Gençliğimizde pek sık karşılaşırdık “Bir derdin mi var birader?” sorusuyla , özellikle de lise yıllarında. Caddede, sokakta yürürken, parkta gezerken ya da otururken kendisine külhanbeyi havası vermiş, döşü-bağrı açık, boyunda zincir, elde sallamalık tespih, omzunda ceket, kolları yarı sıvalı, ayakkabısının da ökçesine özenle basan, en az üçü-beşi bir arada gezen gençler sorarlardı bu soruyu dişlerine ve gözlerine kestirdiklerine “haddini bildirmek” için. Hani onlara göre delikanlılığın güya raconuydu bu. Eğer cevap “hee, ne olmuş birader, derdim sensin” ya da “ne var ulan!” tarzında bir tonda geliyorsa bu üfürükten, toplama delikanlılar biraz tırsar, “yok ya, bir şey yok da, işte öylesine vs” gibi kaçamak laflarla “daha bela” birine bulaşmadan işi tatlıya bağlar, çeker giderlerdi. Yok karşı taraf “abi ben önüme bakıyordum, derdim falan yok” tarzı alttan alma moduna girerse de bu zavallı kurbanlar en hafifinden birkaç okkalı küfür, biraz darpla ya da temiz bir dayakla muhatap olurlardı. Yani gücü gücü yetene idi. Yetersizliğin, eğitimsizliğin, maçoluğun, bir baltaya sap olamamışlığın ürünleri idi bu tipler, yani hepimizin günahıydılar aslında…
Asıl soruya buradan çıkarak geliyorum. Bir derdiniz mi var birader? Bir derdimiz var mı değerli kardeşlerim. Biliyorum, cevapları çok ve çeşitli bu sualin. Kimi hasta, kimi yaşlı, kimi de borçlu, kimi evinden, eşinden, oğlundan, kızından, kardeşinden, anasından, babasından, komşusundan, arkadaşından dertli şu geçici dünyada. Her yönüyle huzura, mutluluğa gark olmuş kimseye rastlamadım bu güne kadar. Bu nevi dertler hepimiz için elbette, hepimizi kuşatmakta ve inancımıza göre de her bir sıkıntımız sabır şartıyla ebedi âlemde saadetlere, meserretlere dönüşecek inşallah.
Benim sorumun cevabı bunlar da değil. Gerçekten bir derdimiz var mı? Gerçekten dertlenmemiz gereken dertlerle mi dertleniyoruz? Hayata dair, kulluğa dair, etrafımızda yaşanan ve değil insana taşa bile yapılsa tahammül edilemeyecek muamelelere maruz kalan biçarelerin hallerine ve istikballerine dair bir derdimiz, endişemiz var mı? Kalplerimizde muhabbetin, tevazuunun, edebin, şefkatin, ihlâsın,
nezaketin, letafetin, şecaatin yerini alan kin, haset, öfke, gurur, kibir, zulmetme gibi duygularla nasıl başa çıkacağımıza dair bir derdimiz var mı?
Elbette kalbi Allah (cc) için çarpan, yüreği insanlığın dertleriyle yüklü manevî önderler buna çareler aramış, doğru kaynaklardan beslenen hissiyatlarını gönüllere nakşetmeye çalışarak neyin değerli olduğuna, neyin gerçekten dert olup, neyin olmadığına dikkat çekmeye ve insanlığı doğru mecralara yönlendirmeye gayret etmişlerdir. Ancak toplumdan şöyle bir uzaklaşıp, hallerimize uzaktan saf bir gönülle baktığımızda görülen manzara maalesef hiç de iç açıcı değildir. Elbette emekler boşa gitmemiştir, ancak bu misyonu üstlenen ya da üstlendiğini iddia edenlerin sayısının çokluğuna, bu konudaki neşriyatın çok fazla sayıda ve eskiye oranla çok daha kolay ulaşılabilir olmasına, bunlara ilâveten bir sürü görsel ve yazılı medya kaynağının bulunmasına, bu amaçla hizmet eden yüzlerce eğitim kurumu, yurt, vakıf, dernek olmasına rağmen bunların ürünlerinin istenilen, amaçlanan, arzu edilen ahlakî vasıf ve erdemlere sahip olamamasının bir an önce irdelenmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla dert belli, derman belli iken soru sayısı da azaldı ister istemez. Acaba yol, yöntem mi yanlış. Yoksa gerçekten kendileri her türlü dünyevî hırs ve heveslerle dolu iken, kendi nefislerini terbiye edememiş birileri (ehil olanlarını tenzih ederiz) diğer insanların nefislerini terbiye etmeye mi kalkışıyorlar da ürünler pek verimli olamıyor. Yaşanılanlar bir ya da birden fazla oyun mu? Yazarlarının hususiyetlerine ve niyetlerine vakıf olamadığımız bir tiyatro mu seyrettiriliyor bizlere?
Acaba bizim gibi yazar-çizer takımı bu yaşananların neresinde? Yıllar yılı neler neler yazıldı, çizildi, söylendi, anlatıldı hak namına, hakikat namına. Ya yazılanlar gerçeği yansıtmıyordu tam manasıyla ya da yazanlar, samimiyetten biraz da uzakçasına, sadece dağlar gibi sözler yığmış, biriktirmişlerdi dünden yarına. Umarım aklı başında ve sorumluluk sahibi insanlar bir araya gelirler de çok kapsamlı bir çalışma ile “nerede hata yaptık”, “problemler nedir”, “nasıl düzeltebiliriz” konularına açıklık getirir ve sonrasında da geçen yazımızda belirttiğimiz “ufak dünyevî hesapları” bir kenara bırakıp, mesuliyetlerinin gereğini yerine getirirler. Neyin, nasıl revize edilmesi gerekiyorsa bir an evvel ihlâsla, samimiyetle bu yapılmalı. Yoksa bir yandan bir sürü emek boşa gideceği gibi, gelecek de, gelecek nesiller de avuçlarımızın arasından kayıp gidecek, yüzlerce birim emek verdiğimiz tarlalardan emeğimize nispetle çok az ürün alabileceğiz. Biz bu vebali çekeriz diyorsanız, hiç kimseye bir sözüm yok. Çünkü benim uğraşacak, tedaviye muhtaç “bir değil, beş değil, çok derdim var birader”