Eğitim sistemimizle ilgili karar verici konumda olanların ve siyasetçilerin okul öncesi eğitimi yaygınlaştırma hedefi, uzun süreden beri var. Okul öncesi eğitim, ülkemizde zorunlu değil ama hemen hemen tüm siyasi partiler, bunu zorunlu yapmayı programlarında belirtiyorlar. Okul öncesi eğitim, esasında bir okul değil. Çünkü hedefleri arasında öğretim yok. Ne var ki, okul öncesi eğitimlerin ekseriyetinde okulmuş gibi hareket edilmekte, başta yabancı dil (genellikle İngilizce) olmak üzere kimi öğretimler de yapılmaktadır.
Okul öncesi eğitim 36 ay ila 72 ay arasındaki, yani 3 ile 6 yaş arasındaki çocukları kapsar. Anaokullarında (bağımsız bir kurum) ya da anasınıflarında (ilkokullarda bulunur) verilir. 36 ayın altındaki çocukların gittikleri yerler kreşler ve gündüz bakımevleridir.
Kreşler ve gündüz bakımevleri, çalışan annelerin iş saatlerinde çocuklarını bıraktıkları yerdir. Burada eğitim amaç değil, bakım amaçtır. Anaokullarında ve anasınıflarında bakım değil eğitim amaçtır. Ancak burada da örtük amaç çocukların bakımı, korunması ve güvende olmasıdır.
Okulöncesi eğitimde okullaşma oranı Avrupa’da yüzde yüzler seviyesinde, Türkiye’de ise bu oran (2019 yılında) 5 yaş için en fazla % 75’e çıkmıştır (geçen sene % 58). 3-5 yaş aralığı için 2019 yılı için en fazla %44 olmuştur. Bu verilere göre ülkemizde oranın düşük olduğu belirtiliyor. Literatürde erken çocukluk eğitimi olarak adlandırılan ve 0-8 yaş aralığını kapsayan (Türkiye’de 0-6 yaş) bu dönemin 0-3 yaş aralığı bizde daha az (% 0,3), OECD ülkelerinde % 50 civarında.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki bu tür istatistiklere bakarak, geride yahut ileride olunduğunu sanmak yanlıştır. Yanlıştır çünkü istatistik gerçekleri örter. Buradaki örtülen gerçek şudur; her ülkenin kültürü, yaşama biçimi, geçirdiği evreler, ihtiyaçlar, ihtiyaçları karşılama düzeyleri vb. farklıdır. Bunları dikkate almadan, sadece istatistiklere bakarak bir hedef belirlemek doğru değildir. Öte yandan bunu zorunlu hale getirmek ya da getirmeye çalışmak külliyen yanlıştır. Çünkü ihtiyaca binaen gerekenler yapılmalıdır, ihtiyaç artıyorsa karşılanmalıdır, artmıyorsa yapılacak bir şey yoktur.
Bu tür karşılaştırmalarda düşülen hatalardan biri de, belki de en önemlisi, kültüre özgü çözüm yollarını düşünmemektir.
Batılıların çizdiği ekonomi temelli hayat, çalışmayı artık zorunlu kılıyor. Bu zorunluluk, geleneksel aile yapısını da değiştiriyor. Geniş aileden çekirdek aileye artık geçildi mesela. Kadının çalışma hayatındaki yeri sağlamlaştı. Erkeğin rolünü, kadının rolünü gelenekler değil, modern dünya belirliyor artık. Tüm bu değişimlerden payı, çocuk yetiştirme de aldı. Artık okullu çocuklar yetişiyor.
Ancak, bu değişimi normal bir değişim gibi algılayıp, buna göre stratejiler/politikalar geliştirmek, tek çözüm yolu olarak bunu görmek doğru değildir. Yani okul öncesi eğitime giden çocukları artırmaktansa, buna yönelik çözüm önerileri geliştirmektense, kültürel özelliklere dikkate alarak çözümler geliştirmek daha doğrudur. Bu bağlamda yapılacak olanlardan biri, okul öncesi eğitime yönelik artan talepleri çözmek olabilir. Ama diğer çözümler neden düşünülmesin. Mesela, çocuklar ilkokula başlayana kadar tüm annelere asgari ücret vermek, bu mümkün değilse çalışan annelere verilen ücretsiz izninin süresini iki yıldan 5-6 yıla çıkarmak da çözüm olabilmelidir. Burada tek amaç çocuğun bakımı, güvenliği olmamalıdır; anne ile çocuk birlikteliğini sağlamaya çalışmak, asıl amaç olmalıdır. Ne kadar uzun sürerse bu birliktelik, o kadar iyi olacağına inanılmalıdır. Bu durumun teşvik edilmesi maliyetli görülebilir, ancak bunun ahlaki getirisinin, ekonomik getirisinden daha fazla olacağı çok açıktır. Ayrıca anne-çocuk birlikteliğinin devletin bu tür kurumlar için yapacağı harcamayı azaltacağı da bilinmelidir. Aksi takdirde iş işten geçer, günümüzde yavaşça azalan nüfusumuz hızlıca azalır ve kimi ülkelerin yaptığı gibi, kadınlara anneliği hatırlatmak için tonlarca para harcamak zorunda kalınabilir.
Kısaca, anneliğin teşvik edilmesine yönelik politikalar geliştirilmelidir. Devlet, tüm organlarıyla, annenin çocuğunu eğitmesi, yetiştirmesi için gerekli yardımı sağlamalıdır. Parklar, bahçeler, eğitim materyalleri gibi destekler belediyeler ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla yapılabilir. Böylelikle çocukların psiko-motor, fiziksel, sosyal, duygusal, bilişsel ve dil gelişimi daha iyi olacaktır. Çünkü Afrika atasözünün dediği gibi, bir çocuk yetiştirmek köy ister. Yani anne-baba, bir insanın yetişmesinde yeterli değildir. Çocuk yetiştirmek bunların dışında amca, dayı, teyze, hala, yeğen, kuzen, komşu, bakkal, terzi, şoför gibi diğer insanların varlığını ve yardımını gerektirir.
Sözün özü; okul öncesi eğitimi kurumlaşmayla çözmek yerine anneliği destekleyerek çözmek doğru olandır. Hiç olmazsa 2016 yılında işçiler için yapılan yarı zamanlı çalışmayla ilgili düzenlemelerin memurlar için de gelmesi epey bir sorunu çözecektir.