Yeni yeni etrafını, kendini tanımaya başlayan bebeklere ‘’hani burnun, hani gözün, hani kulağın soruları hep sorulur’ bilirsiniz. O da farkına varmanın mutluluğu, öğrenmenin tadıyla büyük bir özgüvenle elini sorulan azalara götürür. Ah ne de şendir ne de sevimli…
Büyüdükçe insan ‘hani kalbin’ sorusuna çokça muhatap olsa ya…
Hani o sol tarafımızda tik- tak ritmini işittiğimiz ikili ses. Birçok kelimeye uyarlayarak varlığını her an hissetsek keşke (biz- siz, sen -ben, yaşıyorsun- yaşıyorum) gibi.
Yaşamak fark etmektir’ dedik ya, mevsim yoklaması yaptı dün kalbim. Hayatımda kırk sekiz bahar yaşadım.
1971 ilkbahar+
.
.
.
2019 ilkbahar+
Hepsinin hanesine artı koydum. Kaç çiçeğe dokundum, kaç sabah sevinçle uyanıp koştum işime gücüme, sayması güç. Baharlar heyecan oldu da hep, bir bahar atladı ömrümüz işte.
Yoklama :2020 ilkbahar(-) yok
‘’Ey aziz ilkbahar geç kâğıdı alıp yine gelsem dedim’’ yok. Koca üç ay -mart nisan mayıs- hatta haziran! İçlerine karışamadığım öğrencilerim, aile, eş dost kalabalığım, mesire, park, bahçe, çiçek, böceğin acı sessizliği, kalan oldu ruhuma.
Yaşamak fark etmekse; ben bu bahar hem yalnızlığın kıymetini hem çoğul yaşamanın kıymetini fark ettim! Lakin bu bahar çocuklar arıların iğnesinden haberdar olamadı, okuldaki Nazlı eşeleyemedi karınca yuvalarını, uçurtmaları okşayamadı gökyüzü.
Daha acısıydı kaybettiklerimiz. Nefesimizi tutup bekledik her gün, dünyayı abluka altına alan virüsle hastalar ölmesin, sağlıklarına kavuşsunlar diye. ‘’Bugün bilanço kaç oldu deyip’’ takipte kaldık, sağlık bakanımız Fahrettin Koca’yı aralıksız. ‘Allah’ım nefes ver ‘’dedik hastalara, aldığımız nefesin idrakini ilk kez bu kadar fark ederek belki…
Sahi ya nefes tutup beklerken kendiliğinden alınan nefesin kıymeti değil miydi farkındalık şimdi de. Entübe bir hayat yaşamadığımız için, dolu dolu aldığımız her nefesin farkında olarak yaşamak ne büyük lütuftu ölüm bizi bulmadan önce. Madem böyle bir imtihanla yüz yüze geldik, kayıp olan nice şeyi yeniden aramaya koyulma enerjisi yüklenmeli değil miydik …
Yaşamak fark etmekse; söz vermeli değil miydik kalbimize? İçerden çıkamadığım pand(emi) günlerini ‘’unutma emi’’ diyerek, yok sayıldığım baharı telafi adına; daha çok ırmak geçeceğim, daha çok papatya derip, gül koklayacağım. Hanımeli dizili sokakları bir boydan bir boya adımlayacağım. Yağmurda ıslanıp koşamadığım tarlalara, bahçelere yol alacağım. Daha çok bakacağım önüme arkama sağıma soluma demeli değil miydik, sobelenmeden.
Kibrit kutusu binaların, pirinç tanesi kadar pencerelerinden gök yüzüne bakmak nasıl da acı verdi bana deyip, bağlı bahçeli uçsuz gökyüzülü yerlere gidip ‘’buralar böyle kalsın boğmayın binalara ‘’demeli değil miydik artık?
Yaşamak fark etmek idiyse; kendi mahsulüm, yiyeceğim, içeceğim için ve en doğalı için mücadele etmem daha kuvvetli olmalı değil miydi?
Artık evde herkes öğretmen kadrosuna taşındı hem mecburi hem gönüllü. Ben çocuğumu dünyaya getirirken onun ilk öğretmeni olmayı göze almamış mıydım zaten. Unuttuğumuz fark etmeyi fark ederek yaşamaya başlamalı değil miydik artık?
Karantina günlerinde, ihmal ettiğimiz aslında en çok olması gereken ev içi eğitimiyle çocuklarımızın daha çok farkına vardık. Okul sürecini evden tamamladık. Hayat ve kendimiz arasındaki mesafeleri, çocuklarımızla olan mesafeleri ev içi yürüyüşlerimizle kısalttık. Bu bağlara somut anlamlar yükledik çocuklarımızla. Sınavlara hazırlandık kapı dışarı çıkmadan. Bir yoklama idi belki bu da ilişkilerimize.
Bu anlam arayışları içinde yine evlerimize dönüyoruz. Evlerimizdeki şarkılara şiirlere, oyunlara. Eve dönmek kadar güzel duyguları, yine o evlerin içinde tanıdık ve tanımalı idik. Evin duvarları, okulun duvarları, bahçe duvarları şehirlerin, kasabaların, ülkelerin duvarları kaynaşır gönül duvarlarının zemininde. Tutunacak dallarımız olur, mesrur eyler…
Dişimin ağrısında doktora gidemeyişimi, başucumdaki markete saatli gidişim veya hiç gidemeyişimi silinmez kalemle yazmalı değil miydik, sabah işime koşamayışımı, yeni aldığım elbiselerimi giyemeyişimi, ayakkabılarıma dokunamayışımı ve daha neler neler. Sahip olduğumuzu sandığımız nice şeye uzaktan bakmak acısıyla sahiplikten öte şahitlik için geldiğimiz dünyanın bize ait olmadığını, unuttuğumuzu fark etmek.
Yaşamak fark etmek ise; kımıldayan yaprağa da iyi bakmalıydı kalbim, döne döne düşen yaprağa da. Uçan kuşa da tele takılana da.
‘’İyi bak etrafına ne varsa’’ dedi gönlüm. Bir bahar gittiyse ömründen onu bundan sonraki mevsimlere ekle, kat. Ekle kat kat… Katlı yaşa, katlayarak yaşa. Kâh çoğaltarak, kâh katlayıp içine! Seni huzursuz eden ne varsa, katla.
Yaşamak fark etmek idiyse; iyi bak etrafına. İyi yaşa,
Kendine iyi bak, kendin ki koca bir dünyasın.