“Mehmet Âkif’in yetişmesi, gençlere bir örnek olarak anlatılmaya lâyıktır.” sözünün İstiklâl Marşı şairimiz, merhum Mehmet Âkif için söylenen sözler içinde önemli bir yeri vardır.
Şair, yazar İbrahim Alaeddin Gövsa’nın bu sözünden hareketle birtakım kîlükâle aldırmadan; doğumunun üzerinden 150, vefatının üzerinden 87 yıl geçen İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Âkif’in yetişmesini (nasıl yetiştirildiğini, kendini nasıl yetiştirdiğini) ve örnek kişiliğini gençlerimize çok iyi anlatmamız gerekiyor.
Çünkü on beş yaşında babasını kaybeden, ardından evleri yanan Âkif’in “acıların çocuğu” hâline gelmeden, çalkantılı dönemlerin olumsuz etkisinde kalmadan yetişmesi, kendini yetiştirmesi ve kişiliği, gençlerimize kıymetli bir yol haritası olabilecek niteliktedir.
Pek çoğumuz Mehmet Âkif’in İstiklâl Marşı’nı yazdığı için büyük ve meşhur bir şair olduğunu düşünürüz. Bu doğrudur, lakin onu anlamak ve anlatmak için yeterli değildir.
İstiklâl Marşımızı niçin “ancak” o yazabilmiştir? Çünkü onu yazabilecek yetenek, beceri ve birikim onda bulunuyordu. Bu yüzden İstiklâl Marşımızı ancak Âkif gibi müstesna bir şair yazabilirdi ve ancak o yazmıştır. Önemli şahsiyetlerin de hemfikir olduğu bu konuyu İstiklâl Marşımızın yazıldığı dönemde yaşananlardan ve yarışmaya nasıl iştirak ettirildiğinden anlamak mümkündür.
Âkif’i unutulmaz yapan hususlar; zenginlik, mal mülk, mevki makam, sahip olduğu herhangi bir güç, otorite veya şöhret de değildir. O, yetişmesi (yetiştirilmesi, kendini yetiştirmesi) ve kişiliğiyle örnek özelliklere sahiptir. Onu tanımak İstiklâl Marşı ile sınırlı kalmamalı, başlıca örnek kişilik özellikleri de çok iyi bilinip genç nesillere aktarılmalıdır.
Şöyle ki, her şeyden önce Âkif; inanan, inancının gereklerini tam anlamıyla yerine getiren bir şahsiyetti. Çünkü Müslümanlığın tam yaşandığı bir ailede doğup büyümüş, çocukluğundan itibaren millî-manevi değerlere bağlı olarak yetişmiştir.
Özü ve sözü, eylemleriyle söylemleri (hâl diliyle kâl dili) birdi. O, inandığı gibi yaşayan, yaşadıklarını gerçekçi bir şekilde dile getiren, örnek bir fikir adamı ve şairdi.
Mükemmel bir okuyucuydu. Sadece okumakla yetinmez, arkadaş ve dostlarıyla okuma grupları oluşturarak kitap okuturdu. Okumadığı gün yoktu. Araştırmayı severdi. Küçük yaşlardan itibaren Muallakat, Şems-i Mağribî Divanı ve İbnü’l-Fârız’ı Arapça; Hafız Divanı, Bostan-Gülistan, Mevlâna’nın Mesnevi’si ve diğer eserlerini, Fuzûlî’nin Leyla ve Mecnun’unu Farsça; Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Alphonse Daudet, Emile Zola gibi yazar-şairlerin eserlerini Fransızca orijinallerinden okumuş; Arapçadan kitap tercümeleri yapmıştır. Aynı zamanda dönemin önemli şair ve yazarlarını da (Ziya Paşa, Namık Kemal, Muallim Naci, Abdülhak Hamid…) okumayı ihmal etmemiştir.
Yabancı dil bilirdi. Arapça, Farsça ve Fransızcayı bu dillerde yazılmış pek çok eseri ve gazeteleri okuyup anlayacak, not alıp sözlüğe bakma gereği duymadan tercüme edecek kadar iyi biliyordu. Bu dilleri kendi gayretiyle öğrenmişti. Ord. Prof. Dr. Fazlı Faik Yeğül, Âkif’in İstanbul’da Arapçayı iyi bilen dört kişiden biri olduğunu aktararak Farsça ve Fransızcasının mükemmelliğinden bahseder. Âkif, aynı zamanda hem Osmanlı, hem Cumhuriyet döneminde Türkçeyi en iyi kullananlardandır ve çok güzel el yazısı vardır.
Spor ve sanatla ilgilenirdi. Şair kişiliğinin yanında spor ve sanatla da yakından ilgilenen Âkif; güreş, yürüyüş, koşu, yüzme, gülle atma, atlama gibi spor dallarıyla meşgul olmuştur. Müzik dinlemeyi sever. İstediği gibi çalamasa da neye sevdalıdır ve Neyzen Tevfik’ten ney dersleri almıştır.
Azimli, gayretli, çalışkan ve mücadeleciydi. Çocukluğundan itibaren hayatın zorluklarıyla mücadele eden Âkif, hayatının her döneminde gayreti ve çalışmayı elden bırakmamıştır. Başladığı Mülkiye Mektebinden babasının vefatı üzerine ayrılarak kısa sürede meslek sahibi olup ailesinin geçimini sağlamak amacıyla mezunları hemen işe başlatılacak, istihdam garantili Baytar Mektebine gitmiştir.
Dostluğa büyük önem verirdi. Ahmet Hamdi Akseki’nin, hakkında “Sevdiğini tam severdi, sevmediğini de öyle” dediği Âkif, insanlarla olan dostluğunu kişilerin ‘toplumda yüzeysel saygınlık sağlayan’ özelliklerine göre değil, karakterine göre belirlerdi.
Mevki makama, mal mülke ve şöhrete tamah etmezdi. Her dönemde, görevde ve işte mal mülk, para, makam, imtiyaz, üstünlük peşinde koşmamıştır. Nurettin Topçu, Âkif’i “Hayatı ile eserini birleştiren, münzevi, devlet ve ikbal mevkilerinden uzak duran bir şahsiyet” olarak ifade eder. Ona göre bu üç özellik, büyük insanların özelliğidir.
Vatanını ve milletini severdi. Onun vatanını ve milletini ne kadar sevdiği, şiirlerinden, yazılarından, sanat anlayışından, verdiği mücadeleden, İstiklâl Marşımızdan ve yazılışı sırasında yaşananlardan anlaşılmaktadır.
Sözün özü: Mehmet Âkif, güzel ahlak sahibiydi. Alçak gönüllüydü. Dünyalıklara önem vermezdi. Sade ve gösterişten uzak yaşardı. Dilinde yalan ve argo barındırmazdı. Dinine bağlı, samimi, ibadetlerine özen gösteren bir Müslümandı. Kur’an’ı güzel okuyan, Kur’an’a anlamıyla vakıf bir hafızdı. Peygamberimize saygısı sonsuzdu. Haksızlığa tahammülü yoktu. Haksızlıklar karşısında dik dururdu. Her zaman mazlumların yanındaydı. İletişim dilini çok iyi kullanırdı. Kanaatkâr, cömert ve iyilikseverdi. Onurluydu, kimseye minnet etmezdi. Samimiydi. Vefalıydı. Verdiği sözü tutardı. Onurluydu. Daima ümitvârdı. Beklemeyi ve bekletmeyi asla sevmezdi. Kendisini seven sevmeyen herkese güven telkin ederdi. Şaka ve yergileri inceydi. Doğayı severdi. Sağlam bilgi sahibiydi. Bilime meraklıydı. Eğitim öğretim işlerine kafa yorardı.[1]
İşte bu nedenlerden dolayı Mehmet Âkif; sadece İstiklâl Marşı şairi olarak değil, örnek özellikleri ve erdemleriyle de gençlerimize anlatılmalıdır.
Mustafa USLU
[1] Ayrıntılı bilgi ve örnekler için bakınız: Hakkın Sesi Mehmet Akif, Mustafa Uslu, Erkam Yayınları
Mustafa hocam, çok güzel özetlemişsiniz. Paylaşımınız için teşekkür ederim. Öğrencilerim ile ilk programda Akif’in bu özelliklerini paylaşacağım. Allah’a emanet olun.
“… Mehmet Âkif’in yetişmesini (nasıl yetiştirildiğini, kendini nasıl yetiştirdiğini) ve örnek kişiliğini gençlerimize çok iyi anlatmamız gerekiyor.
…”
Eski öğrencilerimden hatırı sayılır parasal getirisi ve itibarlı bir mesleği olan bir arkadaş Fehmi Koru’nun bugünkü yazısını gönderdi. Fehmi Koru’yu öyle dikkatle, rikkatle ve ilgiyle okuduğum yıllar çok geride kaldı. Ama sırf okudum demiş olmak için okudum.
Bu burada bir dursun
Ortaokul ve lisede ödevin dışında kitap okuduğum söylenemez. Üniversitede bir miktar. Çok düzenli, disiplinli bir okuma olmadığı için ona da kitap okudum denilmez.
Ancak 1980 yılından bugüne kadar hem görsel medyayı takip ettim yani haberleri hem yazılı medyayı yani gazeteleri ve dergileri hem de TV’deki tartışmaları. Bütün bunlardan hiç uzak kalmadım.
Dolayısıyla siyaseti yakinen takip ediyordum. Gerçi bizim kuşak hep öyleydi.
Yaşım oldu 66. Son 50/55 yılın siyasi tüm figürlerini tanırım. Tıpkı Fehmi Koru’nun bugünkü yazısında geçen isimler gibi.
Artık gözümde büyük diye insan kalmadı. Dün o büyüklerin büyüklükleri, benim küçüklüğümden kaynaklanıyormuş meğer desem hilâf-ı hakikat olmaz.
Abdullah Gül 2007 yılında cumhurbaşkanı olunca “her şey çok güzel olacak” demişti. Daha sonra anladım PKK sorununu çözme iradesinin olduğundan ve olacağından.
2013 yılında başlayıp 2015 yılında sona eren Barış ve Çözüm Süreci için PKK’yı kuran, büyütüp besleyen ve bugüne getirenler müsaade edecek mi diye düşünmüşüm hep. Bir diğer ifade ile PKK yöneticilerinin iradesi kendi iradeleri miydi de böyle bir karar alacaklardı?
Bu da burada bir dursun.
Zeynep Oral 02 Aralık 2023 tarihli Cumhuriyet’teki köşesinde şöyle diyordu:
”
… Nereden mi biliyorum? Kendimden. Pir Sultan Abdal’ı, Nâzım Hikmet’i, Enver Gökçe’yi Ahmed Arif’i okumasaydım belki haksızlığa bunca karşı çıkmazdım. Aziz Nesin’i okumasaydım gözlemciliğim belki bunca bilenmezdi, ülkem insanını.
…”
Bu da burada bir dursun. Az kaldı bağlayacağım konuyu.
Geçenlerde şiir dersi verecek Türkçe bölümü mezunu bir arkadaşa evinizde Safahat var mı diye sordum. Yok, demesin mi?
Üstelik bu arkadaş imam hatip mezunu. Buyur buradan yak.
Şimdi Zeynep Oral’ın yazısına ve o cümlesine tekrar dönelim. “okumasaydım belki haksızlığa bunca karşı çıkmazdım.”
Evet, onların rol modelleri var orada söylendiği gibi.
Peki, ya bizim! Önce kendimizin, sonra evlatlarımızın, daha sonra da torunlarımızın rol modelleri kim/ler ve var mı zulme karşı duyarlılık anlamında bir bilinç ve eylemleri?
Bunlara zulümle, haksızlıkla ilgili bir ayet, bir hadis, birkaç da şiir söyle dense bilirler mi?
Zulme karşı bir duruşu olmayan her kimse ister namazlı abdestli olsun, ister solcu, ister milliyetçi, ister şucu, ister bucu. Hepsi aynı kapıya çıkar.
Bunu öğrenmem için yarım asır geçmesi gerekiyormuş.
Hülâsa-i kelâm çok doğru dersin Mustafa Uslu Hocam. Mehmet Akif Ersoy’u bu milletin evlatlarına tanıtmamız gerek.
“… Mehmet Âkif’in yetişmesini (nasıl yetiştirildiğini, kendini nasıl yetiştirdiğini) ve örnek kişiliğini gençlerimize çok iyi anlatmamız gerekiyor.
…”
LĂİK İLKESİNİ GERİ GETİREREK
Kiymetli hocam ,farklı bir bakış açısı ,muhteşem bir yorum olmuş .Kaleminize ,yüreğinize sağlık