Üstad, önce şu hususa dikkat çeker: Bu olan biteni tesadüf sanma.
“Sakın ha gelişigüzeldir, tesadüfidir” deme. Tüm bunlar planlı ve şuurludur. Ve tek hedefe yöneliktir: Türk milletini çökertmek. Onu asıl hedefinden alıkoymak. Davasını unutturmak. Hedefte sen varsın. Mesele, seni hakikatten kaçırmak.
Bir şer ittifakı yüklenir bütün bunları ve daha neleri! Bu ittifakta, bozgunculukta kimler yok ki?
Neticede insanımız, toplumumuz ve teşkilatımız yani devletimiz büyük yaralar alır. Ve bütün cepheler illetli, bozuk, istikrarsız, karmakarışık bir hal alır. Böylece kurumsal yapılarımız da işlevlerinin dışına düşer:
Böyle bir manzara ayakla başın yer değiştirdiği her tür sapkınlığın kol gezdiği manevi dokunun delindiği hatta sahte veliler enflasyonunun yaşandığı güne döner. Manzara bu: Ana-baba günü!
Durum Üstad’ın bir şiirinde (Aman) bütün boyutlarıyla harikulade bir şekilde resmedilir. Ondan bazı mısralar alıyorum:
AMAN
Aman efendim, aman!
Galiba âhir zaman!
Manzarası yurdumun,
Tufan gününden yaman!
Türk evi delik deşik;
Yıkı dökük hânüman.
…
Anne çocuk doğurur,
Köpek soyundan azman.
Beyinler zıpzıp kadar,
Mideler koskocaman.
…
Silah küfrün belinde,
Küfrün elinde, ferman.
Genç adam, at yorganı!
Sana haram, uyuman!
Aman, efendim aman!
Efendim, aman, aman!
Neticede Necip Fazıl’ın hükmü şudur: Bir arsa düşünün! Asırlardır odun yığınları doldurulur. İstif üstüne istif. Ve bu yığınlar her türlü dış etkiye yağmura, kara, çamura dahası Garb’ın kanalizasyonlarına açık.
Bu yığınlar ne ola ki? Acı ama gerçek. Bunlar sensin. Senin birikimin, senin değerlerin, senin köklerin ve tüm müktesebatın!
Böyle bir ameliye ile yapılan başlangıçta da vurgulandığı üzere gelecekte zuhur edebilecek bütün “oluş”lara set çekmektir. Hiçbir müspet oluşa imkan vermemektir.
Bu manzara karşısında Üstad üzülür, acı duyar ama çareler aramadan da geri durmaz. Tek ve esaslı çare insan yetiştirmektir. Tarihi maceranın beşinci safhasını idrak edecek, buna göre mesuliyetini iliklerine kadar duyacak insan. Yani gençlik.
O dönemde Üstad’ın dışında böyle bir gençliğe maya çalacak olan bir Allah’ın kulu yoktur. Bu ulvi, yüce dava onun omuzlarındadır. Necip Fazıl bu durumu şöyle dile getirir:
“Biz bir kuytu köşede hafif, tek bir kıvılcımız. Nereden geldik? Hangi velinin mangalından sıçradık? Hangi müminin fenerinden damladık? Hangi mustaribin sigarasından düştük?”
Dava, bu yığını ebedi oluş hummasıyla yakmak. Biz, bütün pislikleri yiyen, silip süpüren ateşe aşığız!
Allah’ı, Sevgilisini seven bu son, tek kıvılcım üzerinde titresin. Onu muhafaza etsin. Alıştırsın, geliştirirsin, üflesin ve Allah’ın lütfedeceği mucizeyi beklesin” (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü, İstanbul, 2015, 560-561).
İşte gençlik bu ateşi, aşk ateşini, hakikat ateşini alevlendirecek, geliştirecek, tüm yığınları cayır cayır yakacak olandır. Bu aydınlık, bu milletten başlayarak, bu milleti, devleti tekrar nizam-ı âlemin nazımı haline getirecektir. Böyle bir “oluş” dünya için de bir şans, bir aydınlanma, bir kurtuluştur. Genç bunu, omuzlayandır. Genç buna varlığını adayandır. Ömrünü Hak ve hakikat ocağını tutuşturma yolunda feda edendir. Şimdi, Üstad’ın bu manada inşa etmeye çalıştığı gençliğe daha bir yakından bakalım.