek bir öğretmendi. Öğrencilerime olan ilgisi, onları evinde misafir etmesi, bazı öğretmen arkadaşların hanımları tarafından kınansa da o, bu kınamalara aldırış etmedi. Çocuklarının öğretmenliğini yaptığı gibi öğrencilerime de örnek bir eş ve örnek bir anne olarak rol model oldu. Çocukları büyüyünce halk eğitimde aşçılık dersleri vermeye başladı. Bu vesileyle kısmi de olsa para kazanmanın da hazzını tatmış oldu.
Öğrencilerimle yakın ilgilenmenin dünyalık lütfu olsa gerek, Rabbim çocuklarımı bana yük etmedi. Onlarla ilgili hep sitayişkâr duyumlar aldım. Büyük oğlum Güzel Sanatlar okudu. Akademisyen olmasını arzu ettim ama o ticareti tercih etti. “Sadık tüccar; peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir” 1 hadisindeki müjdeye dâhil olması temennisiyle kerhen de olsa ticaretle uğraşmasına rıza gösterdik. Ticaretinin yanı sıra eşiyle birlikte sahipsiz sokak hayvanlarının hamisi oldular. Yine Peygamberimiz (sav), insanları madenlere2 benzetiyor. Annem de, “her akıl bir olsa koyuna çoban bulunmaz” derdi. Nasreddin Hoca’ya sormuşlar; “Neden insanlar farklı taraflara gidiyorlar? ”diye. Cevap müthiş; “İnsanların hepsi aynı tarafa gitseydi, dünya çöğerdi” demiş. Biz de dünyanın dengesini bozmayalım diye oğlumuzun işletmeci olmasına rıza gösterdik.
Kızım, liseye başlayıncaya kadar hep liseli ablalarının etkinliklerinde onlarla birlikte oldu. İmam Hatip Lisesi ve İlahiyat okudu. Şimdi ise öğretmenliğine imrendiğim öğretmenlerden oldu. Kızım da babası gibi Cumartesi-Pazar ve tatil günlerini yine öğrencileriyle paylaşmaktan mutlu oluyor ve hafta başını iple çekiyor. Yeni usulde oyunlarla öğretme işine gıpta ediyorum.
Bu yazdığım yazıların ilk tashihini kızım yapar. Tüm yazın çalışmalarımı ilk ailemle istişare ederim. Okurum veya okutur, yorumlarını alır, gerekli tashihleri yaparım. Onların olurundan sonra kitaplar ve diğer yazılarım baskıya gider. Çıkan kitap ve yazılarımı ilkin “Çekirdek”, “Kardeşler” ve “Ailem” başlıklı sosyal medya gruplarında paylaşır, sonra umuma servis ederim.
Benim de dualarımı Rabbim kabul etti de iki çocuğum öğretmen oldu. Ablası gibi küçük oğlum da öğretmen oldu. İlahiyat Fakültesinden sonra Sosyoloji okudu. Şimdi babasının mezun olduğu üniversitede doktora yapıyor. Aynı zamanda Gençlik Spor Müdürlüğü’nde gençlik lideri olarak görev yapıyor. Bazen seminerlerime katılan gençler, “biz, Sadullah Hocanın öğrencileriyiz” diyorlar. Mutlu oluyorum. Öğretmen çocuklarımı görünceye kadar kendimi iyi bir öğretmen sanırdım. Hamdolsun onlar babalarını geçtiler. Eskiden onlar bana imrenirlerdi şimdi ben onlara imreniyorum.
Küçük oğlum bir öğretmenle evlenince çekirdek ailedeki öğretmen sayımız da artmış oldu. Öğretmenlik, ailemizin yaşam biçimi oldu.
Hülasa, öğretmenlikteki başarımı aileme borçluyum.
——————————
Öğretmenim, öğrenciniz olarak sizinle gurur duyuyoruz. Öğrenciniz öğretmen Muhammed.
Maşallah hocam.
Allah razı olsun. Rabbim saadeti dareyn nasip eylesin.