Çocuklar, insanlık tarihi boyunca geleceğin yetişkin adayları olarak bilinmektedir. Bu kavramı ifade ettiğimiz zaman çocuk, henüz bedensel ve ruhsal açıdan olgunluğa ulaşmamış bireyi temsil eder. Bu bireyler, ailenin en çok kıymet verdiği fertlerinden bir tanesidir. Masumiyetin yegâne temsilcisi olan çocuklar, tertemiz bir saflıkla tüm insanların geçmişte en çok özlem duyduğu sureci kapsamaktadır. Tarihsel sürece baktığımızda “çocukluk” dönemi ülkelerin içinde bulunduğu coğrafî yapıya, kültürlerine ve toplumsal dönüşümlerine göre farklılık göstermektedir. Tarih boyunca bazı dönemlerde çocukların kaderlerini, cinsiyetleri ve statüleri belirlemiştir. Bu anlamda değerlendirdiğimizde çocukluk anlayışının eski dünyanın benimsediği ilkelere göre değişiklik gösterdiğini söylemek mümkündür.
İlk çağlarda çocukluk
İnsanlık tarihinin ilk döneminden itibaren bütün ilkel toplumlar göçebe yaşamı benimsemiştir. Bu sebeple dünyaya gelen her birey hayata tutunabilmek için çocukluktan yetişkinliğe büyük bir mücadelenin parçası olmuştur. İnsanlığın bu döneminde yiyecek bulmak, güvenliği sağlamak, vahşi hayvanlar ve kötü hava şartları ile mücadele etmek, en büyük öncelikler arasındaydı. Bu sebeple ilkel yaşamın bir parçası olan çocuk, kız/erkek fark etmeksizin dönemin şartlarına göre hayatını sürdürmek zorundaydı. Hatta bazı zamanlar yetişkin bir birey ile aynı seviyede iş yaparlardı. İnsanlığın bir bütün olarak yaşam sürmeye başladığı yani yerleşik hayata geçtiği dönemde çocukların ve diğer tüm bireylerin yaşam şartlarında büyük değişimler meydana geldi. Milletlerin ve coğrafyaların oluşması yeni kültürlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu yeni düzen insanlık tarihi için önemli bir dönüm noktası oldu.
Türk-İslâm kültürü ve çocuk
İslâm öncesi dönemde Türkler için çocuk, aile hukuku açısından oldukça önemliydi. Çünkü geleneksel yaşamı benimseyen Türkler, toplumu ayakta tutan en önemli araç olarak töreyi görmekteydi. Töre, milletlerin tarih sahnesine çıktığından itibaren düzen, kural ve yaşayış biçimlerinden oluşmuş yazısız kurallar bütünüdür. Töre sosyal ilişkileri düzenler, millî ve dinî değerleri gözeterek otorite sağlar. Her toplum coğrafî yapısı, inanç ve değer yargıları kapsamında kendine öz töreler oluşturmuştur. Türk milleti için büyük bir önem arz eden bu kurallar, toplumu ayakta tutan yapı taşıdır.
Bir milletin töresinin yaşatıldığı, devletin en küçük ve en önemli birimi ailedir. Devlet yapısına bakıldığında aile düzeni ne kadar sağlam temeller üzerine inşa edilmişse, devlette o denli sağlam bir zeminde olur. Ailede anne ve babadan sonraki en önemli unsur çocuktur. Türklerde nesli devam ettirdiği için çocuklara çok önem verilirdi. Çocuk sahibi olmak son derece kıymetliydi. Onun terbiyesine ve yetişmesine dikkat edilirdi. Türkler, çocuk eğitimi konusunda oldukça hassaslardı. Hayata en iyi şekilde hazırlanması adına çocuğu bilinçlendirirlerdi. Eski Türklerde çocuğa küçük yaşlardan başlayarak töre bilinci aşılanırdı. Hareketli yaşam tarzları sebebiyle at binme, savaş ve avcılık eğitimine büyük önem verirlerdi.
Eski Türklerde çocuk eğitiminin başlangıç noktası isim vermekti. Doğar doğmaz anne ve babanın bebeğe verdiği isim gerçek isim değil geçici isim olurdu. Çocuk, büyüdükçe kabiliyetine veya toplum içerisinde gösterdiği yararlılığa göre kalıcı ismini kazanırdı. Ait oldukları boyun beyi veya din adamı tarafından verilen bu gerçek isim sayesinde bağlı olduğu boyun da üyesi kabul edilirdi. Dede Korkut destanlarında, gösterdikleri yararlılıktan ötürü kahramanlara asıl isimleri Korkut Ata tarafından verilirdi. Dirse Han’ın oğlu, karşısına çıkan bir boğayla dövüşüp onu öldürdükten sonra “Boğaç” adını almıştır. Bay Büre Bey’in oğluna ise bezirgânların malını soygunculardan kurtarması üzerine “Bamsı Beyrek” adı verilmiştir. Toplumda genelde kahramanların isim almaları 15-16 yaşlarına girdikten sonra olurdu.
Destanlarda ve anlayışlarda oluşan isim verme geleneğinde hep kahramanlık figürü ön plana çıksa da gerçek ismin daha sonraki yaşlara bırakılması eğitim ve öğretim açısından büyük önem taşımıştır. Bu durum çocuğun gelişimini gözlemlemek ve modern eğitim sisteminin bir benzeri olarak becerilerine göre bir mesleğe veya bir alana yönelmesini sağlamak içindi.
Toplum başlı başına bir okul
Türklerde eğitim ve öğretim teoriden çok hayatın bir parçası olarak pratik bir hâl almıştı. Türk toplumunda kız çocuğunu anne, oğlan çocuğunu ise baba hayata hazırlardı. Anne çocuğa toplum içerisinde bulunmanın gereği olan âdâb-ı muaşeret kurallarını öğretirken, baba daha çok teknik yani meslekî bilgileri aktarırdı. Okulların bir kurum olarak varlığı bilinmese de eski boy yaşantısında bazı mekânların eğitim alanına tahsis edildiği bilinmektedir.
Türk eğitim ve öğretiminde esas maksatlardan birisi toplum içerisinde yaşama kuralları ile hayatta başarıya götürecek bilgiyi öğretmekti. Eski Türklerde eğitim kültüre dayalı bir şekilde gelişirdi.
Türk toplum yapısında liyakat babadan oğula geçmezdi. Bu nedenle Türk eğitim sistemi daima kendisini yaşatacak insan tipini yetiştirmiş, her çocuğa yerini kendisinin kazanma mecburiyeti sunmuştur. Henüz ayakta durabilecek bir Türk çocuğunun yanında eğerlenmiş bir at bulunurdu. Geleceğin Türk savaşçısı daha çocuk çağında eğitimlere başlardı. Gelişime açık Türk toplumunda birey çocukluktan itibaren aldığı eğitimi, bilgisi ve becerileri sayesinde askerî ve sivil bürokraside görev alır, en tepe noktalara kadar yükselebilirdi. Netice itibariyle sivil ve askerî hayatın bir arada olduğu eski Türklerde, yaşam şartları sebebiyle dünyaya gelen çocuklar için bulundukları toplum başlı başına büyük bir okuldu.
Çocuk her yerde tarihin her döneminde çocuktur fakat kadim Türk milletinin ayakta kalabilmesinde en büyük etki destanlarla büyütülen ve destanlardan aldıkları ilhamla oyunlar oynayan iyi yetiştirilen Türk çocuklarıdır.
Nezaket Rümeysa Köse
Hüma Dergisi, Sayı:16