Şüphesiz ecdadımızdan bize tevarüs eden geleneklerin büyük hikmetleri vardır. Bu geleneklerden birisi tekne orucu, diğeri diş kirası geleneğidir.
Öncelikle şu bilgiyi vermek isterim. Müslümanlar; feyiz ve bereketin bollaştığı, manevi ruh atmosferinin doruk noktaya ulaştığı Ramazan ayının hazzını Recep ayı başından itibaren birbirini takip eden mübarek Regaip, Miraç ve Berat gecelerinin idrakiyle duymaya başlayarak, kendilerini Ramazan ayına hazırlarlar. Peygamberimizin yaptığı gibi; “Recep ayı girdiğinde Hz. Peygamber (sav) şöyle derdi: Allahım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır. Duasını dillerinden düşürmezler.”
Şüphesiz Ramazan ayı Müslümanların hayatında; orucu, iftarı, sahuru, teravihi, mukabelesi, duası, tövbesi, zekâtı, fitresi, fidyesi kefareti, sadakası, küçükler için tekne orucu ve diş kirası gibi gelenek ve dini motiflerle maddî, manevî ve sosyal açıdan bir hareketlenme ve bereketlenme, sabır, şükür ve oruç ayıdır. Hz. Mevlâna Ramazan ayı için; “Ramazan geldi, artık maddi yiyeceklerden elini çek ki, sana gökten manevi rızıklar gelsin. Bu ay gönül sofralarının kurulduğu aydır. Gönlün bedenin hatalarından kurtulduğu aydır. Gönüllerin aşk ve imanla dolduğu aydır.”
Peygamberimiz (s.a.v): Ramazan ayını oruç ve ibadetle ihya ederken, iman, ihlas ve samimiyet konusuna dikkat çekmiş, “Kim inanarak ve sevabını yalnızca Allah tan umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” “Oruç insanı kötülüklerden koruyucu bir kalkandır. Buyurmuştur.
Bilindiği üzere oruç: İmsak vaktinden iftar vaktine kadar yemeyi, içmeyi ve şehevi arzuları terk etme anlamına gelmektedir. İmsak; Sözlükte “bir şeyi tutmak, sımsıkı sarılmak, alıkoymak; bir şeyden el çekmek, kendini tutmak” belirli şeylerden belirli bir zamanda diliminde kendini alıkoymak” demektir. İmsak aynı zamanda oruç kelimesinin de terim anlamıdır.
Oruçlu olmak, aynı zamanda elimize, dilimize, belimize sahip olmak, yalanı, gıybeti, fitneyi, iftirayı, insanların ayıbını araştırmayı, kötü sözü ve kötü işleri de terk etmek demektir. Çünkü oruç tutmanın amacı; kul olduğumuzu hatırlamak ile birlikte günah ve fenalıklardan uzak kalmak, aç ve açıkları ihtiyaç sahiplerinin halleri hallenmektir. Oruç tutulmasının maksadını: “Ey iman edenler! Oruç tutmak sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki böylece günah ve fenalıklardan korunursunuz.” (Bakara,183) Ayeti ve Peygamberimizin (s.a.v): “Bir kimse oruçlu iken kötü sözü, kötü ameli terk etmezse onun yemesini içmesini terk etmesine Allah’ın ihtiyacı yoktur.” Hadisi şerifleri bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.
Yukarıda ifade edildiği üzere; oruç tutma zamanı imsak vaktinden iftar vakti arasındadır. Tekne orucu, bir Anadolu geleneği olup, dinen orucun yerine geçen bir oruç şekli değildir. Bütün gün oruç tutamayan çocukların kendilerini oruçlu gibi hissederek, günün sadece bir bölümünü oruçlu geçirmelerine tekne orucu denilmektedir. Yani, Tekne Orucu, küçük yaştaki çocukların belirli bir süre aç kalmaları ve oruca alıştırmak için sürdürülen bir gelenektir. Tekne orucundan maksat: oruç tutmaya güç yetiremeyen küçük yaşta ki çocuklara en azında belirli bir süre oruç tutturarak aç kalmalarını sağlamak suretiyle; dini bir kimlik ve sorumluluk duygusu kazandırmak, Ramazan-ı Şerifin önemini çocuklarımızın bilincine yerleştirmektir.
Tekne orucu, çocuklarımıza isteyerek kendi iradeleriyle düzenli bir davranış ve bir iç disiplin kazandırmanın, Aşama, aşama ibadete ısındırmanın adıdır. Çocuklarımız belirli bir yaşa geldikleri halde, oruç tutma, namaz kılma, aç ve susuz kalma gibi zorluklar karşısında tahammül etme iradesini gösterememenin altında yatan gerçek, anne ve babalar tarafından daha küçük yaştan itibaren çocukların disipline edilmemesi sebebiyle kendi iradelerine hâkim olamamalarından kaynaklanmaktadır.
İrade, bireyin zorluklara karşı direnebilmesi ve kendisine güç yetirebilmesi demektir. Ramazan ayı, çocuklarımıza bir irade kazandırılması yönünden anne ve babalar için bulunmaz bir fırsattır. Ramazan ayında ebeveynleri oruç tutan çocuklarında, oruç veya tekne orucu tutmaya özen duydukları bilinen bir gerçektir. Bu özentiyi bir kazanıma dönüştürmek için, çocuklar dayanabildikleri ölçüde oruca teşvik edilmelidir.
Çocuklarımız çok susadığı hâlde oruçlu olduğunu bilerek, “kendi iradesi ile” bir bardak suyu “içmiyorsa böyle çocuklar güçlü bir ruhsal donanım kazanmış demektir. Bende çok küçük çocukluk yıllarımda iken tekne orucu adı alında oruç tuttuğumu, oruçlu olmanın hazzını tattığımı daha dün gibi hatırlıyorum.
Normal zamanların akşam yemeğine Ramazan aylarında iftar yemeği denilmektedir. “Ftr” yaratmak icat etmek kökünden türeyen iftar kelimesi orucu açmak oruçluya oruç açtırmak, başlanmış orucu bozmak veya hiç oruç tutmamak gibi anlamlara gelse de iftarın asıl anlamı; Ramazan ayında Allah rızası için tutulan oruçların, okunan ezan ile birlikte açılmasıdır. İftarın akşam yemeğinden farkı; iftar ramazan ayında aile fertlerini, geniş anlamda akraba ve dost çevrelerini aynı sofrada bir araya getiren birlik beraberlik duygusunu, empatiyi, paylaşımı aşılayan, küsleri barıştıran, sabrı, şükrü yaşatan bir maneviyatı içinde bulunduran bir sofradır. Oysaki sair zamanlardaki akşam yemeğinde böyle bir atmosfere sahip olmak mümkün değildir.
Peygamber Efendimiz orucu açmak için acele edilmesini tavsiye etmiş, iftar sofralarında yoksullarla yetimlerle aynı sofraları paylaşmayı adet edinmiştir. “Bir oruçluya iftar veren o kişinin sevabı kadar sevap elde eder, oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.” Buyurmuştur.
İftar vakti, iftar ezanı okunduğu andan itibaren başlar. Radyolardan TV’lerden ilan edilmeden, ezanın minarelerde hoparlörle okunmadığı zamanlardan önce özellikle Osmanlı döneminde şehirlerde, iftar ezanından önce, ramazan topu atılmak, köylerde tüfek patlatılmak suretiyle oruçlar açılırdı. Benim çocukluğumda minareden patlatılan tüfeğin sesini dinlerdik, sesi duyamazsak bile tüfeğin namlusundan çıkan ateşi gözetler o ateşi görünce iftar vaktinin geldiğini anlardık. Tıpkı iftar çadırları gibi manevi kültürlerimiz arasında yer alan, Osmanlı’dan günümüze tevarüs eden Ramazan topu geleneği orucun açılmasını müjdeleyen bir sembol olarak zihinlerimizde iz bırakmıştır.
Günümüzde, şahıslar, vakıflar, dernekler ve yardım kuruluşları tarafından; İslam coğrafyasında yaşanan savaşlar, işgaller veya iç çatışmalar sebebiyle ülkelerini terk edip başka ülkelere sığınan yetimler, yoksullar; mülteci ve sığınmacı kardeşlerimiz için iftar sofralarının açılması, iftar çadırlarının kurulması, Tv’lerde iftar ve sahur programlarının yapılması, çalışma saatlerinin Ramazan ayına göre düzenlenmesi Ramazan ayına oruca, oruçluya gösterilen saygıyı ifade eden faaliyetler kalıcı be gelenek olarak hayatımızda yer almaktadır.
Osmanlı döneminde; devletin, hükümet üyelerinin ve devlet ricalinin saraylarında ve eşrafın konaklarında misafirlere, fakir fukaraya her akşam iftar sofraları açılırdı. Bu yüzden Ramazan ayı yaklaştığında Osmanlı saraylarını ve eşrafın konaklarını tatlı bir telaş sarardı. Özenle hazırlanan sofralar; çeşitli lezzetlerle birlikte, Medine hurmaları, el yapımı, reçeller, peynir çeşitleri ile donatılırdı.
Büyük bir heyecanla açılan iftar sofralarında oruç açılıp iftar yapıldıktan sonra birlikte akşam namazları eda edilip, teravih namazına gidilirken gümüş tepsiler içerisinde, kehribar tespihler ve altın paralar bir kadife kese içinde misafirlere takdim edilirdi. İşte Ramazan aylarında iftardan sonra saray konaklarında misafirlere takdim edilen hediyelere diş kirası denilirdi.
Ev sahibi tarafından diş kirası adı olarak, misafire takdim edilen hediye ile; “Siz bizim misafirimiz oldunuz. Bizim sevap kazanmamıza vesile oldunuz. Dişlerinizi yordunuz. Bu da sizin diş kiranız olsun denilmek suretiyle misafire teşekkür edilirdi.
Bazı kaynaklarda, Fâtih Sultan Mehmet’in veziriazamı Mahmud Paşa’nın tertip ettiği ziyafetlerde pilâv içine altın paralar koydurduğu, bu paralara yemek sırasında bulanların sahip olduğu ifade edilmektedir.
Diş kirası âdeti daha sonraları yarı resmî bir nitelik kazanmaya başlar, çeşitli mertebeden âmirleri tarafından verilen iftar yemeklerine davet edilen memurların, kendilerini iftarlara katılmayı bir vazife telakki etmeleri, hatta memurların dışındaki halkın da bu iftarlara katılmaya başlamaları ile birlik zamanla toplu iftarlar külfet haline geldiğinden medrese öğrencileri, hoca ve dervişlerin dışında davet edilmeyenlerin iftarlara katılmamaları kararlaştırılır.
Günümüzde; lüks mekânlarda, yıldızlı otellerde verilen çok külfetli ve maliyetli İftar davetlerinde yaşandığı gibi davet sahipleri tarafından verilen bu iftarlar ve hediye verme geleneği bir itibar ölçüsü olarak görülmeye ve bir gösteriye dönüşmeye başlayınca bu usul, II. Meşrutiyet’le birlikte gerek sarayın eski durumunu kaybetmesi gerekse âdeti uygulayacakların kalmaması gibi sebeplerle ortadan kaldırılır.
Ancak şunu ifade etmek isterim ki, bizim ilkokuldan sonra; İskilip’te isminden çok lakabıyla tanınan merhum Tavukçu (Mustafa Avşar) Hocamdan Kur’an-ı Kerim okuduğumuz ve hafızlık yaptığımız dönemde ramazan aylarında İskilip’in eşrafı tarafından hocamız vasıtasıyla talebe arkadaşlarımız iftara davet edilirdik. İftardan sonra hane sahibi bizi uğurlarken her bir talebeye diş kirası adı altında bir zarfın içerisinde para hediye ederdi. Doğrusunu söylemek gerekirse, hep köylü ve fakir aile çocuklarından oluşan benim ve arkadaşlarımın de bu gelenek hoşumuza giderdi.
Güzel geleneklerin yaşanması ve yaşatılması dileğiyle hayırlı ramazanlar. Selam ve dua
Mustafa Kır