MEB’nin resmî sitesinden “sözleşmeli öğretmen” kadroları için adaylara mülakat (sözlü sınav) duyurusu yapıldı. Başvurular 31 Mayıs 2024 tarihinde bitti. Adaylar 1 Temmuz 2024 tarihinden itibaren 20 ilde mülakata alınacak.
Bilindiği gibi eğitim öğretim okullarda üç temel unsurla yürütülüyor. Fiziki alt yapı, (okul, derslik, laboratuvar vd.), müfredat ve öğretmenler. Herkes hemfikirdir ki; eğitim-öğretimin en önemli unsuru öğretmenlerdir. Bu nedenle öğretmen yetiştirme ve donanımlı öğretmenlerin istihdamı özel bir öneme sahiptir.
Bu gerçekler esas alınarak MEB 20 ilde yapacağı mülakatla 60 bin öğretmen arasından 20 bin yetkin öğretmeni belirleyecek. Adaylardan ilk ön şart olarak eğitim fakültesi veya öğretmen yetiştiren diğer fakültelerden mezun ve pedagojik formasyon almış olmaları aranacak. İkinci ön şart ise ÖSYM’nin yaptığı Öğretmenlik KPSS’den (genel kültür, alan bilgisi ve öğretmenlik bilgisi) aldıkları puana göre ilgili alandaki kontenjanın üç katı içinde yer almaları gerekiyor. Bu yıl ataması yapılacak 20 bin kontenjan için yaklaşık 400 bin öğretmen adayı arasından 60 bin aday mülakata alınacak.
Öğretmen seçiminde adayların lisans başarı düzeyleri hiç dikkate alınmamaktadır. Kanaatimce bu önemli bir eksikliktir. Bu yıl yapılacak uygulamada ÖSYM’nin üç farklı alanda ve üç oturumda yaptığı sınavın katkısı %50 alınırken 45 dakikalık sözlü sınavın katkısının da %50 olarak alınacağı açıklandı. En az dört yılın ve onca sınavların emeği %50, 45 dakikanın performansı %50. Bu uygulama ölçme değerlendirmede yeni teknik olsa gerek, alan uzmanları böyle karar vermiş! Mülakat hakkı kazanan öğretmen adaylarının KPSS puanları genelde birbirine çok yakın. Yapılacak sözlü sınavda bir alan içinde; il farklı, jüri farklı, konu farklı, gün farklı, saat farklı, adayın sınava girme sırası farklı olacak. Bu kadar farklılık içinde objektif bir sıralama mümkün mü? Mülakat formunda adaydan 18 maddeye 45 dakikada cevap arama gibi bir zorluğu artık ifade etmeyeyim! Bu şekilde bir ölçme değerlendirme ile objektif bir sıralamanın yapılabilirliğini ben imkânsız görüyorum. Çok sayıdaki sübjektifliklerden bir tanesini açıkça ifade edeyim: Bu sınavda aynı alanda A jürisinin 70 puan verdiği bir adaya göre daha kötü performans gösteren bir başka adaya B jürisinin 80 puan vermesini kontrol edebilecek veya engelleyecek hiçbir mekanizma yoktur. Bu farkta KPSS puanı daha yüksek adayın elenmesine sebep olabilecektir. Görüştüğüm hiçbir eğitimci bu sözlü sınavın yapılmasını doğru bulmuyor ve objektif bir sıralama yapılacağına da inanmıyor. Bu sınavın sonuçlarının birçok tartışmayı gündeme taşıyacağını şimdiden görür gibiyim. İnşallah yanılırım.
Mevcut durumda öğretmenlik eğitimi almış yüzbinlerce gencin yaklaşık %5’ i öğretmen olabilecek. Geri kalan ve her biri en az 22 yaşına gelmiş bu gençlerimiz nerede istihdam edilecek. Yani mevcut istatistiklere göre öğretmen adaylarının %95 atanamayacaktır. Öğretmen adaylarının yaklaşık 300 bini doğrudan öğretmen yetiştiren Eğitim Fakülteleri mezunu. Bu aday öğretmenler ya işsiz kalacaklar ya da başka bir sektörde çalışma fırsatı bulacaklardır. Yıllarca emek verilerek öğretmenlik alanında eğitim alan bu gençlerin işsiz kalması veya eğitimlerinin dışında bir alanda istihdam edilmeleri insan kaynağımızın israfı değil mi?
Her çağda öğrenci sayımıza okul çeşitlerine ve branşlara göre öğretmen ihtiyacına ait istatistikler mevcut iken, ihtiyaca göre öğretmen yetiştirmenin planlanması çok zor olmasa gerek! Konunun bir tarafı YÖK diğer tarafı MEB. Sayın Bakan Tekinin ifadesi ile bu iki kurum arasında hiyerarşik bir bağ yok. Doğru hiyerarşik bir bağ yok. Ancak bu iki kurum arasında öyle bir bağ var ki biri diğerinin varlık sebebi. Nasıl mı? MEB, YÖK çatısı altındaki üniversitelerde öğrenim görecek öğrencileri (az sayıdaki yabancı uyruklular hariç) yetiştirmekte. Üniversitelerde MEB’e öğretmen yetiştirilmekte.
Sözün özü; MEB, YÖK ve diğer ilgili Bakanlıklar ve kurumlar eğitim öğretimi, ihtiyaca göre gerekli nicelik (sayı) ve donanımda eleman yetiştirmek üzere planlamaları gerekli. Nitekim son günlerde en üst düzey yetkililer (Bakanlar) gençlerin meslek eğitimine yönlendirilmesine dikkat çekmekte. Bu bağlamda MEB, Üniversite ve özel sektör iş birliğinde eğitim yapılması öngörülmekte. Ancak bu şekilde, en önemli varlığımız, insan kaynağımız israf edilmemiş olur.
Her meslek kendi bağlamında önemlidir. Fakat öğretmenlik ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Çünkü geleceği inşa edecek nesilleri öğretmenler yetiştiriyor. Öğretmenlik donanım ve bilgi gerektirir, ancak öğretmenlik sevgi ile ve fedakarlıkla yapılabilir. Bizim öğretmenlerimizin yaptığı gibi (1).
Peki öğretmen nasıl olmalıdır? Bu soruya cevap olarak Prof. Dr. Sayın Bayramali Nazıroğlu’nun makalesinden (2) bir kesiti olduğu gibi aktarmak istiyorum. “…hem İslam eğitim geleneğinde hem de Osmanlı toplumunda bir öğretmen için şart koşulan kişisel niteliklerin en önemlilerini özetlemek gerekirse; iyi niyet, meslek sevgisi, ilme ve ilim adamına saygı, adalet, objektiflik, sabır, hoşgörü, affedicilik, ağırbaşlılık, alçak gönüllülük, şefkat, merhamet, espri anlayışı, esneklik, tutarlılık, iyimserlik, koruyuculuk, bilgi, inanç ve davranış bütünlüğü şeklinde ifade etmek mümkündür”. Bu görüşe katılmamak mümkün mü? Kanaatimce Cumhuriyet döneminde bu nitelikler istisnasız aranmış hatta bu niteliklere; Vatanın bütünlüğüne, Bayrağa, Cumhuriyet ilkelerine ve kazanımlarına, Demokrasiye bağlılık gibi nitelikler de eklenmiştir. Günümüzde öğretmenlerde önemli bir nitelik olarak, milli ve manevi değerlere bağlı olmak en azından saygılı olmak aranmalıdır.
Bir sonraki yazım kaybettiğimiz öğretmen yetiştirme geleneğimiz ve bugüne yansıması hakkında olacaktır. Sağlıkla kalın
Ömer Akbulut Haziran 2024.
1) https://www.maarifinsesi.com/bizim-ogretmenlerimiz-serpil-ve-hamdi-ogretmen/
2) NAZIROĞLU B (2015). Osmanlı’da Öğretmenlik Anlayışı Üzerine Bir Değerlendirme Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 1: 1-10.
Hocam kaleminize sağlık. Çok güzel açıkladınız.