eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak

Burhanettin KAPUSUZOĞLU

1972 yılında Yozgat'ta doğdu. Yozgat Lisesi'nden sonra Kayseri Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde mezun oldu. Eserlerinden bazıları: Bozoknağme, Seferberlik Mahşeri, Toprağa Can Ektiler, Böyle Dedi Yozgat, Yozgat'ın Üć Sırlısı, Yozgat'ta Zaman, Yozgat Medreseleri Tekke ve Zaviyeleri, Sarı Saltık Makamları, Mir'ât-ı Muhabbet-Hicran-zede Manzumeler, Îşaretler, Âkif Bey-Şâir ve Mütefekkir...

    Yozgat Mûsıkî Geleneği Beyanındadır

                                     Bir nev arus âsâ yeşermiş çamlar

    Hep sahraya gider servi endamlar

    Kurulur meclisler içilir camlar

    Şarkı söyler gazelhanı Yozgad’ın

    Hüznî Baba

    Yozgat’ta, güçlü bir mûsıkî geleneği vardır. Çünkü Yozgatlılar, hayata mânâ verirken türkülerle hâlleşir, türkülerle dilleşir, “kavilden karardan dönmemesine…” İşte bu sayede Yozgat’ta, mûsikî, hep bir üslûp harikası olmuştur.

    Hayatın tadı, gönüllerin dillendiren ve dinlendiren süsü olan Yozgat’taki mûsıkînin alt başlıkları hayli zengindir. Adetlerin, törelerin ve bu has dairede hayatın renkleri olan kültür unsurlarının varlığını kuvvetli bir şekilde hissettirdiği zamanlarda, ufuklarda Bozokluların nağmeleri yankılanır.

    Bu zamanların yazı bir safâ, kışı da daha başka bir safâdır. Kış günleri uzun, zor ve çetin geçer Yozgat’ta. Her mekân, sohbetin kıvamında ve nağmelerin ahenginde bu safâya ortaktır. Yörenin meşhur lezzeti Arabaşı’nın olmazsa olmaz olduğu kış gecelerinde düzenlenen muhabbetlerin, sıra gezmelerinin baş unsuru mutlaka mûsıkîdir.

    Yozgat’ın mûsıkîşinasları bilhassa gazelhanları meşhurdur. Artık bilinmezlik örtüsüne bürünmüş bu mûsıkîşinasların iştirakiyle, Sultan Nevruz gününde ve mutlaka Çamlık’a çıkılan Hıdırellez’de Sürmeli atışmaları yapılır. Bu meydanda Sürmeli çalıp çığıramayan kimse sanatkârdan sayılmaz!..

    Mûsıkî kültürü bakımından zengin olan Yozgat’ta: “Bozlak, Avşar Ağzı, Zeybek, Misket, Bülbül; Karac’oğlan’dan, Kerem’den, Sümmânî’den deyişler, İnledi Dağlar, Nâzî’den koşmalar, Durnalar, Dahdiri Havaları, Erkek ve Kadın Halayları, Şıngılım (Kırık Hava), Kesik Kerem, Evvel Bahar, Yüce Dağ, Türkmeni Bozlağı, İmmahan, Gelin Halayı, Gelin Ağlatma, Gelin Bindirme, İçeri Havaları, Kına Havaları, Cirit-Güreş Havaları, Deyişler, Semahlar, Sinsin, Kaval Havaları, Davul-Zurna Havaları…” yaygın biçimde çalınır, söylenir, oynanır. Yozgat’ta: “Bozlak türünde uzun havalar, Yahyalı Kerem, Misket, Bozlak, Garip, Kerem, Kalenderi, Yanık Kerem, Kandilli Kerem dizilerinde kırık hava ve deyişler.” yaygındır.  

    Yozgat’ın kendine has bir bağlama çalış tavrı vardır. Yozgat Tavrı ya da Yozgat Tezenesi diye meşhurdur ki şöyle izah edilebilir: “Yozgat Tavrı, kısaca türkülerin belli yer ve notalarında, daha çok da ezginin, iki’lik, dört’lük, nota değerinde uzatıldığı yerlerde, tezenenin okuyuşa paralel olarak tarama tezene şeklinde kullanılmasıdır. Bu tür saz çalma üslûp ve teknikleri, daha ziyade yöre türkülerinin mahallî okunuşu esnasındaki gırtlak nağmelerinden, ses kullanma ve türkü söyleme üslûp ve tekniklerinden hareketle doğmuştur. Yozgat Tavrı, yöre türkülerinin, en tabiî enstrüman olan insan sesi ile icrasındaki eda, tavır ve yorumun saz ile taklit edilmesidir. Yozgat Tezenesi, klasik Yozgat türkülerinin okunuşundaki tabiî gırtlak nağmelerinin, ses çarpmalarının, titreme, ibriato ve trillerin, bazen sadece sazın altı teli, bazen de bütün teller kullanılarak taklit edilmesidir.” (Yozgat Tezenesi’ne dair bilgi için bkz. Bayram Bilge Tokel, Tarih İçinde Yozgat Mûsıkî Folkloru, Osmanlı Devleti ve Bozok Sancağı, İstanbul 2000, s. 648)

    Yozgat Tavrı ya da Yozgat Tezenesi olarak tanınan bu tavır, özellikle ağır havalarda uygulanır. Sürmeliler bu tavırla çalınmazsa kendine has üslûbunu yitirir!          

    Yozgat’ta icra edilen bir şehir mûsıkîsi geleneği vardır. İnce sazın kullanıldığı şehir mûsıkîsinin tesiri, şehir merkezinde söylenen türkülerde çok açıktır. 

    Yakın zamana kadar Yozgat konaklarında ince saz denilen tef, ud, keman, cümbüş ve nadiren piyano ile söylenen şarkı ve türküler mahzun bir eda ile hatırlanır.

    İnce sazı, kadınlar kendi aralarında meşk ederken kullanırlar. Ayrıca ev halkının hep birlikte olduğu zamanlarda da ince sazla has eserler icra edilir.

    Haremin ve selâmlığın geçerli olduğu konaklarda her şey örf, adet ve geleneklere göredir… Konağın selâmlığı ile köy odalarında, her şeyin töre hükmünce olduğu erkeklerin sohbet meclislerinde, misafir gelen âşıklar ya da sohbette bulunanlarca söylenen türküler mühim bir yer tutar.

    Mûsıkî kültürümüz bakımından, şifahî kültürün hâkimiyetinde birer halk akademisi olan köy odalarının ehemmiyeti pek büyükken, köy odalarının sükûtu ile, her biri ayrı bir kıymet ifadesi olan kültür değerlerimiz de nisyana terk edildi, maalesef… Esasen yaşanan bu süreç tabiîdir, eninde sonunda olacaktı, fakat bizim bu noktada yapmadığımız veya yapamadığımız hayatî vazife, kayıt altına almamak olmuştur; bunun da telâfisi yoktur!..

    Gerçi bunda Halil Bedi Yönetken’in Derleme Notları istisnadır fakat, bir kitabın sayfaları arasında kalmış bu kısa bilgiyle, bahsedilen kayıttan mahrumiyet ortadan kalkmamaktadır.

    Bununla birlikte, 1937 ve 1952 tarihleri arasında Ankara Devlet Konservatuarı Folklor Arşivi için Anadolu ve Trakya’da yaptırılan resmi derlemeler sırasında heyetin başında bulunan Halil Bedi Yönetken’in tuttuğu notlar, Yozgat mûsıkî folklorunun en dikkate değer bilgileri arasındadır.

    Halil Bedi Yönetken şöyle der: “Biz bu derlemede Yozgat içinde orijinal Yozgat Sürmeli’sinden başka Halime, Sarı bülbül, Kara tavuk, Anadan atadan, Şu boyda, Oduncular, Server… anonim ezgiler; Nazi’den koşmalar, “Dahdiri diri de dön beri de” enterasan havalar, erkek kadın halay havaları; “Ada düdüğü” (nay düdük) adlı gürgenden yapılmış kalın bir kavaldan ezgiler, davul zurna ile çalınan halay ezgileri, ağırlama, yeldirme, yelleme, yanlama, hotlama ve yeldirmesi, kol oyunu ve yeldirmesi, Papini ve yeldirmesi, Keçeli keriboz ve ağırlaması, Kara kuşun kanadı (sözlü), Dilo ve ağırlaması, Allı durnalar gibi ezgiler kaydettik. Yozgat’ta kırık havaya, oyun havalarına “şıngılım” da diyorlar. Yozgat içinde hâlâ güzel bağlama, dolaylarında güzel kaval ve davul zurna çalanlar, güzel oyun oynayanlar vardır. Yozgat dolayları da bozlak söylüyor ve halay çekiyor. Biz Akdağmadeni’nde kesik kerem, uzun havalar, evvel bahar, yüce dağ, Türkmeni bozlağı… gibi ezgiler; davul zurnadan üç ayak yanlaması ve yeldirmesi, çiçek dağı ve yeldirmesi, kadın halayı ve yeldirmesi, gelin hâlayı, gelin bindirme, yürütme havaları, hopbare, sin sin havaları, ayrıca kabak halayı, ardıç halayı, ova yanlaması, yayık halayı, daban halayı, keklik halayı, halime halayı, Haymana halayı gibi havalar kaydettik. Akdağmadeni tarafında kırık havalara ‘yeşilleme’ diyorlar. Sorgun’da taklidi temsili kartal halayı, içinde ellerin sert bir şekilde birbirine çarpıldığı “ellik” oyunu, kıyılı, hareli, mico, çığrık, fadimem, tek ayak, durnalar haley havası ve vıy vıy’la biten enteresan ezgiler, avşar ağzı havalar, Sümmani’den, Karac’oğlan’dan, Kerem’den parçalar ve bazı iç havalar, semah ezgileri plağa aldık… (Halil Bedi Yönetken, Yozgat Müzik ve Oyun Folkloru, Derleme Notları, I, İstanbul 1966, s. 49-50)

    Yozgat mûsıkî ve halay kültürü bakımından fevkalâde zengin bir bölgedir, fakat derlendikten sonra bu kayıtlar nerede kaldı kim bilir!?.. En son Dedelili Topal’ın söylediği Kağnıcı Bozlağı, ayrıca Tekler-Çiftler Zeybeği, Sürmeli Zeybeği, Yozgat Zeybeği… ve daha niceleri, sadece adını bildiğimiz ve gerisini unuttuğumuz türkü ve oyunlarımızdan mı olmalıydı?!..

    Hüznî Baba: “Derdimi ummana döktüm, sonra sayıştık.” dermiş… Ummanlara bedel derttir bizimkisi de. Çünkü, unutulan ya da unutturulan kültür mirasımız, eğer yazı namına bir aziz gayrete şahit olsaydı, galiba bu kültür berhayat olurdu. Böylece zamanın birkaç meraklısına da âh çekmek kalmazdı!..

    Neyse ki, kalanını birkaç erbab-ı himmet esirgedi…  

    Bu himmetin bir hasılası olarak sadece TRT repertuarında Yozgat’a ait toplam yetmiş bir adet türkü mevcuttur. Bu türkülerin yirmi beşi Akdağmadeni’nden, on altı tanesi Boğazlıyan’dan, yirmi altısı Yozgat merkezden derlenmiştir. Ancak şu hususu unutmamak lâzım, sadece derlemenin yapıldığı bölgeye has türküler değildir bunlar. Ehline malûmdur, derlemeyi yapanın tasarrufu! galiba biraz farklı tecellî etmişe benziyor. Yozgat türkülerinin çevre vilâyetlere kayıtlanmaları ise bir başka meseledir!..  

    Şifahî kültürde yaşatılan büyük kültür mirası hâlâ himmet beklemektedir. Sahaya inilince kayıt altına alınıp kurtarılmayı bekleyen nice saklı hazineler olduğu görülecektir.

    Hasılı… Yozgat’ın türkü külliyatı ve nağmelerdeki mirası büyük bir hazinedir. Bu eşsiz hazine, muHâfızları olan Hâfız Süleyman Efendi ve Hadiye Hanım’ın taş plaklarında; Nida Tüfekçi, Şakir Öner Günhan, Osman Duran, Soner Özbilen ve Bayram Bilge Tokel’in derledikleri ve çığırdıkları ile yaşamaya ve yaşatmaya devam edecektir…

    Meşhur Mûsıkîşinaslar                                                             

    Bozok’un ve merkez mekânı Yozgat’ın mûsıkî vadisindeki meşhurlarından olan Hâfız Süleyman Efendi, Hadiye Hanım, Arap Hâfız ve Âşık Gülşanî Baba ilk akla gelenlerdir.

    Bunların dışında dikkat çekenleri isimleri ise şöyle sıralayabiliriz…  

    Bağlama üstadı Niyazi Ülkü, ahalinin nezdinde hâlâ Niyazi Bey’dir. Bir öğretmen olan Niyazi Bey, türkü ve bilhassa bozlak ustası olarak adından sıklıkla söz ettirir. O, bu ustalığı ile gelecek zamanın Nida Tüfekçi’sini gelenekle tanıştıran isimlerden biri olmuştur.

    Bir başka mûsıkîşinas öğretmen de, Ali Kethüdazade Salih Şükrü Efendi’nin oğlu Mehmed Muhsin Gökay’dır (d. 1900 v. 1968).

    Muhsin Bey, Çanakkale gâzîsidir ve Birinci Cihan Harbi sırasında Kuzey Afrika’da tesis edilen Seydi Beşir Esir Kampı’ndaki esaret günlerinde çile doldururken sazların çoğunu çalmasını esir kampında öğrenmiş bir Yozgatlıdır.

    Memleketine dönüşünden sonra sınıf öğretmeni olarak vazifelendirilmiştir. Muhsin Gökay, bu vazifesinin dışında mûsıkî derslerinin dolu dolu geçmesi için Gezici Mûsıkî Muallimi olarak da köy okulları dahil pek çok okulda talebelerine meşk ettirmiştir.

    Devrinde meşhur Kemânî Muhsin Bey’dir.

    Merhum Muhsin Bey’in dostlarıyla bir araya gelerek mûsıkî meşk ettiği hâlen söylenir.

    Muhsin Bey’in mûsıkî heyetinde, çevresinde Baş Muallim Mehmed Ali Bey diye hürmet edilen bir muharip gâzî olan Mehmed Ali Ural (d. 1896 v. 1981), Çapanların Ziya Bey ve Püskülübüyüklerin Halit Efendi’nin (d. 1897 v. 1974) adları tesbit edilebilmiştir.

    Bunlardan başka: Udî bestekâr Sami Bey, Kemancı Kambur Hıdır, Bağlamacı Rıza, İnce işçi Udî Ahmet Usta, elimizde Yozgat türkülerini çığırdığı bir ses kaydı bulunan bozlak ve Avşar söylemekle meşhur Kemancı İsmail Ağa, Defçi Sabri Ağa ve Defçi Hasan.” hâlâ adından bahsedilen sanatkârlardır.

    Bugün her biri ayrı bir türkü klasiği olan türkülerimizin kaynak kişisi olan Deremumlu İbrahim Bakır da (d. 1928 v. 1975) yöre mûsıkîsinin köşe taşlarındandır…

    Ve gayr-ı Müslimler: “Kemancı Niko, Kemancı Nazar, Kemancı Samırkaş’ın oğlu, sonradan Müslüman olup Şükrü adını alan ve 1934’de Mustafa Kemâl Paşa’nın Yozgat’ı ziyaretleri sırasında tertip edilen konserde sazende olan Kemancı Kör Seterek, Udî Kara, demircilik yapan ve sürmeli havasında oynayan Kemancı Kalusluoğlu.” meşhur sanatkârlardan bazılarıdır.

    Düğünleri sanatkârlar çalar ve nağmelerle coşkuya ahenk katarlarmış. Esnasında da  mahremiyete çok riayet edilir, çalıp söyleyen sanatkârlar ve düğüne gelen kadınlar arasına kalın bir perde çekilirmiş, kadınlar görülmesin diye!..

    Bir Geleneğe Hayat Vermek Ya da Sürmeli Bey ve Senem Hikâyesi

    Ruh hamurkârları tarafından gönülleri imar edilmiş yiğitlerin “gün akşama yaslanmadan” dile gelen sevdaları, “kahır götürmez yaralı yüreklere” tercüman olarak Sürmeli’de tebellür etmiştir. Bu mânâda, Bozok’ta tevatür bir hikâyenin adıdır Sürmeli Bey ve Senem hikâyesi. Şurası bir hakikattir, aşk hikâyelerinin en güzellerindendir Sürmeli Bey ve Senem hikâyesi. Sevdalar, Bozok ellerinde onun adında destanlaşır, ervah-ı ezeldeki takdir hükmünce. Tıpkı, Leylâ ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin gibi!.. Hikâye olunur ki:

    Sürmeli Bey genç, yakışıklı ve yağız bir delikanlıdır. Bir bey oğludur ve töre hükmünce beyin oğlu da beydir. Sürmeli Bey, kaderin bir cilvesi olarak küçük yaşta babadan yetim kalır. Gözleri de kudretten sürmelidir. Bu ilahî armağanla Sürmeli Bey diye şöhreti yayılmış bir Türkmen yiğididir. Sürmeli Bey, civar halkı tarafından çok sevilir ve yaylalarda sürüsünün peşinde günlerini geçirir “Hak’tan yozuna yoz katması” niyazı ile. Sürmeli Bey pîr elinden bâde içmiş bir âşıktır aynı zamanda. Sazından ve sözünden, yüreğinden kopup gelen içli nağmeler dökülür. An gelir, bir gönül yangınına düşer Sürmeli Bey. Rüyasında, Bozok yaylalarında kısmet gözleyen bir Türkmen güzeli olan Senem gösterilmiştir. Ezeldeki yazgı tecelli etmiştir. Senem’de rüyasında Sürmeli Bey’i görmüştür. Nerede karşılaşırlar bilinmez, karşılaştıklarında Sürmeli Bey ve Senem birbirlerini tanırlar. Bu karşılaşma ile yaman bir sevdanın ateşi tutuşur. Dönülmez bir yolda olan bu iki sevdalı kavilleşir, can pahasına dönmemesine. Sürmeli Bey, Allah emri ve Peygamber kavlince Senem’i babasından istetir ve firakın visale dönmesi için niyaza başlar… Gel gör ki, Senem’in babası, ceberrut ve mağrur bir Türkmen beyi olan Mestan Bey’dir! Mestan Bey, hanesinde misafir olan dünürcülerin lafı ağızlarında bırakır, gerçi yok demenin de bir yakışığı var, ama o, dünürcüleri tersleyip, geldikleri gibi gönderir. Koca Mestan, ısrarların artması üzerine: “O çocuğun umur-ı hâriciyesi zayıftır. Edebi, erkânı, töreyi ve misafir ağırlamayı bilmez. Ata olacak ki, umur-ı hariciye görsün de bellesin. Ben baba yetimine kız vermem. Daha söyletmen beni! Öyle her gelene verilecek kızım yok benim.” diye celâllenir ve kestirir atar. Mesele onun için açılmadan kapanmıştır artık.

    Sürmeli Bey, Hak Erenleri’ne müracaat eder; ağaları, beyleri, gün görmüş, umur görmüş ak sakallı kocaları Mestan Bey’e salar. Fakat nafile! Bir türlü olmaz hayır işi… Çok uğraşılsa da Mestan Bey’in gönlünü kimse yapamaz ve rızası alınamaz. İş, uzadıkça uzar… Sürmeli Bey dert sahibi olur ve sürüsünü bırakır. İçindeki yangın gün be gün artar, hicran ateşinde kavrulur!.. Yaylaların yükseklerinde gezerken, yolu Bozok’un en güzel yerlerinden Çamlık’a düşer ve Çamlık’ta Beş Çamlar’ı kendine mekân tutar. Burası bambaşka bir yerdir. Çamlar dahi ona sevdasını fısıldamaktadır. Sevdası, sazında söze gelen Sürmeli Bey, muhabbet ocağında yanar ve küle döner… Bir zaman böylece devam eder. Sürmeli Bey’in gönül yangını daha da artar. Çamlık’taki geyikler, kurtlar, kuşlar sırdaşı olur. Sürmeli Bey’in sevdası gönülden gönüle, kulaktan kulağa yayılmakta, söylediği nağmeler unutulmamaktadır. 

    Ve bir garip tecellî olur…  Sürmeli Bey, Çamlık’ın tepesinde Horasan Erenleri’nden Sarı Baba’nın sırlandığı Yatır’ın yakınında bir yerde derdini söylerken bir zuhûrat olur; bu zuhûrattan sonra ise sır olur. Bir daha da gören olmaz Sürmeli Bey’i… O gün bugündür Sürmeli Bey görülmemiştir… Senem’de gün be gün erir, için için yanar, dert, onu da tüketir. Ve nihayet nefesten kesilir. Mestan Bey’e de kızının acısı ve kahrı kalır… Gün görmüş, umur görmüş ak sakallı kocalar, ak pürçekli analar, böylece anlatırlar Sürmeli Bey ve Senem’in destanlaşan sevdasını!… Nesilden nesile…

    Yozgat Sürmeli Çeşitlemeleri

    Ortak bir şuurun eseri olan Sürmeliler, dinmeyen bir yürek yangınını, Sürmeli gözlerden çağıldayıp gelen göz yaşlarını ifade eder. Geleneğin sahih kıvamı, bu ifadenin tarzını bereketlendirmiştir. Ortaya çıkan nağmeler ise üslûp harikası bir güzellikler demeti olarak gönül hanesinin Sürmeli süsü olmuştur Bozoklu canlar için. Sürmeli denilince akla ilk gelendir Çamlık. Sürmeli Bey’in sır olup Kırklara karıştığı yer olan Çamlık, Âşık Kerem’den yadigârdır. En bariz vasıfları, şecaat, metanet, kanaat, muhabbet, mehabet, hasret, ciddiyet ve asalet olan muhabbet fedailerinin nasiplendiği ve nefeslendiği Bozok’ta ve erenler duası, pîrler himmeti ile adına Yozgat denilen “güler yüzlü şehir”de, sırrında sadık, ahdinde sabit olmak tabiî meslektir. Bu hâlete bürünmüş her bir yiğit, Soğluk Dağı’nda adına Çamlıkdenilen bir güzel mekânı ihtiyar eder. Çünkü Çamlık başı dumanlı yiğitler için derûnu aşikâre dillendirmek ve bambaşka bir hâletle mest olmak için en doğru tercihtir. İşte bunun tesiriyledir ki, “Çamlığın da başında bir tütün tüter, acı çekmeyen yüreği bütünlere” nisbet edercesine… her daim…

    Aynı zamanda Çamlık, Horasan Erenleri’nden Sarı Baba’nın Bozok diyarını kıyamete dek beklediği kutlu bir mekândır. Erenler himmeti ile gönülleri imar edilmiş edebten nasipli yiğitler ve Çamlık, iki sırdaştır. Bu mutahhar sır ile Çamlık, Sürmeli safâlar sürsün diye içli bir gönül nağmesi olarak Sürmeli olur yiğitlerin dilinde. Çamlık, aziz-i vakt olan müeddeb yiğitlerin nefeslendikleri bir atmosferdir ve “Yedi cerrah gelse iyi olmayan yaralara” dermandır, uşşaka tercümandır. İşte bu kavil üzre başı dumanlı Çamlık, hâlimizi arz ettiğimiz Yüceler Yücesi’ne bulunduğumuz niyazımıza, hâl diliyle “âmin” diyen bir sırdaştır adeta.

    Hikâye bu ya:                    

    Âşık Kerem, yaman bir hasretin divanesi olarak yollara düşer. Beraberinde, can yoldaşı, sırdaşı, dert ortağı Sofu olduğu hâlde, diyar diyar dolaşıp, sevdası ile yandığı Aslı Han’ı ararken Yozgat’a uğrar. Kurda kuşa, dağdaki geyiklere, hâlden bilen Âdem oğluna Aslı Han’ı sorar. Fakat bu suâline karşılık, sadrına şifa bir cevap alamaz. Âşık Kerem’e Aslı’dan bir haber veren çıkmaz. Bunun üzerine Âşık Kerem şöyle niyaz eder:

    Hey Erenler hangi derde yanayım

    Yitirdim Aslı’mı gören olmadı

    Pervaneye döndüm yandım tutuştum

    Yandım alevimi gören olmadı

    Kerem der ki dağ başına oturdum

    Derdim elli iken yüze yetirdim

    Lokman Hekim gibi cerrah getirdim

    Şu benim derdimden bilen olmadı

    Ve Âşık Kerem, Çamlık’ın bulunduğu dik yamaca bir fidan diker: “Bu çamdan nice çamlar filizlenir koru olur, sonra da hep bizi söyler, bizi fısıldar.” niyazında bulunarak Aslı Han’ın peşi sıra yollara düşer. Zaman gelir, dikilen fidan filizlenir, büyür ve Çamlık olur. Niyazın tahakkuku ise bir sürmeli safâ olur. O gün bugündür, hafif bir yel esse, Çamlık, sevda türküleri söyler, Âşık Kerem ile Aslı Han’ın hatırasını fısıldar. Çamlık’ta nefes aldıktan sonra Sürmeli çeşitlemelerine bir muhabbet nazarı kademli olacaktır:

    Bozok ve merkez noktası Yozgat, güçlü bir mûsıkî damarına sahiptir ve türküler, Bozoklu Türkmen’in hayatının nağmelerdeki adıdır ve her dem taze ve kendini yenileyen bir şuurun eseridir. Her bölgeden türkü çıkmaz. Hele Sürmeli hiç çıkmaz. İşte bu sebebin tabiî bir neticesi olarak: “Türkü Yozgat’ta doğar” denilmiştir.  Sürmeli çeşitlemelerindeki şiiriyet, mûsikîsindeki sade ve saf güzellik, bu müstesna eserlere ciddi bir ayrıcalık kazandırmıştır. Hemen hepsinde ortak olan hususlardan biri, bağlantı ve saza teslimlerde Sürmelim sözünün vazgeçilmezliğidir. Yozgat’ta yakılan ve yakan türküler arasında Sürmeliler gerçek bir türkü kılasiğidir. Her biri ayrı bir çilenin yansıdığı hikâyelerin mısralardaki destanıdır ve kendine has o müstesna üslûp içinde hâkimiyet tesis etmiş bir gönül nağmesidir. Geleneğe alem olmuş efsanevî Sürmeli Bey ve Senem hikâyesinden sonra, aynı billûr kıvamı takip ederek, zaman, yeni hikâyeler çerçevesinde yeni Sürmeli dörtlüklerinin doğuşuna şahit olmuştur. Sürmeliler, mevzu çeşitliliği bakımından bir hayli zengindir ve dörtlüklerden hareketle Yozgat şehir merkezinde, Kanak civarında ya da Bozok’un bir başka köşesinde Sürmeli’ye ait izler sürülebilmektedir. Yozgat türkülerinin tamamında Sürmelilerin ciddiyeti, muhabbeti, ağır başlı ama sade üslûbu göze çarpar. Her Sürmeli dörtlüğünde kendine has bir estetik ayrıcalık ve güçlü bir ifade gücü vardır.

    Bugün için elimizde tevarüs ettiğimiz zenginliğimiz olan Sürmeli dörtlüklerinin derlenmesi, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu yönetiminde bir ilmî heyet tarafından 1946’da yapılan ağız derleme çalışmaları sırasında Yozgat’tan Feyyaz Akgüller’den derlenen bir metinle başlamıştır. Ancak bu metin; bir kırkambar misali, anonim türkü sözleri, âşık tarzı ve kalem şuarasının izleri ve ağıt sözlerinin çok bariz bir yansımasıdır. Bundan sonrasında ise adeta mahallî bir hâfıza olan Yılmaz Göksoy (d. 1931 v. 2017), Tamer Önder, Prof. Dr. Bayram Durbilmez ve bilhassa “beş yüz” kadar dörtlüğü neşreden Ertuğrul Kapusuzoğlu tarafından devam ettirilmiş derleme çalışmaları millî folklorumuz için ciddî bir kazanımdır. 

    Sürmeliler Yozgat ve çevresinde bir çeşitlemedir: “Dersini almış da ediyor ezber, Sabahınan esen seher yeli mi, Yaz gelirse sarı çiğdem uyanır, Yozgat pınarında yudum elimi, Kanatlı kapının demir sürgüsü, Çamlığın başında tüter bir tütün, Hastane önünde incir ağacı, Yeşil ayna, Asker yolu beklerim, Bir çift turna gördüm, Eydim kavak dalını, Gam gasevet keder, Mihrican mı değdi…” ve daha pek çok nağme, ihtişamın zirvesinde taht kurmuş türkü klasiklerimizdir. Söze, sürme çekip Sürmeli çeşitlemelerinden bir demeti arz edelim: 

    Dersini almış da ediyor ezber

    Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler

    Bu dert beni iflah etmez del’eyler

    Benim dert çekmeye dermanım mı var

    Kaşın çeğmellenmiş kirpik üstüne

    Havada buludun ağdığı gizi

    Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış

    Yağmurun güllere yağdığı gibi

    Yozgad’ı sel almış Soğluğu duman

    Sıtkınan seviyom billâhi inan

    Ölüp de mezere girdiğim zaman

    Ben susuyum kemiklerim söylesin

    * * *

    Sabahınan esen seher yeli mi

    Benim gönlüm divane mi deli mi

    Durup durup yâr göğsünü geçirir

    Yoksa bugün ayrılığın günümü

    Gel yâr senin ile bir kavl edelim

    Kavilden karardan dönmemesine

    İkimiz bir dala yuva yapalım

    Başka daldan dala konmamasına

    * * *

    Yozgat pınarında yudum elim

    Kime arz edeyim garip hâlimi

    Gurbete yolladım nazlı yârimi

    Ya ben ağlamayım kimler ağlasın

    * * *

    Bir çift turna gördüm durur dallarda

    Seversen Mevlâ’yı kalma yollarda

    Sizi bekleyen var bizim ellerde

    Bizim ele doğru gidin turnalar

    Turnam dertli öttün derdimi deştin

    El vurdun yâremin başını açtın

    Eşinden m’ayrıldın yolun mu şaştın

    Bizim ele doğru gidin turnalar

    Fazla gitmen Deremum’a varınca

    Selâm söylen eşe dosta sorunca

    Sağ selâmet menziliniz alınca

    Benden yâre selâm edin turnalar 

    * * *

    Mihrican mı değdi gülün mü soldu

    Gel ağlama garip bülbül ağlama

    Felek baştan başa kimi güldürdü

    Gel ağlama garip bülbül ağlama

    Şakı benim şeyda bülbülüm şakı

    Bu dünya kimseye kalır mı bakî

    Sana da mı değdi feleğin oku

    Gel ağlama garip bülbül ağlama

    Gonca gül açılır har ile geçer

    Dertlilerin ömrü zar ile geçer

    Turâbî bîçâre serinden geçer

    Gel ağlama garip bülbül ağlama

    * * *

    Yaz gelirse sarı çiğdem uyanır

    Mor menevşe pembe güle dayanır

    Meyve bile dallarına güvenir

    Meyve dalı kadar hükmüm yoğumuş

    Sarı çiğdem mor menevşe zamanı

    Kaldır dağlar başındaki dumanı

    Yine geldi ayrılığın zamanı

    Ya ben ağlamayım kimler ağlasın

    * * *

    Gam gasevet keder yok olur gider

    Sevdiğimin cemâlini görünce

    Perişan gönlümü şen mamur eder

    Sevdiğimin cemâlini görünce

    Seversen Mevlâ’yı açma yâremi dost

    Gülüstan açılır şakır bülbülü

    Açılır bahçede tomurcuk gülü

    Medh-i yâri söyler şâd olur dili

    Gül yüzlümün cemâlini görünce

    Seversen Mevlâ’yı açma yâremi dost

    * * *

    Çamlığın başında tüter bir tütün

    Acı çekmeyenin yüreği bütün

    Ziya’mın atını pazara tutun

    Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler

    At üstünde kuşlar gibi dönen yâr

    Kendi gidip ahbapları kalan yâr

    Benim yârim yaylalarda oturur

    Ak ellerin soğuk suya batırır

    Demedim mi nazlı yârim ben sana

    Çok ayrılık tez ayrılık getirir

    At üstünde kuşlar gibi dönen yâr

    Kendi gidip ahbapları kalan yâr

    Ham meyvayı kopardılar dalından

    Beni ayırdılar nazlı yârimden

    Eğer yârim tutmaz ise dalımdan

    Onun için açık gider gözlerim

    At üstünde kuşlar gibi dönen yâr

    Kendi gidip ahbapları kalan yâr

    Yozgat yaylasında bir garip kuşum

    Elveda sizlere akrabam eşim

    Doymadım dünyaya onsekiz yaşım

    Onun için açık gider gözlerim

    At üstünde kuşlar gibi dönen yâr

    Kendi gidip ahbapları kalan yâr

    Yüküm kervan yükü savran gidiyor

    Sürmedim sefâyı devran gidiyor

    Ziya’m ciridine kurban gidiyor

    Onun için kapanmıyor gözlerim

    At üstünde kuşlar gibi dönen yâr

    Kendi gidip ahbapları kalan yâr

    * * *

    Hastane önünde incir ağacı

    Doktor bulamadı bana ilacı

    Baş tabip geliyor zehirden acı

    Garip kaldım yüreğime dert oldu

    Ellerin vatanı bana yurt oldu

    Mezerimi kazın kazın bayıra düze

    Yönümü çevirin sıladan yüze

    Benden selâm söylen o hayırsıza

    Başına koysun karalar bağlasın

    Gurbet elde kaldım diye ağlasın

    * * *

    Eğdim kavak dalını

    Döktüm yapraklarını

    Nazlı yâre ayırdım

    Gönül konaklarını

    Haydi yavrum çınarım

    Dallarına konarım

    Bir kötüye düşersem

    Ahretece yanarım

    Portakal dilim dilim

    Gel otur benim gülüm

    Ne dedimde darıldın

    Lâl olsun ağzım dilim

    Haydi yavrum çınarım

    Dallarına konarım

    Bir kötüye düşersem

    Ahretece yanarım

    * * *

    Yıldız akşamdan doğarsın

    Dağlara boyun eğersin

    Ben gibi yâr mı seversin

    Doğmayaydın mavi yıldız

    Yıldızlardan ürüşansın

    Benim gibi perişansın

    Yârdan bana bir nişansın

    Doğmayaydın mavi yıldız

    (Yozgat mûsıkî geleneği içinde Sürmeli Çeşitlemelerimize dair geniş bilgi için bakınız. S. Burhanetin Kapusuzoğlu, Bozoknağme-Yozgat’a Güzelleme, İstanbul 2015, s. 166-183.)

    Hâsıl-ı Kelâm: Geleneğe Tâbi Olarak Turnalarla Yozgat’a Saldığım Selâm

    Şiir, nazlı bir sanat dalıdır ve âhenkle kelâma can vermektir. Duygular, en iyi şiirde sırlanır. Söylenebilecek olanın kâfi miktarda kıvamından ibarettir. Ötesi mi? Söz orda sükût eder. Memleket şiirleri, hasretin gurbet ocağında hârlanmasından dolayı başka bir mânâ ifade eder. Hele de Yozgat’sa konu, mânâ, resm-i geçit yapar âdeta.

    Nihânî (S. Burhanettin Kapusuzoğlu) mahlası ile söyleyip Turnalarla hâlleştiğimiz bir dilbestemizle söze mim çekelim:

    Turnalara Söylediğimdir

    Yâdı gönlümdedir nâmı dilimde

    Gidip arz eyleyin hâli turnalar

    Bîzarım haylidir firkat nârında

    Ne desem yetişmez kâli turnalar

    Yolun uğrat Kerbelâ’nın çölüne

    Kûfe sahrasında Necef Gölü’ne

    İmam Ali’m Şâh Hüseyn’im yoluna

    Boyun büküp deyin belî turnalar

    Basra ile Bağdat meskendir yâre 

    Hazreti Pîrlerin himmeti çâre

    Sâdatlar tuttu mu düşürmez nâre

    Dermandır yaraya balı turnalar

    İçin çeşmesinden âb-ı hayâtı

    Kuşanın meydan-ı Hak’ta pusatı

    Alın eşiğinde Yozgat ruhsatı

    Koklan gülistanda gülü turnalar

    Bizim elde Yazır Dağı’n geçtikçe 

    Derdim tazelenir yaram deştikçe

    Şanlı Yozgat hatırıma düştükçe

    Akar gözlerimin seli turnalar

    Çamlık’lı yaylalık yüce dağlarım

    Kanak bıcağında durur bağlarım

    Bülbüle imrenip durmaz ağlarım

    Koktukça Yozgat’ın gülü turnalar

    Geçerken Yesevî deryasın haylan 

    Sultân Emîrce’me çok selâm söylen

    Orada eğleşip hoş niyaz eylen

    Gözetin erkânı yolu turnalar

    İçip suyunuzu koca Kanak’tan

    Battal’ın düzüne bakın uzaktan

    Erenler himmetle korur tuzaktan

    Paşaköy’de Yâkup Velî turnalar

    Dedikhasanlı’dır rahmet gölünüz

    Şâkir-i Velî’me çıksın yolunuz

    Gönül âbâd edip Hakk’ı biliniz

    Uzatsın da himmet eli turnalar

    Soğluk’un üstünde alınız destûr

    Edep erkân ikrar yazılı düstûr

    Lutf-ı Hak kandırır hep kılar mesrûr

    Estikçe muhabbet yeli turnalar

    Ahmed Şevkî Sultân Erenler Şâhı

    Himmet ocağıdır muhabbet mâhı

    Halil Fevzî ol katarın penâhı

    Bağladım pîrlere beli turnalar

    Bir zaman hâlimce doldurdum çile

    Şâhın bahçesinde tutkundum güle

    Gözümün gördüğü bir gelse dile

    Gönül evi hasret dolu turnalar

    Nihân’a gurbeti salık verdiler

    Deli gönül Abdal oldu iniler

    Tenhada âh çekip derdin yeniler

    Esiyor Yozgat’ın yeli turnalar

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.