Yıldırım ALKIŞ KİMDİR?
1962 Kahramanmaraş-Göksun doğumlu.
Ortaokulu, Göksun’da,
Liseyi Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi’nde okudu.
1984 yılında Konya İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
Sırasıyla, Göksun Lisesi’nde Sosyal Bilgiler Öğretmenliği,
Ceyhan Yaltır Kardeşler Ortaokulu, Gazi ilköğretim Okulu ve Sağlık Meslek Lisesi’nde Din Kültürü Öğretmenliği, yine aynı dönemde İmam Hatip Lisesi’nde Arapça dersleri ve Cezaevinde Din Dersleri öğretmenliği yaptı.
Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik ve müdür yardımcılığı yaptı.
Aynı dönemde mahalli radyo kuruculuğu, yönetim ve programcılık,
Özel okul kuruculuğu, yöneticilik ve öğretmenlik,
Dershane kuruculuğu, yöneticilik ve rehber öğretmenlik,
Bazı sivil toplum kuruluşlarının kuruluşunda ve faaliyetlerinde aktif rol aldı.
DOST ve GONCA gibi okul dergilerinin çıkartılmasına aktif katkı sağladı.
Türkoğlu İmam Hatip Lisesi müdürlüğü,
Mersin İmam Hatip Lisesi müdürlüğü,
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı yaptı. Aynı dönemde Eğitim Fakültesinde, Din Psikolojisi, Psikolojiye Giriş, Türk İslam Edebiyatı ve Bilim Tarihi dersleri okuttu.
Kars İl Milli Eğitim Müdürlüğü,
Türkiye Diyanet Vakfı Yurtlar ve Sosyal Tesisler İktisadi İşletmesi Müdürlüğü yaptı.
Heybe, Bohça, Füyüzat, Seyehatname, Civanmert, Kımıl, Kirman, Şiirimsi gibi özgün notları içeren ajandaları var.
“Hafız Ali Efendi ve Mücadelesi”(Müşterek)
“Biz Böyle Gördük”(müşterek)
“Fotoğraflarla Kars” (Heyet)
“Çocuklar Dedelerinin Oyunlarıyla Oynuyor”(Heyet)
“Dua Zamanı Mektuplar”
“kulluğun tadı” gibi basılı çalışmaları var.
Evli, iki oğlu ve biricik kızı var.
Halen Ankara Sosyal Gelişim Derneği genel sekreterliği görevini yürütüyor.
Fırıncı değilim, ne hamur yoğurmasını ne de ekmek yapmasını bilirim. Ne var ki ramazan pidesinden ve iyi pişmiş somundan anlarım. Hele ramazan pidesi yumurtalı ve tereyağlı ise öf be, yanına katık bile aramam!
Derdim ne somun ne de ramazan pidesi; bunları, yazmayı planladığım asıl konuya bir dibace yapmak istedim. Somuncu Baba diye maruf Hamideddin Efendi fırınında pişirip sattığı somunlara ne katardı, neden o kadar tatlıydı bilmem. Bildiğim çok az şey var o da şu; Fırına girmeyen hamura somun denmez, fırında unutulmuş yanmışsa o da yenmez.
İnsanın da pişmesi gerek, aynen somunlar gibi. Pişmeyen hamura somun denmediği gibi pişmemiş insana da ‘insan denir mi?’ bilmem. Fırında fazla kalıp yananların da kimine veli diyorlar kimine deli. Kimine âşık diyorlar kimine meczup. Bu gün onlar da konumuz değil.
“Hamdım, piştim, yandım.” sözü Mevlana’ya nispet edilir. Tam da anlatmak istediğim konuyu üç kelimeye sığdırıvermiş. Bizim şimdilik işimiz pişmeyle. Yanma işini ehline bırakıp pişme işine devam edelim.
beytinde hem fırını hem de pişme işini gündem yapmış.
Sözü ve yazıyı israf etmeden asıl söyleyeceğimizi söyleme zamanı geldi. Bu pişme işini sadece kitap satırlarına ve bilgelerin sözlerine hapsedip kendimizi soyutlamak olmaz. Hamur kalmak istemiyorsak pişmek gerek.
Hz. Musa (as)’ın Tur’da, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in ise Nur dağındaki Hira Mağarası’nda yaptıklarının benzeri olan insan pişiren tekkeler, çilehaneler varmış evvel zamanlarda; oralarda halvetler, erbainler yapılırmış. Modern çağda ise bunu Nakşîler, “Halvet der encümen”(Bizim halvetimiz halk içinde)ifadesiyle güncellemişler.
Halvetleri belki başka bir yazının gündemine havale ederek Peygamber tavsiyesi pişme, olgunlaşma vesilesi olan itikâftan bahsetmek isterim. Bu fakire halvet nasip olmadı, tecrübe ettiğim bir itikâf denemesiyle sözü bitirmek isterim.
Rabbimiz Teâlâ Ramazan ayını on bir aya sultan yapmış, rahmet ve mağfiret ayı malum. Ramazan ayının sultanı da son on gün. Son on günün ve tüm günlerin sultanı ise Kadir gecesi.
Günlerin en hayırlısı Kadir gecesini kaçırmamak için, Ramazan ayının feyiz ve bereketinden azami istifade için, Peygamber sevgisinin bir nişanesi olarak şimdi itikâf zamanı. Mümkünse on gün, değilse dokuz, sekiz, yedi olmadı altı, beş, hiç değilse üç gün de olsa zaman itikâf sünnetine dâhil olma zamanı.
Hikâye bu ya; kömürle elmas sohbet ediyormuş, kömür elmasa şöyle demiş: “İkimizin de mayası aynı, nasıl oluyor da sen bu kadar kıymetli iken ben bu kadar ucuzum?”
“Elmasın cevabı kısa ve kesin: “Sen de benim çektiğim çileyi çekseydin, sen de kıymetli olurdun.”