Deniz Akkaya’nın 16 yaşındaki kızıyla yaşadığı kavga basına yansıdı ve önemli bir yarayı deşti. Bu yara derin sosyolojik bir yara. Ailenin çatırdamasıyla alakalı. Sorun, kesinlikle ferdi seviyeden ziyade sosyolojik bir seviye ve düzeyi ifade ediyor. Sadece Deniz Akkaya’yı değil bütün aileleri ve onun ötesinde bütün toplumu ilgilendiriyor. Buna nesil yabancılaşması da denebilir. Nesiller birbirinden kopuk hale geldi. Deniz Akkaya, kızı ne istedi de vermedi? Yediği önünde yemediği arkasında misali. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ezbere ve tersyüz bir yöntem uyguluyor. Saldırganı koruma altına alıyor saldırıya maruz kalanı ise yüzüstü bırakıyor. Çareleri, çaresizlik! Burada tılsım ve ezber bozuluyor! Deniz Akkaya’yı koruma altına alacağı yerde saldırgan tarafı, kızı Ayşe’yi koruma altına alıyor! Bu da gerçeklerin bir vadide bakanlığın ise başka bir vadide olduğunu gösteriyor. Muhafazakar çatı altında bile olsa İthal kanunlarla veya anlayışla toplum ancak bu kadar yönetilebilir! Sil baştan bu normları kadim geleneğimizi de dikkate alarak yeniden düzenlemek gerekiyor! Bu yanlış tedavilerden dolayı da ülke nüfusu ilk defa gerileme safhasına girmiş durumda. Seven değil nefret eden bir toplum haline geldik!
Aynı zamanda bu durum kıyamet alametleriyle doğrudan alakalı ve bu alametleri haber veren hadis mucizesini akla getiriyor. Hadisin ışığında, yaşadığımız vakıayı daha iyi anlayabilir ve teşhis ve teravisinde daha aktif rol alabiliriz. Milliyet gazetesi tam da bu durumu yansıtan konuyla ilgili bir başlık kullanmış. Farkına varmadan bir hadisi aktarıyorlar: Aileleler için ciddi bir tehlike: Çocuklar evde ‘patron’ oldu. Bu tamamen bir hadis metninin gazete diline uyarlanmasında ibaret. İmam Nevevi’nin Kırk Hadisine naklettiği hadis esasında hadis külliyatından Müslim tarafından tahriç edilmiştir. Hadiste çobanların müteahhit haline geleceği haber verildiği gibi annelerin patronlarını doğuracakları da haber verilmektedir. Orjinal ifadesi şudur: En telide’l emetu rabbeteha. Geçmiş asırlarda bu ibareyi okuduğumuzda henüz sosyolojik olarak vakti gelmediğinden olmalı, manasını pek kavrayamıyorduk. Bize bilmece gibi geliyordu. Bugün ise Milliyet gazetesinin başlığına yansıdığı gibi sosyolojik bir çığır ve vakıa haline gelmiştir.
Eskiden çocuğu ailenin merkezine oturtacak bir kültürel atmosfer yoktu. Zira evde baba otoritesi henüz sağlam ve yerinde duruyordu. Sadece baba otoritesi değil aynı zamanda anne ve ötesinde sokağın ve öğretmen otoritesi de yerli yerinde idi. Anne baba veya veliler çocuğunu okula teslim ederken ‘eti senin kemiği benim’ ifadesi kullanırlardı. Bu entegre bir otorite idi. Şimdi ise otorite boşluğu var.
Otorite ve disiplin küresel anlamda kırıldı, aşındı. Bize de yansıdı. Margaret Thatcher başbakanlığı döneminde okullarda otoriter davranışı onaylıyordu. Lakin onun ve benzerlerinin duruşu demode oldu. Okul, baba ve ona bağlı anne otoritesi de sarsıldı, aşındı.
Çocukerkil aile üzenine ya da düzensizliğine geçiş!
Aile içinde rollerin değişimiyle alakalı yeni trende çocukerkil aile düzeni diyorlar. Babaerkil aile düzeninden anaerkil ya da ademi merkezi bir aile düzenine geçilmesiyle birlikte sorunlar yumak haline geldi.
Aile bütünlüğü sarsılınca çocukların sürekli kendi isteklerini yaptırmaya çalışan bireylere dönüşebileceğine dikkat çeken Dr. Çiğdem Yektaş, “İyi ebeveynlik adı altında çocuğu şartlar ne olursa olsun memnun etme çabası var. Gücü elinde tutan, henüz gelişme sürecini tamamlayamamış, akran kabulü ve onayına sonuçları ne olursa olsun uyum sağlamaya çalışan, duygu ve davranış eğilimi bozuk ya da zayıf bir çocuk nesli var karşımızda. Burada yanlış olan, gücü elinde tutan değil gücü ona karşılıksız veren aile. Terapi odalarımız, çocuğa verilen bu orantısız gücün sonuçları ve örnekleriyle dolu” ifadelerini kullanıyor.
Yıllarca biriken bireyselleşme eğilimi sonucu herkes kendi imtihanıyla baş başa kaldı. Başkalarının ürettiği sorunların da üstesinden gelme durumuna düştü. Eskiden sorun aşırı otoriterleşmede idi şimdi ise otoritesizleşmede. Nitekim bir deyim bunu güzel izah ediyor: Bir şey haddini aşarsa zıddına döner. Aile düzeni ve birliğinin bozulması ve insanların sorunlarla baş başa kalması çaresizliği de beraberinde getiriyor. Böylece yuvarlana yuvarlana yaşadığımız duruma düştük. Eskiden şöyle derlerdi: Fazla şefkat maraz doğurur. Şefkatin ve utanmanın da bir haddi ve dengesi var. Bu dengeler aşılınca yarar zarara dönüşür. Fazla acırsan acınacak hale düşersin deyimi de kadim deneyimleri yansıtıyor. Nitekim öyle olmuştur. Savaş ortamında doğan nesiller katı olmuşlar ve çocuklarını da buldukları şartlara göre yetiştirmişlerdir. Sonraki ara nesil ise atalarından aldıkları katı terbiyeden çocuklarını muaf tutabilmek için gevşek davranmışlar bu da bağları gevşetmiştir.
Konuyla ilgili soruları cevaplayan Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Doç. Dr. Çiğdem Yektaş, “Günümüz ebeveynlik pratiği çocuğa olması gereken hakların çok ötesinde haklar vererek karar verme ve davranışlarının sonuçlarını göze alabilmekle ilgili tersine dönmüş asimetrik bir ilişki sunuyor. Bu çocuğa ‘Dünya ben ve benim isteklerimden ibaret’ mesajı vermekte” diyor. Prof. Dr. Acar Baltaş’ı da anne babaların çocukları yanlış sevdiklerini vurguluyor. ‘Empatinin fazlası disiplinsizlik yapar’ diyor ve ekliyor ‘ayağına taş değmesin’ gibi dualar ters tepebilir.. Aile içinde ahengin kaybolması üzerine çocukların ebeveynlerinden rol kaptıkları ve azman hale geldikleri de bir gerçek. Bunun telafisi için ailedeki rol dağılımının yeniden düzenlenmesi ve fıtri haline iade edilmesi gerekiyor. Çözüm, dengeyi kaybettiğimiz yerde aramaktır.
Dengesiz bir nesil doğurduk. Bunun çözümü aileyi bütün fertleriyle yeniden kucaklamak, toparlamaktan geçiyor. Dağılan aileyi yeniden bir araya getirmek, aile bireylerinin kaybolan otoritesini geri kazandırmak çözüme giden en kestirme yoldur. Baba baba, anne de anne olarak kalacak. Çocuklar da ailenin tamamlayıcı üniteleri.
Mustafa Özcan