Az söylemek, öz söylemek öteden beri takdir edilen bir kabiliyettir. Azdan kasıt kelimenin taksîr edilmesi ile mananın teksîf edilmesidir. Divan şiiri geleneğinde berceste mısralar bunun için yazılmıştır diyebiliriz.
Ber-ceste, Farsça birleşik bir kelimedir ve “yukarı sıçramış”, “öne çıkmış” manasına gelmektedir. Türkçede, bir şiirde mısralar arasından sıyrılarak öne çıkan, diğer mısraların ötesine geçen ve akılda kalan sözler için bir sıfattır. “Berceste mısra” ismiyle anılan bu sözlerin çoğu zaman söyleyeni dahi unutulmuş ama kendileri dilden dile dolaşarak atasözleri gibi yaygınlaşmıştır.
Bercestelerde mana kadar ifade de kalıcılığı sağlayan bir unsur olarak göze çarpar. İşte bu yüzden, “şah mısra”lar olarak da bilinen özel dizeler, divan şiirinin yüzyıllar boyunca hafızalarda iz bırakmasına ve günümüze kadar ulaşmasına vesile olmuşlardır.
Berceste mısralar kesretten vahdete, çokluktan birliğe ulaşmayı hedeflemiş bir medeniyetin ve kültürün fertleri olarak bizim hayatın maksadıyla mısranın maksudu arasında bağ kurmamızı kolaylaştırmaya da hizmet etmişlerdir. Bu yüzden, fikir ve his dünyamızdan süzülerek kelimelere dökülen bercesteler, damıtılmış birer damladır bizim için.
Örneğin,
Hâlini bilmez perîşânın perîşân olmayan (15. Yy.)
diyen Ahmet Paşa, bu berceste ile insanın kendi başına gelmedikçe başkasının derdini anlamayacağını özetlemektedir. Bir başka ifadeyle zor durumda olan birine hak verebilmek için aynı durumu tecrübe etmek gerektiğini vurgular.
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi (16. Yy.)
Bu mısra, dönemin padişahı Kanunî Sultan Süleyman’ın (Muhibbî), büyük bir güç ve saltanata rağmen sağlığın her şeyden daha değerli olduğunu vurgulayan manidar mesajını içerir. Mısradaki “bir nefes sıhhat” ifadesi, sağlığın, hayatın devamı için ne kadar vazgeçilmez olduğunu anlatan bir öğüttür.
Hasmın sitemini anlamamak hasma sitemdir (17. Yy.)
bercestesi ise, hayatımızdaki düşmanlar veya sürekli sitem ederek dostlarını taciz eden insanlara karşı Nef’î tarafından söylenmiş “koruyucu tedbir” mahiyetinde bir tavsiyedir. Burada, insanın ruhî sağlığını koruyabilmesi için dışarıdan gelen baskıları göz ardı etmesi gerektiğinin altı çizilir.
Geçmiş zamân olur ki hayâli cihân değer
Söyleyeni bilinmediği için söylendiği zamanı da bilinmeyen bu berceste de en az diğerleri kadar zamanlar üstüdür. Çünkü her vakitte geçerli olabilecek bir mana taşımaktadır. Berceste, mazinin ve mazide özlenen hatıraların hayalini kurarak onları yad etmenin insanda dünyaya bedel güzellikte bir his uyandıracağını söylemektedir. Nitekim insan öyle anlar yaşar ki bütün bir ömrünü sadece o ana adayabilecek ölçüde bir sevinç, bir mutluluk ve huzur hissetmiştir.
Hevâyî’nin bercestesi ise büyük olan kabahatler üzerinedir:
Eski meseldir âşık mızrâk çuvâla sığmaz (17. Yy)
Ufak tefek, kıyıda köşede, görünmeden, göze batmadan işlenen kabahatler içinde yaşadığınız toplumun gözüne batmayabilir. Ancak, bazı cürümler vardır ki onları saklamanıza imkan yoktur, bir şekilde kendini açığa çıkarır ve size ele verir. Bu berceste de bir kabahat işlemeden önce iyice düşünmeyi ve eninde sonunda onun açığa çıkacağını hesap ederek mümkünse ondan vazgeçmeyi telkin eder.
Ne ararsan bulunur derde devâdan gayrı (18. Yy.)
Bu bercestemiz, İkinci Mahmut’un hekimbaşısı Abdülhak Molla’nın da yaptığı gibi önceleri ecza dolaplarının ve revir kapılarının üstüne yazılıp asılan bir latifedir. Buna göre, insan hayatında karşılaşılan zorlukların veya sıkıntıların bir şekilde çözülebileceğini ancak derdin yani psikolojik veya manevi sıkıntıların veya çaresizliğin devasının bulunamayacağını ifade eder. Burada bedeni hastalıklara veya maddî problemlere bir çözüm olabilecekken ruhî acıların veya derin üzüntülerin ilaçla veya dıştan müdahaleyle geçirilemeyeceği anlatılmak istenmiştir. Dert, esasında divan şiirinde aşk hastalığına da işaret eder ki çaresi yoktur.
Görüldüğü üzere, sözü aza indirerek manayı çoğaltmak ve yoğunlaştırmak eskilerin mahareti olup bercesteler bunun sanata edebiyata dökülmüş halidir. Bercesteler, kelâmı ile zevk-i selîmimize hitap ederken manası ile de akl-ı selîmimizi tatmin eder. Bu sebeple, “eğer maksûd eserse mısrâ-ı berceste kâfîdir” diyen Koca Ragıp Paşa, yeri geldiğinde bir mısra ile dahi ortaya bir eser konulabileceğini, tek bir mısranın büsbütün bir esere takabül edecebileceğini söylemektedir. Ezcümle, sözlüklere, kitaplara, ansiklopedilere sığmayacak sayıda olan bercestlerle aslında az sözle çok mana ifade etmenin mümkün ve muteber olduğu anlatılmıştır.
Bu durumda bize “cümlenin maksûdu bir amma rivâyet muhtelif” demek düşer, vesselam…