Günlük hayatta anlamı birbirine yakın olup farklı bilinç düzeylerine işaret eden bazı kavramlar var. Söz gelimi “izlemek” ile “seyretmek” arasında epeyce fark var. “Bakmak” ile “görmek” birbirinin aynı değil. “Görmek” ile “yaşayarak tecrübe etmek” de hakeza böyle. İnanç geleneğimizde bireylerin farkındalık seviyelerini izah edebilmek için “bilme” kavramının üç çeşidinden söz edilir:
İlmelyakin: Kanıtlanmış bilgi ile inanma seviyesidir.
Aynelyakin: Görerek veya tecrübe ederek bilgiye ulaşma aşamasıdır.
Hakkalyakin: Bilginin aslına ve hakikatine erişmiş olan bilinç düzeyidir.
Bu kavramlar, hakikatin peşinde olan “yakin yolcusu”nun ulaşabileceği mertebelere işaret eder.
Son dönemde ekranların ve sosyal medya mecralarının bilgiyi ve algıyı değiştirme gücünü hepimiz görüyoruz. Bu durum yeni bir bilinç düzeyini, daha doğrusu yönlendirilmiş bir bilinç düzeyini gösteriyor. O yüzden bu yeni bilinçlenme eşiğine “filmelyakin” diyorum. Türlü film fırıldaklarla “yakin”i sarsıp yapay bir bilgelik sunan bu bilinçlenme düzeyi, üzerinde dikkatle durmayı hak eden bir konudur.
Geçtiğimiz yüzyılda altın çağını yaşayan film endüstrisi ile günümüzde popüler olan dijital dünya piyasası, bireylerin “bilinç” zeminini doğrudan hedef alarak gelişti, gelişiyor. Hollywood denilen acayiplikler dünyası, on yıllar boyunca zihinlerimizi iğfal etti. Batı dünyasının gündelik yaşamını allayıp pullayarak sahte bir cennet olarak pazarladı. Doğu toplumları da bu yalancı cennete girmeye zaten teşne idi. Bizde çabucak benimsenen bu yaşam tarzı, zaman içerisinde döndü dolaştı Batının başına bela oldu. Şimdilerde kendi gençlerini o tozpembe yaşamın sarhoşluğundan ayıltmaya çalışıyorlar. Ama maalesef Doğu dünyası henüz o narkozun etkisinden kurtulabilmiş değil.
Batılı sinema endüstrisi, masabaşı senaryolardan beslenerek kurguladığı filmlerle izleyicinin gözünde Müslüman coğrafyayı şeytanlaştırdı. Ekranlar marifetiyle bir yandan kendi kültürünü yayarken diğer yandan İslâm kültürünün altını oyuyordu. Doğu kültürünü temsil eden hangi unsur varsa izleyiciye hissettirmeden onu kirletiyordu. Ne denli başarılı olduklarını acı tecrübelerle gördük. Öz kültürü yozlaştırmayı hedefleyen bu sistemli faaliyetlerin bir kısmı, Türk televizyon ve sinema dünyasına da sirayet etti. Yeşilçam filmlerinin neredeyse tamamında çizilen olumsuz din adamı tipolojisi, bu iddia için yeterli bir delildir. Sınırlı sayıdaki kötü örnek üzerinden topyekûn bir camiayı itibarsızlaştırma gayreti yıllarca devam etti.
Televizyonun evlerimizin başköşesini işgal etmesinden sonra ise toplum bilinci diziler üzerinden kurgulanmaya başladı. Geleneksel aile yapısıyla yakından uzaktan ilgisi olmayan dizi sahneleri, “yakin”imizi yakmaya devam etti. Toplumumuzu pek tanımayan biri, dizilerimize bakarak hakkımızda yargı bildirecek olsa vay hâlimize! “Gerçek hayattan uyarlandığı” iddia edilen son dönem dizilerinde de manzara aynı. Kerhen de olsa uyarlama ve kurgu olduğu söylenen bu dizilerin gerçek hayat gibi muamele görmesi işin bir başka yönü. Diziler gerçek hayatı yansıtmıyor olabilir ama oralardaki renkli tiplemelerin ve gözlere sokulan yapay yaşam tarzının toplumu etkilemediğini kim iddia edebilir.
“Yakin”imizin hakikat ile yalan arasında sınandığı asıl mecra ise sosyal medya. Sosyal medya, bir delinin içine taş atıp kırk akıllının çıkaramadığı bir kuyu gibi. Algının kolaylıkla yönlendirildiği, teyit edilmemiş bilginin hakikat muamelesi gördüğü acayip bir âlem. Yakin’i sarsmak için asıl filmler burada dönüyor. Önce bir metin veya görüntü kurgulanıp dolaşıma sokuluyor. Ardından hazır kıta bekleyen “trol neferler” hemen köpürtme faaliyetine başlayıp o kurguyu (t)elden (t)ele iletiyor. Daha vahimi yapay zekâ imkânlarıyla herkesin bir şekilde bu kurguya maruz kalması sağlanıyor.
Psikiyatri ilminde yalan söyleme hastalığına “mitomani” diyorlar. Toplumun yakin’ini hedef alan kötü niyetli sosyal medya kullanıcıları da bir çeşit mitomani hastasıdır. Yalan söyleme hastalığına duçar olmuşlar. Uydurdukları “mit”leri bir “mâni” gibi sürekli tekrarlayarak genel bir kabul hâline getiriyorlar. Süreklilik arz eden yalan, bir müddet sonra hakikat gibi algılanmaya başlıyor. Bilinci “filmelyakin” düzeyinde olanlar da maalesef kurmacaya iman etmiş oluyorlar.
Kişi ayık olmalı. Her durumda yapması gerektiği gibi sosyal mecralardaki bilgiyi de irfan ve iz’an süzgecinden geçirmeli. Bilincini filmelyakin’den ilmelyakin’e yüceltmeli. Mukaddes kelâmdaki şu ölçütü esas almalı: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp; bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ, 36)
Maşaallah, istifade ettim.
Filmelyakin kavramı güzelmiş.
Uydurdukları “mit”leri bir “mâni” gibi sürekli tekrarlayarak genel bir kabul hâline getiriyorlar. Güzel, kalıcı bir açıklama.
“o kurguyu (t)elden (t)ele iletiyor.” latif bir kullanım olmuş.
Mana olarak istifadeli bir yazı, elinize sağlık.