Bir nev arus âsâ yeşermiş çamlar
Hep sahraya gider servi endamlar
Kurulur meclisler içilir camlar
Şarkı söyler gazelhanı Yozgad’ın
Hüznî Baba
Yozgat’ta, güçlü bir mûsıkî geleneği vardır. Çünkü Yozgatlılar, hayata mânâ verirken türkülerle hâlleşir, türkülerle dilleşir, “kavilden karardan dönmemesine…” İşte bu sayede Yozgat’ta, mûsikî, hep bir üslûp harikası olmuştur.
Hayatın tadı, gönüllerin dillendiren ve dinlendiren süsü olan Yozgat’taki mûsıkînin alt başlıkları hayli zengindir. Adetlerin, törelerin ve bu has dairede hayatın renkleri olan kültür unsurlarının varlığını kuvvetli bir şekilde hissettirdiği zamanlarda, ufuklarda Bozokluların nağmeleri yankılanır.
Bu zamanların yazı bir safâ, kışı da daha başka bir safâdır. Kış günleri uzun, zor ve çetin geçer Yozgat’ta. Her mekân, sohbetin kıvamında ve nağmelerin ahenginde bu safâya ortaktır. Yörenin meşhur lezzeti Arabaşı’nın olmazsa olmaz olduğu kış gecelerinde düzenlenen muhabbetlerin, sıra gezmelerinin baş unsuru mutlaka mûsıkîdir.
Yozgat’ın mûsıkîşinasları bilhassa gazelhanları meşhurdur. Artık bilinmezlik örtüsüne bürünmüş bu mûsıkîşinasların iştirakiyle, Sultan Nevruz gününde ve mutlaka Çamlık’a çıkılan Hıdırellez’de Sürmeli atışmaları yapılır. Bu meydanda Sürmeli çalıp çığıramayan kimse sanatkârdan sayılmaz!..
Mûsıkî kültürü bakımından zengin olan Yozgat’ta: “Bozlak, Avşar Ağzı, Zeybek, Misket, Bülbül; Karac’oğlan’dan, Kerem’den, Sümmânî’den deyişler, İnledi Dağlar, Nâzî’den koşmalar, Durnalar, Dahdiri Havaları, Erkek ve Kadın Halayları, Şıngılım (Kırık Hava), Kesik Kerem, Evvel Bahar, Yüce Dağ, Türkmeni Bozlağı, İmmahan, Gelin Halayı, Gelin Ağlatma, Gelin Bindirme, İçeri Havaları, Kına Havaları, Cirit-Güreş Havaları, Deyişler, Semahlar, Sinsin, Kaval Havaları, Davul-Zurna Havaları…” yaygın biçimde çalınır, söylenir, oynanır. Yozgat’ta: “Bozlak türünde uzun havalar, Yahyalı Kerem, Misket, Bozlak, Garip, Kerem, Kalenderi, Yanık Kerem, Kandilli Kerem dizilerinde kırık hava ve deyişler.” yaygındır.
Yozgat’ın kendine has bir bağlama çalış tavrı vardır. Yozgat Tavrı ya da Yozgat Tezenesi diye meşhurdur ki şöyle izah edilebilir: “Yozgat Tavrı, kısaca türkülerin belli yer ve notalarında, daha çok da ezginin, iki’lik, dört’lük, nota değerinde uzatıldığı yerlerde, tezenenin okuyuşa paralel olarak tarama tezene şeklinde kullanılmasıdır. Bu tür saz çalma üslûp ve teknikleri, daha ziyade yöre türkülerinin mahallî okunuşu esnasındaki gırtlak nağmelerinden, ses kullanma ve türkü söyleme üslûp ve tekniklerinden hareketle doğmuştur. Yozgat Tavrı, yöre türkülerinin, en tabiî enstrüman olan insan sesi ile icrasındaki eda, tavır ve yorumun saz ile taklit edilmesidir. Yozgat Tezenesi, klasik Yozgat türkülerinin okunuşundaki tabiî gırtlak nağmelerinin, ses çarpmalarının, titreme, ibriato ve trillerin, bazen sadece sazın altı teli, bazen de bütün teller kullanılarak taklit edilmesidir.” (Yozgat Tezenesi’ne dair bilgi için bkz. Bayram Bilge Tokel, Tarih İçinde Yozgat Mûsıkî Folkloru, Osmanlı Devleti ve Bozok Sancağı, İstanbul 2000, s. 648)
Yozgat Tavrı ya da Yozgat Tezenesi olarak tanınan bu tavır, özellikle ağır havalarda uygulanır. Sürmeliler bu tavırla çalınmazsa kendine has üslûbunu yitirir!
Yozgat’ta icra edilen bir şehir mûsıkîsi geleneği vardır. İnce sazın kullanıldığı şehir mûsıkîsinin tesiri, şehir merkezinde söylenen türkülerde çok açıktır.
Yakın zamana kadar Yozgat konaklarında ince saz denilen tef, ud, keman, cümbüş ve nadiren piyano ile söylenen şarkı ve türküler mahzun bir eda ile hatırlanır.
İnce sazı, kadınlar kendi aralarında meşk ederken kullanırlar. Ayrıca ev halkının hep birlikte olduğu zamanlarda da ince sazla has eserler icra edilir.
Haremin ve selâmlığın geçerli olduğu konaklarda her şey örf, adet ve geleneklere göredir… Konağın selâmlığı ile köy odalarında, her şeyin töre hükmünce olduğu erkeklerin sohbet meclislerinde, misafir gelen âşıklar ya da sohbette bulunanlarca söylenen türküler mühim bir yer tutar.
Mûsıkî kültürümüz bakımından, şifahî kültürün hâkimiyetinde birer halk akademisi olan köy odalarının ehemmiyeti pek büyükken, köy odalarının sükûtu ile, her biri ayrı bir kıymet ifadesi olan kültür değerlerimiz de nisyana terk edildi, maalesef… Esasen yaşanan bu süreç tabiîdir, eninde sonunda olacaktı, fakat bizim bu noktada yapmadığımız veya yapamadığımız hayatî vazife, kayıt altına almamak olmuştur; bunun da telâfisi yoktur!..
Gerçi bunda Halil Bedi Yönetken’in Derleme Notları istisnadır fakat, bir kitabın sayfaları arasında kalmış bu kısa bilgiyle, bahsedilen kayıttan mahrumiyet ortadan kalkmamaktadır.
Bununla birlikte, 1937 ve 1952 tarihleri arasında Ankara Devlet Konservatuarı Folklor Arşivi için Anadolu ve Trakya’da yaptırılan resmi derlemeler sırasında heyetin başında bulunan Halil Bedi Yönetken’in tuttuğu notlar, Yozgat mûsıkî folklorunun en dikkate değer bilgileri arasındadır.
Halil Bedi Yönetken şöyle der: “Biz bu derlemede Yozgat içinde orijinal Yozgat Sürmeli’sinden başka Halime, Sarı bülbül, Kara tavuk, Anadan atadan, Şu boyda, Oduncular, Server… anonim ezgiler; Nazi’den koşmalar, “Dahdiri diri de dön beri de” enterasan havalar, erkek kadın halay havaları; “Ada düdüğü” (nay düdük) adlı gürgenden yapılmış kalın bir kavaldan ezgiler, davul zurna ile çalınan halay ezgileri, ağırlama, yeldirme, yelleme, yanlama, hotlama ve yeldirmesi, kol oyunu ve yeldirmesi, Papini ve yeldirmesi, Keçeli keriboz ve ağırlaması, Kara kuşun kanadı (sözlü), Dilo ve ağırlaması, Allı durnalar gibi ezgiler kaydettik. Yozgat’ta kırık havaya, oyun havalarına “şıngılım” da diyorlar. Yozgat içinde hâlâ güzel bağlama, dolaylarında güzel kaval ve davul zurna çalanlar, güzel oyun oynayanlar vardır. Yozgat dolayları da bozlak söylüyor ve halay çekiyor. Biz Akdağmadeni’nde kesik kerem, uzun havalar, evvel bahar, yüce dağ, Türkmeni bozlağı… gibi ezgiler; davul zurnadan üç ayak yanlaması ve yeldirmesi, çiçek dağı ve yeldirmesi, kadın halayı ve yeldirmesi, gelin hâlayı, gelin bindirme, yürütme havaları, hopbare, sin sin havaları, ayrıca kabak halayı, ardıç halayı, ova yanlaması, yayık halayı, daban halayı, keklik halayı, halime halayı, Haymana halayı gibi havalar kaydettik. Akdağmadeni tarafında kırık havalara ‘yeşilleme’ diyorlar. Sorgun’da taklidi temsili kartal halayı, içinde ellerin sert bir şekilde birbirine çarpıldığı “ellik” oyunu, kıyılı, hareli, mico, çığrık, fadimem, tek ayak, durnalar haley havası ve vıy vıy’la biten enteresan ezgiler, avşar ağzı havalar, Sümmani’den, Karac’oğlan’dan, Kerem’den parçalar ve bazı iç havalar, semah ezgileri plağa aldık… (Halil Bedi Yönetken, Yozgat Müzik ve Oyun Folkloru, Derleme Notları, I, İstanbul 1966, s. 49-50)
Yozgat mûsıkî ve halay kültürü bakımından fevkalâde zengin bir bölgedir, fakat derlendikten sonra bu kayıtlar nerede kaldı kim bilir!?.. En son Dedelili Topal’ın söylediği Kağnıcı Bozlağı, ayrıca Tekler-Çiftler Zeybeği, Sürmeli Zeybeği, Yozgat Zeybeği… ve daha niceleri, sadece adını bildiğimiz ve gerisini unuttuğumuz türkü ve oyunlarımızdan mı olmalıydı?!..
Hüznî Baba: “Derdimi ummana döktüm, sonra sayıştık.” dermiş… Ummanlara bedel derttir bizimkisi de. Çünkü, unutulan ya da unutturulan kültür mirasımız, eğer yazı namına bir aziz gayrete şahit olsaydı, galiba bu kültür berhayat olurdu. Böylece zamanın birkaç meraklısına da âh çekmek kalmazdı!..
Neyse ki, kalanını birkaç erbab-ı himmet esirgedi…
Bu himmetin bir hasılası olarak sadece TRT repertuarında Yozgat’a ait toplam yetmiş bir adet türkü mevcuttur. Bu türkülerin yirmi beşi Akdağmadeni’nden, on altı tanesi Boğazlıyan’dan, yirmi altısı Yozgat merkezden derlenmiştir. Ancak şu hususu unutmamak lâzım, sadece derlemenin yapıldığı bölgeye has türküler değildir bunlar. Ehline malûmdur, derlemeyi yapanın tasarrufu! galiba biraz farklı tecellî etmişe benziyor. Yozgat türkülerinin çevre vilâyetlere kayıtlanmaları ise bir başka meseledir!..
Şifahî kültürde yaşatılan büyük kültür mirası hâlâ himmet beklemektedir. Sahaya inilince kayıt altına alınıp kurtarılmayı bekleyen nice saklı hazineler olduğu görülecektir.
Hasılı… Yozgat’ın türkü külliyatı ve nağmelerdeki mirası büyük bir hazinedir. Bu eşsiz hazine, muHâfızları olan Hâfız Süleyman Efendi ve Hadiye Hanım’ın taş plaklarında; Nida Tüfekçi, Şakir Öner Günhan, Osman Duran, Soner Özbilen ve Bayram Bilge Tokel’in derledikleri ve çığırdıkları ile yaşamaya ve yaşatmaya devam edecektir…
Bozok’un ve merkez mekânı Yozgat’ın mûsıkî vadisindeki meşhurlarından olan Hâfız Süleyman Efendi, Hadiye Hanım, Arap Hâfız ve Âşık Gülşanî Baba ilk akla gelenlerdir.
Bunların dışında dikkat çekenleri isimleri ise şöyle sıralayabiliriz…
Bağlama üstadı Niyazi Ülkü, ahalinin nezdinde hâlâ Niyazi Bey’dir. Bir öğretmen olan Niyazi Bey, türkü ve bilhassa bozlak ustası olarak adından sıklıkla söz ettirir. O, bu ustalığı ile gelecek zamanın Nida Tüfekçi’sini gelenekle tanıştıran isimlerden biri olmuştur.
Bir başka mûsıkîşinas öğretmen de, Ali Kethüdazade Salih Şükrü Efendi’nin oğlu Mehmed Muhsin Gökay’dır (d. 1900 v. 1968).
Muhsin Bey, Çanakkale gâzîsidir ve Birinci Cihan Harbi sırasında Kuzey Afrika’da tesis edilen Seydi Beşir Esir Kampı’ndaki esaret günlerinde çile doldururken sazların çoğunu çalmasını esir kampında öğrenmiş bir Yozgatlıdır.
Memleketine dönüşünden sonra sınıf öğretmeni olarak vazifelendirilmiştir. Muhsin Gökay, bu vazifesinin dışında mûsıkî derslerinin dolu dolu geçmesi için Gezici Mûsıkî Muallimi olarak da köy okulları dahil pek çok okulda talebelerine meşk ettirmiştir.
Devrinde meşhur Kemânî Muhsin Bey’dir.
Merhum Muhsin Bey’in dostlarıyla bir araya gelerek mûsıkî meşk ettiği hâlen söylenir.
Muhsin Bey’in mûsıkî heyetinde, çevresinde Baş Muallim Mehmed Ali Bey diye hürmet edilen bir muharip gâzî olan Mehmed Ali Ural (d. 1896 v. 1981), Çapanların Ziya Bey ve Püskülübüyüklerin Halit Efendi’nin (d. 1897 v. 1974) adları tesbit edilebilmiştir.
Bunlardan başka: Udî bestekâr Sami Bey, Kemancı Kambur Hıdır, Bağlamacı Rıza, İnce işçi Udî Ahmet Usta, elimizde Yozgat türkülerini çığırdığı bir ses kaydı bulunan bozlak ve Avşar söylemekle meşhur Kemancı İsmail Ağa, Defçi Sabri Ağa ve Defçi Hasan.” hâlâ adından bahsedilen sanatkârlardır.
Bugün her biri ayrı bir türkü klasiği olan türkülerimizin kaynak kişisi olan Deremumlu İbrahim Bakır da (d. 1928 v. 1975) yöre mûsıkîsinin köşe taşlarındandır…
Ve gayr-ı Müslimler: “Kemancı Niko, Kemancı Nazar, Kemancı Samırkaş’ın oğlu, sonradan Müslüman olup Şükrü adını alan ve 1934’de Mustafa Kemâl Paşa’nın Yozgat’ı ziyaretleri sırasında tertip edilen konserde sazende olan Kemancı Kör Seterek, Udî Kara, demircilik yapan ve sürmeli havasında oynayan Kemancı Kalusluoğlu.” meşhur sanatkârlardan bazılarıdır.
Düğünleri sanatkârlar çalar ve nağmelerle coşkuya ahenk katarlarmış. Esnasında da mahremiyete çok riayet edilir, çalıp söyleyen sanatkârlar ve düğüne gelen kadınlar arasına kalın bir perde çekilirmiş, kadınlar görülmesin diye!..
Ruh hamurkârları tarafından gönülleri imar edilmiş yiğitlerin “gün akşama yaslanmadan” dile gelen sevdaları, “kahır götürmez yaralı yüreklere” tercüman olarak Sürmeli’de tebellür etmiştir. Bu mânâda, Bozok’ta tevatür bir hikâyenin adıdır Sürmeli Bey ve Senem hikâyesi. Şurası bir hakikattir, aşk hikâyelerinin en güzellerindendir Sürmeli Bey ve Senem hikâyesi. Sevdalar, Bozok ellerinde onun adında destanlaşır, ervah-ı ezeldeki takdir hükmünce. Tıpkı, Leylâ ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin gibi!.. Hikâye olunur ki:
Sürmeli Bey genç, yakışıklı ve yağız bir delikanlıdır. Bir bey oğludur ve töre hükmünce beyin oğlu da beydir. Sürmeli Bey, kaderin bir cilvesi olarak küçük yaşta babadan yetim kalır. Gözleri de kudretten sürmelidir. Bu ilahî armağanla Sürmeli Bey diye şöhreti yayılmış bir Türkmen yiğididir. Sürmeli Bey, civar halkı tarafından çok sevilir ve yaylalarda sürüsünün peşinde günlerini geçirir “Hak’tan yozuna yoz katması” niyazı ile. Sürmeli Bey pîr elinden bâde içmiş bir âşıktır aynı zamanda. Sazından ve sözünden, yüreğinden kopup gelen içli nağmeler dökülür. An gelir, bir gönül yangınına düşer Sürmeli Bey. Rüyasında, Bozok yaylalarında kısmet gözleyen bir Türkmen güzeli olan Senem gösterilmiştir. Ezeldeki yazgı tecelli etmiştir. Senem’de rüyasında Sürmeli Bey’i görmüştür. Nerede karşılaşırlar bilinmez, karşılaştıklarında Sürmeli Bey ve Senem birbirlerini tanırlar. Bu karşılaşma ile yaman bir sevdanın ateşi tutuşur. Dönülmez bir yolda olan bu iki sevdalı kavilleşir, can pahasına dönmemesine. Sürmeli Bey, Allah emri ve Peygamber kavlince Senem’i babasından istetir ve firakın visale dönmesi için niyaza başlar… Gel gör ki, Senem’in babası, ceberrut ve mağrur bir Türkmen beyi olan Mestan Bey’dir! Mestan Bey, hanesinde misafir olan dünürcülerin lafı ağızlarında bırakır, gerçi yok demenin de bir yakışığı var, ama o, dünürcüleri tersleyip, geldikleri gibi gönderir. Koca Mestan, ısrarların artması üzerine: “O çocuğun umur-ı hâriciyesi zayıftır. Edebi, erkânı, töreyi ve misafir ağırlamayı bilmez. Ata olacak ki, umur-ı hariciye görsün de bellesin. Ben baba yetimine kız vermem. Daha söyletmen beni! Öyle her gelene verilecek kızım yok benim.” diye celâllenir ve kestirir atar. Mesele onun için açılmadan kapanmıştır artık.
Sürmeli Bey, Hak Erenleri’ne müracaat eder; ağaları, beyleri, gün görmüş, umur görmüş ak sakallı kocaları Mestan Bey’e salar. Fakat nafile! Bir türlü olmaz hayır işi… Çok uğraşılsa da Mestan Bey’in gönlünü kimse yapamaz ve rızası alınamaz. İş, uzadıkça uzar… Sürmeli Bey dert sahibi olur ve sürüsünü bırakır. İçindeki yangın gün be gün artar, hicran ateşinde kavrulur!.. Yaylaların yükseklerinde gezerken, yolu Bozok’un en güzel yerlerinden Çamlık’a düşer ve Çamlık’ta Beş Çamlar’ı kendine mekân tutar. Burası bambaşka bir yerdir. Çamlar dahi ona sevdasını fısıldamaktadır. Sevdası, sazında söze gelen Sürmeli Bey, muhabbet ocağında yanar ve küle döner… Bir zaman böylece devam eder. Sürmeli Bey’in gönül yangını daha da artar. Çamlık’taki geyikler, kurtlar, kuşlar sırdaşı olur. Sürmeli Bey’in sevdası gönülden gönüle, kulaktan kulağa yayılmakta, söylediği nağmeler unutulmamaktadır.
Ve bir garip tecellî olur… Sürmeli Bey, Çamlık’ın tepesinde Horasan Erenleri’nden Sarı Baba’nın sırlandığı Yatır’ın yakınında bir yerde derdini söylerken bir zuhûrat olur; bu zuhûrattan sonra ise sır olur. Bir daha da gören olmaz Sürmeli Bey’i… O gün bugündür Sürmeli Bey görülmemiştir… Senem’de gün be gün erir, için için yanar, dert, onu da tüketir. Ve nihayet nefesten kesilir. Mestan Bey’e de kızının acısı ve kahrı kalır… Gün görmüş, umur görmüş ak sakallı kocalar, ak pürçekli analar, böylece anlatırlar Sürmeli Bey ve Senem’in destanlaşan sevdasını!… Nesilden nesile…
Ortak bir şuurun eseri olan Sürmeliler, dinmeyen bir yürek yangınını, Sürmeli gözlerden çağıldayıp gelen göz yaşlarını ifade eder. Geleneğin sahih kıvamı, bu ifadenin tarzını bereketlendirmiştir. Ortaya çıkan nağmeler ise üslûp harikası bir güzellikler demeti olarak gönül hanesinin Sürmeli süsü olmuştur Bozoklu canlar için. Sürmeli denilince akla ilk gelendir Çamlık. Sürmeli Bey’in sır olup Kırklara karıştığı yer olan Çamlık, Âşık Kerem’den yadigârdır. En bariz vasıfları, şecaat, metanet, kanaat, muhabbet, mehabet, hasret, ciddiyet ve asalet olan muhabbet fedailerinin nasiplendiği ve nefeslendiği Bozok’ta ve erenler duası, pîrler himmeti ile adına Yozgat denilen “güler yüzlü şehir”de, sırrında sadık, ahdinde sabit olmak tabiî meslektir. Bu hâlete bürünmüş her bir yiğit, Soğluk Dağı’nda adına Çamlıkdenilen bir güzel mekânı ihtiyar eder. Çünkü Çamlık başı dumanlı yiğitler için derûnu aşikâre dillendirmek ve bambaşka bir hâletle mest olmak için en doğru tercihtir. İşte bunun tesiriyledir ki, “Çamlığın da başında bir tütün tüter, acı çekmeyen yüreği bütünlere” nisbet edercesine… her daim…
Aynı zamanda Çamlık, Horasan Erenleri’nden Sarı Baba’nın Bozok diyarını kıyamete dek beklediği kutlu bir mekândır. Erenler himmeti ile gönülleri imar edilmiş edebten nasipli yiğitler ve Çamlık, iki sırdaştır. Bu mutahhar sır ile Çamlık, Sürmeli safâlar sürsün diye içli bir gönül nağmesi olarak Sürmeli olur yiğitlerin dilinde. Çamlık, aziz-i vakt olan müeddeb yiğitlerin nefeslendikleri bir atmosferdir ve “Yedi cerrah gelse iyi olmayan yaralara” dermandır, uşşaka tercümandır. İşte bu kavil üzre başı dumanlı Çamlık, hâlimizi arz ettiğimiz Yüceler Yücesi’ne bulunduğumuz niyazımıza, hâl diliyle “âmin” diyen bir sırdaştır adeta.
Hikâye bu ya:
Âşık Kerem, yaman bir hasretin divanesi olarak yollara düşer. Beraberinde, can yoldaşı, sırdaşı, dert ortağı Sofu olduğu hâlde, diyar diyar dolaşıp, sevdası ile yandığı Aslı Han’ı ararken Yozgat’a uğrar. Kurda kuşa, dağdaki geyiklere, hâlden bilen Âdem oğluna Aslı Han’ı sorar. Fakat bu suâline karşılık, sadrına şifa bir cevap alamaz. Âşık Kerem’e Aslı’dan bir haber veren çıkmaz. Bunun üzerine Âşık Kerem şöyle niyaz eder:
Hey Erenler hangi derde yanayım
Yitirdim Aslı’mı gören olmadı
Pervaneye döndüm yandım tutuştum
Yandım alevimi gören olmadı
Kerem der ki dağ başına oturdum
Derdim elli iken yüze yetirdim
Lokman Hekim gibi cerrah getirdim
Şu benim derdimden bilen olmadı
Ve Âşık Kerem, Çamlık’ın bulunduğu dik yamaca bir fidan diker: “Bu çamdan nice çamlar filizlenir koru olur, sonra da hep bizi söyler, bizi fısıldar.” niyazında bulunarak Aslı Han’ın peşi sıra yollara düşer. Zaman gelir, dikilen fidan filizlenir, büyür ve Çamlık olur. Niyazın tahakkuku ise bir sürmeli safâ olur. O gün bugündür, hafif bir yel esse, Çamlık, sevda türküleri söyler, Âşık Kerem ile Aslı Han’ın hatırasını fısıldar. Çamlık’ta nefes aldıktan sonra Sürmeli çeşitlemelerine bir muhabbet nazarı kademli olacaktır:
Bozok ve merkez noktası Yozgat, güçlü bir mûsıkî damarına sahiptir ve türküler, Bozoklu Türkmen’in hayatının nağmelerdeki adıdır ve her dem taze ve kendini yenileyen bir şuurun eseridir. Her bölgeden türkü çıkmaz. Hele Sürmeli hiç çıkmaz. İşte bu sebebin tabiî bir neticesi olarak: “Türkü Yozgat’ta doğar” denilmiştir. Sürmeli çeşitlemelerindeki şiiriyet, mûsikîsindeki sade ve saf güzellik, bu müstesna eserlere ciddi bir ayrıcalık kazandırmıştır. Hemen hepsinde ortak olan hususlardan biri, bağlantı ve saza teslimlerde Sürmelim sözünün vazgeçilmezliğidir. Yozgat’ta yakılan ve yakan türküler arasında Sürmeliler gerçek bir türkü kılasiğidir. Her biri ayrı bir çilenin yansıdığı hikâyelerin mısralardaki destanıdır ve kendine has o müstesna üslûp içinde hâkimiyet tesis etmiş bir gönül nağmesidir. Geleneğe alem olmuş efsanevî Sürmeli Bey ve Senem hikâyesinden sonra, aynı billûr kıvamı takip ederek, zaman, yeni hikâyeler çerçevesinde yeni Sürmeli dörtlüklerinin doğuşuna şahit olmuştur. Sürmeliler, mevzu çeşitliliği bakımından bir hayli zengindir ve dörtlüklerden hareketle Yozgat şehir merkezinde, Kanak civarında ya da Bozok’un bir başka köşesinde Sürmeli’ye ait izler sürülebilmektedir. Yozgat türkülerinin tamamında Sürmelilerin ciddiyeti, muhabbeti, ağır başlı ama sade üslûbu göze çarpar. Her Sürmeli dörtlüğünde kendine has bir estetik ayrıcalık ve güçlü bir ifade gücü vardır.
Bugün için elimizde tevarüs ettiğimiz zenginliğimiz olan Sürmeli dörtlüklerinin derlenmesi, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu yönetiminde bir ilmî heyet tarafından 1946’da yapılan ağız derleme çalışmaları sırasında Yozgat’tan Feyyaz Akgüller’den derlenen bir metinle başlamıştır. Ancak bu metin; bir kırkambar misali, anonim türkü sözleri, âşık tarzı ve kalem şuarasının izleri ve ağıt sözlerinin çok bariz bir yansımasıdır. Bundan sonrasında ise adeta mahallî bir hâfıza olan Yılmaz Göksoy (d. 1931 v. 2017), Tamer Önder, Prof. Dr. Bayram Durbilmez ve bilhassa “beş yüz” kadar dörtlüğü neşreden Ertuğrul Kapusuzoğlu tarafından devam ettirilmiş derleme çalışmaları millî folklorumuz için ciddî bir kazanımdır.
Sürmeliler Yozgat ve çevresinde bir çeşitlemedir: “Dersini almış da ediyor ezber, Sabahınan esen seher yeli mi, Yaz gelirse sarı çiğdem uyanır, Yozgat pınarında yudum elimi, Kanatlı kapının demir sürgüsü, Çamlığın başında tüter bir tütün, Hastane önünde incir ağacı, Yeşil ayna, Asker yolu beklerim, Bir çift turna gördüm, Eydim kavak dalını, Gam gasevet keder, Mihrican mı değdi…” ve daha pek çok nağme, ihtişamın zirvesinde taht kurmuş türkü klasiklerimizdir. Söze, sürme çekip Sürmeli çeşitlemelerinden bir demeti arz edelim:
Dersini almış da ediyor ezber
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Bu dert beni iflah etmez del’eyler
Benim dert çekmeye dermanım mı var
Kaşın çeğmellenmiş kirpik üstüne
Havada buludun ağdığı gizi
Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış
Yağmurun güllere yağdığı gibi
Yozgad’ı sel almış Soğluğu duman
Sıtkınan seviyom billâhi inan
Ölüp de mezere girdiğim zaman
Ben susuyum kemiklerim söylesin
* * *
Sabahınan esen seher yeli mi
Benim gönlüm divane mi deli mi
Durup durup yâr göğsünü geçirir
Yoksa bugün ayrılığın günümü
Gel yâr senin ile bir kavl edelim
Kavilden karardan dönmemesine
İkimiz bir dala yuva yapalım
Başka daldan dala konmamasına
* * *
Yozgat pınarında yudum elim
Kime arz edeyim garip hâlimi
Gurbete yolladım nazlı yârimi
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
* * *
Bir çift turna gördüm durur dallarda
Seversen Mevlâ’yı kalma yollarda
Sizi bekleyen var bizim ellerde
Bizim ele doğru gidin turnalar
Turnam dertli öttün derdimi deştin
El vurdun yâremin başını açtın
Eşinden m’ayrıldın yolun mu şaştın
Bizim ele doğru gidin turnalar
Fazla gitmen Deremum’a varınca
Selâm söylen eşe dosta sorunca
Sağ selâmet menziliniz alınca
Benden yâre selâm edin turnalar
* * *
Mihrican mı değdi gülün mü soldu
Gel ağlama garip bülbül ağlama
Felek baştan başa kimi güldürdü
Gel ağlama garip bülbül ağlama
Şakı benim şeyda bülbülüm şakı
Bu dünya kimseye kalır mı bakî
Sana da mı değdi feleğin oku
Gel ağlama garip bülbül ağlama
Gonca gül açılır har ile geçer
Dertlilerin ömrü zar ile geçer
Turâbî bîçâre serinden geçer
Gel ağlama garip bülbül ağlama
* * *
Yaz gelirse sarı çiğdem uyanır
Mor menevşe pembe güle dayanır
Meyve bile dallarına güvenir
Meyve dalı kadar hükmüm yoğumuş
Sarı çiğdem mor menevşe zamanı
Kaldır dağlar başındaki dumanı
Yine geldi ayrılığın zamanı
Ya ben ağlamayım kimler ağlasın
* * *
Gam gasevet keder yok olur gider
Sevdiğimin cemâlini görünce
Perişan gönlümü şen mamur eder
Sevdiğimin cemâlini görünce
Seversen Mevlâ’yı açma yâremi dost
Gülüstan açılır şakır bülbülü
Açılır bahçede tomurcuk gülü
Medh-i yâri söyler şâd olur dili
Gül yüzlümün cemâlini görünce
Seversen Mevlâ’yı açma yâremi dost
* * *
Çamlığın başında tüter bir tütün
Acı çekmeyenin yüreği bütün
Ziya’mın atını pazara tutun
Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr
Kendi gidip ahbapları kalan yâr
Benim yârim yaylalarda oturur
Ak ellerin soğuk suya batırır
Demedim mi nazlı yârim ben sana
Çok ayrılık tez ayrılık getirir
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr
Kendi gidip ahbapları kalan yâr
Ham meyvayı kopardılar dalından
Beni ayırdılar nazlı yârimden
Eğer yârim tutmaz ise dalımdan
Onun için açık gider gözlerim
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr
Kendi gidip ahbapları kalan yâr
Yozgat yaylasında bir garip kuşum
Elveda sizlere akrabam eşim
Doymadım dünyaya onsekiz yaşım
Onun için açık gider gözlerim
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr
Kendi gidip ahbapları kalan yâr
Yüküm kervan yükü savran gidiyor
Sürmedim sefâyı devran gidiyor
Ziya’m ciridine kurban gidiyor
Onun için kapanmıyor gözlerim
At üstünde kuşlar gibi dönen yâr
Kendi gidip ahbapları kalan yâr
* * *
Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baş tabip geliyor zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezerimi kazın kazın bayıra düze
Yönümü çevirin sıladan yüze
Benden selâm söylen o hayırsıza
Başına koysun karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın
* * *
Eğdim kavak dalını
Döktüm yapraklarını
Nazlı yâre ayırdım
Gönül konaklarını
Haydi yavrum çınarım
Dallarına konarım
Bir kötüye düşersem
Ahretece yanarım
Portakal dilim dilim
Gel otur benim gülüm
Ne dedimde darıldın
Lâl olsun ağzım dilim
Haydi yavrum çınarım
Dallarına konarım
Bir kötüye düşersem
Ahretece yanarım
* * *
Yıldız akşamdan doğarsın
Dağlara boyun eğersin
Ben gibi yâr mı seversin
Doğmayaydın mavi yıldız
Yıldızlardan ürüşansın
Benim gibi perişansın
Yârdan bana bir nişansın
Doğmayaydın mavi yıldız
(Yozgat mûsıkî geleneği içinde Sürmeli Çeşitlemelerimize dair geniş bilgi için bakınız. S. Burhanetin Kapusuzoğlu, Bozoknağme-Yozgat’a Güzelleme, İstanbul 2015, s. 166-183.)
Şiir, nazlı bir sanat dalıdır ve âhenkle kelâma can vermektir. Duygular, en iyi şiirde sırlanır. Söylenebilecek olanın kâfi miktarda kıvamından ibarettir. Ötesi mi? Söz orda sükût eder. Memleket şiirleri, hasretin gurbet ocağında hârlanmasından dolayı başka bir mânâ ifade eder. Hele de Yozgat’sa konu, mânâ, resm-i geçit yapar âdeta.
Nihânî (S. Burhanettin Kapusuzoğlu) mahlası ile söyleyip Turnalarla hâlleştiğimiz bir dilbestemizle söze mim çekelim:
Turnalara Söylediğimdir
Yâdı gönlümdedir nâmı dilimde
Gidip arz eyleyin hâli turnalar
Bîzarım haylidir firkat nârında
Ne desem yetişmez kâli turnalar
Yolun uğrat Kerbelâ’nın çölüne
Kûfe sahrasında Necef Gölü’ne
İmam Ali’m Şâh Hüseyn’im yoluna
Boyun büküp deyin belî turnalar
Basra ile Bağdat meskendir yâre
Hazreti Pîrlerin himmeti çâre
Sâdatlar tuttu mu düşürmez nâre
Dermandır yaraya balı turnalar
İçin çeşmesinden âb-ı hayâtı
Kuşanın meydan-ı Hak’ta pusatı
Alın eşiğinde Yozgat ruhsatı
Koklan gülistanda gülü turnalar
Bizim elde Yazır Dağı’n geçtikçe
Derdim tazelenir yaram deştikçe
Şanlı Yozgat hatırıma düştükçe
Akar gözlerimin seli turnalar
Çamlık’lı yaylalık yüce dağlarım
Kanak bıcağında durur bağlarım
Bülbüle imrenip durmaz ağlarım
Koktukça Yozgat’ın gülü turnalar
Geçerken Yesevî deryasın haylan
Sultân Emîrce’me çok selâm söylen
Orada eğleşip hoş niyaz eylen
Gözetin erkânı yolu turnalar
İçip suyunuzu koca Kanak’tan
Battal’ın düzüne bakın uzaktan
Erenler himmetle korur tuzaktan
Paşaköy’de Yâkup Velî turnalar
Dedikhasanlı’dır rahmet gölünüz
Şâkir-i Velî’me çıksın yolunuz
Gönül âbâd edip Hakk’ı biliniz
Uzatsın da himmet eli turnalar
Soğluk’un üstünde alınız destûr
Edep erkân ikrar yazılı düstûr
Lutf-ı Hak kandırır hep kılar mesrûr
Estikçe muhabbet yeli turnalar
Ahmed Şevkî Sultân Erenler Şâhı
Himmet ocağıdır muhabbet mâhı
Halil Fevzî ol katarın penâhı
Bağladım pîrlere beli turnalar
Bir zaman hâlimce doldurdum çile
Şâhın bahçesinde tutkundum güle
Gözümün gördüğü bir gelse dile
Gönül evi hasret dolu turnalar
Nihân’a gurbeti salık verdiler
Deli gönül Abdal oldu iniler
Tenhada âh çekip derdin yeniler
Esiyor Yozgat’ın yeli turnalar