Çocukluğumda İSTANBUL MAARİF KİTAPHANESİ yayınları arasından çıkan Fuzulî’nin Hadikatü’s Sueda adlı eserini edinmiştim. Kerbela şehitlerini anıyordu. Naşirler ya da yayıncılar başlığın günümüze nasıl uyarlanması gerektiğini hususunda tereddüde düşmüşler. Başlık ‘Saidler Bahçesi’ anlamına gelse de onlar bunun anlaşılamayacağını nazarı dikkate alarak başlığı Saadete Ermişler Bahçesi olarak belirlemişler. Bu uyarlamada karar kılmışlar. Zamanla kelimeler veya kültür pazarında kelimeler yer ve kalıp değiştiriyor. Ya tedavüle çıkıyor ya da tedavülden kalkıyor. Sözgelimi bundan 40- 50 yıl önce müspet hareket dediğinizde genel olarak herkesçe anlaşılırdı. Müspet, herkese hitap ediyordu. Lakin yerine pozitif kelimesi kullanılmaya başlandı. Pozitif kelimesi müspet kelimesini gölgeledi. Bazen kerhen de olsa yerleşen ve taban tutan yeni kelimeleri kullanıyorsunuz. Böyle bir durumla Sakarya’da karşılaştım. Kayınbiraderin çocuklarından birisinin serzenişiyle karşılaştım. Bana yazılarımı okuduğunu ama- kullandığım kavramları ve isimleri kastetmiş olmalı – Arapçaya kaçan kayan kelimeler yüzünden pek anlayamadığını söyledi. Bunun nedeni yazılarım günlük kalıpta olsa da aslında geniş bir zamanın ürünü olması. Bir sistematiğin ve ağın parçası olması. Güncel ama günlük değil. Düzenli takibi olmayanlar bunları anlamakta zorlanır. İslam kültüründen bahsediyoruz. Onun kıvrımlarına giriyoruz. Bu nedenle de yazdıklarım hakkında ön fikri olmayanlar yazılarımı anlamakta zorlanabilirler. İsmet Özel’in deyimiyle yazdıklarımız tahrirat vazifeleri. Yine de hadiseler doğrultusunda muhatap kitleyi dikkat alarak yazmak zorundayız. Bu da bize fazladan bir külfet yüklüyor. Günü ıskalamadan geçmişi de kuşanmak! Bu açıdan mümkün mertebe yaşayan kelimeleri kullanıyoruz.
Ben de Ersin Nazif Gürdoğan’ın vefatıyla alakalı değerlendirmeyi yazarken ve başlığı seçerken çok zorlandım. Bir an kararsız kaldım. Bir müspet adamın portresi mi desem yoksa bir pozitif adamın portresi mi? Sonunda ‘bir pozitif adamın portresi’ başlığında karar kıldım. Elbette bu yöndeki tartışmaları dindirmiş olmadım. Sadece kelimeler arasında geçici bir ateşkes sağlamış oldum. Zira pozitif ifadesi istesek de istemesek de müspet kelimesinin yerini almış bulunuyor. Bu müspet kelimesini unutalım anlamında bir çağrı değildir. Lakin bir de vakıa var. Arapların gramerde kullandıkları bir ifade var: Edatların birbirinin yerine geçmesini ‘Halle mahalle’ ifadesiyle anlatırlar yani yerine geçme ifadesi kullanılır. Beğensek de beğenmesek de eski ve yeni kelimeler arasında da böyle bir dönüşüm olmuştur. Kelimelerin değişimi kültürel dönüşümü de beraberinde getiriyor. Bu açıdan çok masum değil. Ama kainatın mayası böyle. Ortada sosyolojik bir vetire haline gelmiş, sizin tercihinizi aşan bir durum var.
Kelimelerin dönüşümünü aşarak mevzuya gelecek olursak: Bu yazıda Ersin Nazif Gürdoğan ile alakalı gözlediğim önemli bir ayrıntıya değinmek istiyorum. Yedi Güzel Adamın sekizincisi olduğuna dair değerlendirmeler var. Yine İskender Paşa ocağından yola çıkarak, tekke kültürünü görünmeyen üniversiteye benzetmiştir. Bu doğru olmakla birlikte aynı zamanda güncel bir kullanımdır. Yoksa benzeri muhitler zaten ocak olarak tabir edilmektedir. Kavramı ve kullanımı güncelleştirmiştir. Ocağı akademi haline getirmiştir.
Benim bahsetmek istediğim özel yönü ise pozitif bir yazar olmasıdır. Kötü yönlerin iyi yüzünü görebilme becerisine sahip olmasıdır. Bu bazen itirazlara da konu olmuştur. Halbuki Gazali’nin ifadesiyle leyse bi’l imkan ahsene mimma kane. Bundan daha güzeli bulunamazdı. Bununla birlikte günümüzde iki ekol yapıcılık veya müspet hareketle anılmaktadır. Risale-i Nur ile Müslüman Kardeşler. Her ikisinde de müspet hareket kuralı vardır. Hukukta da delilleri sanığın lehine kullanma diye bir kural vardır. Bu tarzı yazılarında sık sık kullanan ve aksettiren kişi ise Ersin Nazif Gürdoğan olmuştur. Malumu i’lama gerek yok, camiamızın tanınan simalarından birisiydi. Kitaplarının yanında güncel makaleler de kaleme alıyordu. Merhum Mehmet Doğan’ın akıllarda kalan şaheseri Batılılaşma İhaneti ise Ersin Nazif Gürdoğan’ın kendisiyle anılan ve ismine alem olan şaheseri Görünmeyen Üniversite kitabıdır. Mehmet Zahit Kotku, Allah’ı tanımayan ya da bilmeyen adam cahildir demiştir. Zira ilim diye zırvalamaktadır. Bunlar sadece cahil değil kainatın hiyerarşisini bozduğundan dolayı aynı zamanda zalimdirler. Habbeyi kubbe yapmışlardır. Allah’ın sıfatlarını ya tabiata atfetmiş ya da mahlukatına vermişlerdir. Bu ise kainatın merkezi düzenini ve işleyişini zedelemekte ve tersyüz etmektedir.
Velhasıl Ersin Nazif Gürdoğan bizim kuşakta az görülen bir haslete sahiptir. Bu da müspet düşünce merkezli bir insan oluşudur. İstikbale dair umut doludur. Gelişmeleri şerre yormaz. Ortam ne kadar karanlık olursa olsun oradan umut tomurcukları devşirir. Nitekim müspet düşünce sonucunda Bediüzzaman kainata şöyle haykırır: “Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!” Umudun kaynağı Allah’tır. Gelişmeler hep hayra yorulur. Bizim kültürümüzde de bu eğilim baskındır. ‘El hayru fima vakaa’ veya ‘el hayru fima ahtarallah’ denilmiştir. Hayır olandadır. Kur’an kadere pozitif anlam yükler. Len yüsibena illa ma kad ketebellahu lena. Bize ancak lehimize yazılanlar yetişir, isabet eder. Bazıları Allah’ın sıfatlarından olan ön bilgi veya kaderden dolayı insanın mecburiyet tahtında olduğunu söyler. Tam da Şeyhülislam Mustafa Sabri bu noktaya parmak basmıştır. Kaderle ilgili bir risalesinin başlığı şudur: Mevkifu’l Beşer tahte sultani’l kader. Kaderin otoritesi altında beşerin durumu. Madem ki bu kainat yokluktan var edildi o halde onu var eden ilk bilgiye de son bilgiye de, kademeli bilgilere de haizdir. Yoksa acze düşerdi. Ara safhalarda insan oğluna veya kainatın işleyişine müdahale ediyor mu yoksa işler ezelden kurgulandığı gibi mi gidiyor? Kıyamet olduğuna göre işleyişin bir öncesi ve sonrası ve sistematiği olmalıdır. Ezeli planın sektirmeden işlediğini söyleyebiliriz. Gelişmeler ezelde tayin edilen akışa uygundur. Bu kaderi negatif olarak anlamamızı gerektirmez. Kötülük tebei ve cüz’idir. Şer olmasaydı kainatın düzeni tek düze olurdu. İnsanın yaratılmasına gerek kalmazdı. Mevcutlar yeterli olurdu. Eski kayıtlarımızda kötülük var ama kötümserlik loktur. Allah bes baki heves. Allah var gam yok.
Mustafa Özcan