İnsan; duygu ve düşüncelerini konuşarak anlatan bir varlıktır. İnsanın konuşma aracı ise dildir.
Dil bir konuşma aracı olsa da anlaşabilmek bazen aynı dili konuşmak yeterli değildir. Anlaşabilmek için dili güzel kullanmak ve aynı duyguyu paylaşmakta gereklidir. Çünkü, “Dil” doğru kullanılmazsa bir anlaşma aracından çok, ayrıştırma aracı olarak işlev görmekte, sosyal hayatta ve insani ilişkilerde onarılması güç yaralar açmaktadır.
İslam inancına göre insan; yaptığı iyi ve kötü işlerinin karşılığını sevap veya azap olarak Allah katında göreceği gibi sarf ettiği güzel ve çirkin sözlerinin karşılığını da Allah katında bulacaktır. Bu bakımdan kişi sözü sarf etmeden önce sarf ettiği sözün lehine veya aleyhine tecelli edeceğini düşünmek zorundadır.
Bilindiği üzere dinin esası imandır. İman ise; “Allah’ın varlığını, birliğini, Peygamber’in (s.a.v) Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu kalp ile tasdik, dil ile ikrar, vücudun azalarıyla tatbik etmek şeklinde tanımlanmıştır. Tasdik kalp, ikrar dil, amel ise organlar ile yapılmaktadır. İmanın; kalp ile tasdiki ile birlikte dil ile ikrar edilmesi ve inancının amellere yansıtılması arasında doğrudan ilişki vardır.
Öyleyse İman edip, Müslümanlığını dili ile ifade eden kimsenin kullandığı dili ve üslubu; hal ve hareketlerine, ahlaki, siyasi, ticari, arkadaşlık, kardeşlik, dostluk, komşuluk, ilişkilerine yansıtması O’nun Müslümanlığının ölçüsünün de göstergesidir. “Üslubu beyan aynıyla insandır.” “İnsan dilinin altında gizlidir.” Sözün doğuş kaynağı kalptir. “Dil kalbin tercümanıdır.”
George Washington Üniversite’sinden iki Müslüman bilim adamı tarafından Müslüman olmayan ülkelerinde dahil edilerek yapılan; “Hangi ülke ne kadar İslamidir?” yani hangi ülkenin yöneticileri ve halkları siyasi, iktisadi, ticari ahlaki ve kul hakkına riayet gibi konularda İslami kriterleri esas aldığı yönündeki araştırma raporuna göre İlk 30’un içine tek bir Müslüman ülkesinin girememesi son derece düşündürücüdür.
Araştırmaya göre Müslüman olmayan Yeni Zelanda, İsveç Danimarka gibi ülkeler İslamiyet’in getirdiği temel kuralları daha çok hayatlarına yansıtırken, Müslümanların egemen olduğu ülkeler içerisinde İslamilik konusunda sadece Müslüman ülke Malezya’nın 38. Sırada yer alması Türkiye 95. Sırada yer bulabilmesi İslam ülkelerinin halini pür melalini ortaya sermektedir.
İslam’ın evrensel bir din haline gelmesindeki en büyük etken Müslümanların başta güzel dil ve üslup olmak üzere; İslam’ın emir ve yasaklarında, sosyal ilişkilerinde inançlarına uygun hareket etmeleri etkili olmuştur.
Peygamberimiz “Müslüman’ı; eliyle diliyle başkasını incitmeyen kimsedir”. Diye tanımlamıştır. Ayette ise; “Emir olunduğun gibi dosdoğru ol” Buyurulmuştur.
Dosdoğru olmak; adalete riayet etmek, özü sözüne uygun davranmak, doğru sözlü olmak, dilini yalandan, iftiradan, küfürden, kaba davranmaktan uzak tutmak demektir.
Müslümanlar olarak, kullandığımız kötü dil ve üslubun yanında bazı gazete, televizyon ve internet ortamında doğruluğu test edilmeden, başkalarını yıpratmak, aşağılamak amacıyla üretilen asparagas haberlerin facebook, twitter, whatsapp, instegram, tik tok gibi sosyal iletişim ağlarından paylaşılması ile toplum adeta bir kaos ortamına sürüklemektedir.
Özellikle rol model olması gereken siyasilerimizin, kanaat önderlerimizin, bilim ve fikir adamlarımızın gazetecilerin, birbirlerine karşı nezaketsiz ifadedeler kullanmaları, kendilerini haklı göstermek için her yolu kendilerine mubah saymaları ülke insanlarımız için son derece talihsiz bir durumu arz etmektedir.
Asıl talihsizlik ise aklın ve inancın önüne hislerin geçmesi, yanlışlara sahip çıkılarak, yanlışlara alkış tutulmasıdır. İnanç değerleri ile bağdaşmayan dedi kodu, yalan, iftira kültüründen zevk alınır ve duydukları ile amel edilir hale gelinmesidir. Gönüllerde sevginin yerini kin ve nefretin, dillerde, duanın yerini bedduanın, hüsnü zannın yerini su-i zannın, ıslahın yerini ifsadın, kardeşliğin yerini düşmanlığın, adaletin yerini zulmün, liyakatin yerini kayırmacılığın, yapmanın yerini yıkmanın almasıdır. Bu sebepledir ki, inanıldığı gibi yaşamanın yerini yaşanıldığı gibi inanmanın yer almasıdır. Böyle olunca da İslam coğrafyasında kavga ve iç çatışmanın mukadder hale gelmesidir.
Peygamberimiz (s.a.v):“İnsan sabahlayınca, bütün azaları dile müracaat eder ve lisan-ı hal ile ona şöyle derler; «Bizim haklarımızı korumakta Allah’tan kork! Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.” Yine Peygamberimiz eli ile dilini göstererek “Kim bana şu iki çenesi arasındaki şu (dili) ile iffet ve namusunu koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm. Buyurmuştur.
Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a ve Resul’üne itaat ediniz ve birbirinizle çekişmeyiniz. Sonra gevşersiniz gücünüz, kuvvetiniz, kudretiniz devletiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” Uyarısında bulunmaktadır. Müslümanlar; bu uyarıya kulak asmadıkları içindir ki İslam dışı eylem ve söylemleri ile güçlerini kuvvetlerini, kudretlerini, devletlerini ve izzetlerini kaybetmişlerdir. Siyasi, ekonomik, askerî açıdan düşmanlarının eline bakar konuma düşmüşlerdir.
Bilenin ve bilmeyenin konuştuğu, kardeşlik hukukunun gözetilmediği, farklı görüş beyan edenlerin üzerine çullanıldığı, fitne kazanının kaynatıldığı böylesine kaotik ortamlardan sadece düşmanlarımızın kazançlı çıkacağı bilinmeli milletimizin ortak iradesiyle elde ettiğimiz bütün kazanımlarımızın yok olacağının farkına varılmalıdır.
Bireylerin hayatında olduğu gibi, milletlerin hayatında da elbette karanlık ve çalkantılı günler olabilir. Böyle zamanlarda kılıçları çekip taraftar oluşturmak, tarafları kızıştırmak yerine, ülkesini ve milletini seven her Müslüman’ın görevi ya hayır konuşmak ya da susmak olmalıdır. Hedefimiz toplumu ayrıştırma değil, bütünleştirme, kendimizden uzaklaştırma değil, yakınlaştırma, kaybetme değil, kazanma olmalıdır.
Bir toplumda barış dili hâkim olmadan, kardeşlik sarayı tesis edilemez. Kardeşlik binasının malzemeleri birlik, beraberlik, dayanışma, hoşgörü, merhamet ve güvendir. Yine biz biliyoruz ki; kin, nefret, fitne, şiddet, tefrika ve düşmanlık kardeşlik sarayının temeline konulmuş tahrip kalıpları gibidir. Hepimizi huzursuz eden çatışma ve kavga ortamından çıkılması, barış dilinin yaşam tarzı hâline getirilmesi hepimizin ortak amacı haline gelmelidir.
Peygamberimizin (s.a.v); “Ben, haklı bile olsa münakaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum.”, “Yiğit kimse güreşte başkasını yenen değil, kızgın olduğu zamanda öfkesini yenen kimsedir.” “Dostunuzla günün birinde, aranızın açılabileceğini hesaba katarak, düşmanınızla da bir gün dost olabileceğinizi düşünerek itidalli olunuz.” Sözleri bizim için yol gösterici olmalıdır.
Peygamberimiz sahabeye; Müflis kim? Diye sorar. Sahabe: Müflis varlıklı olduğu halde varlığını kaybedip, başkalarına muhtaç hale gelen kimsedir. Demişlerdir. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.); şüphesiz ki müflis: Kıyamet gününe namaz, oruç ve zekât gibi ameller ile gelir. Dünyada; şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şuna hakaret etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüştür. Bunun üzerine iyiliklerinin sevabı şuna buna dağıtılır. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biter, hak sahiplerinin günahları kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” İşte yaptığı kötülükler yüzünden sevaplarını kaybeden kimse asıl müflistir. Buyurmuştur.
Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az!
MUSTAFA KIR