eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
25°C
Ankara
25°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
25°C
Cumartesi Az Bulutlu
25°C
Pazar Az Bulutlu
23°C
Pazartesi Az Bulutlu
20°C

Eğitimin Geleceği, Geleceğin Eğitimi

Eğitimin Geleceği, Geleceğin Eğitimi

İnsanları ve toplumları ihtiyaçları şekillendirir. Eğitim toplumun yapısından ve insan kaynaklarından  yararlanarak;  toplumun şeklini korur, değiştirir veya geliştirir.  Eğitim bu günü imal ederken geleceği imar eder. Eğitimin ihmal edilmesi geleceği imha eder. Kısacası ”Ne ekersen onu biçersin.”

Eğitim işi gerçekten çok zor. Bu günü imal edip ihya etmesi içinden geçtiği zaman sürecini iyi anlayıp ona göre insan yetiştirmesi gerekir. Öte yandan geleceği imar etmesi için geleceği gerçekçi bir bakışla algılaması gerekir. Bu çerçevede kendini yeniden kurgulayıp geleceği tasarlaması gerekmektedir.

Dünün,  bu günün dünyasına kısaca bir göz atalım ve yarının dünyasına anlamaya çalışalım.

Tarım toplumlarında ihtiyaçlar sınırlıydı. Eğitim bu sınırlılık içinde cereyan ediyordu. Sanat ve zanaat daha ziyade usta çırak ilişkisine dayanıyordu. Güvenlik ihtiyacı askerlikle ilgili eğitimi ön plana çıkartıyordu. Zenginler, soylular ve saray efradı özel öğretmenlerle okuma yazma, matematik, yabancı dil, müzik gibi birçok konuda eğitim alabiliyorlardı. Halkın kahir ekseriyeti bu imkânlardan mahrumdu.

Sanayi Döneminde (Batı da) örgün eğitim yaygın olarak kullanılmaya başlanmış, geniş halk kitlelerine ulaşmaya başlamıştır. Sanayi devriminin seri üretimle getirdiği imkânlar okullar ve okullaşma için fırsat sundu. Aynı zaman da sanayi kendi çarklarını döndürecek insana ihtiyaç duymaktaydı. Kalifiye eleman ihtiyacı okullar üzerinden giderilmeye çalışıldı.

Batı da makine çarkı döndükçe, toplumun da çarkını döndürmeye başlamıştı. Makinenin mekanik dünyası toplumu da mekanikleştirmeye başlamıştı. Ham maddeyi işleyen dişliler, dişini topluma geçirmiş ve onu da maddeci (materyalist) yapmıştı. 

19. yüzyılda eğitim bilimleri alanında yoğun gözlem ve deneyler yapılmaya başlandı. 20. yüzyılda da devam eden bilimsel çalışmalar, insan yetiştirme de çığırlar açmaktaydı.  Fakat bu arada gözden kaçan iki husus vardı.  İlki deney ve gözlemler hayvanlar üzerinden yapılıyordu. Bu da insana mukayese edilince ortak canlılık özellikleri ön plana çıkıyordu.  Nefsanî  (maddi) yön, gün yüzüne çıkartılıyor, istenilen davranışlar ödüllendiriliyordu. İnsanın büyüyen maddi yönü devleştikçe manevi yönü cüceleşiyordu.

Gelelim ikinci hususa.  Kısaca  ‘’istendik davranış değişikliği’’ olarak tanımladıkları eğitimi birileri kendi amaçları doğrultusunda önce araçsallaştırmaya sonra da hedeflerinin ideolojik aygıtları haline getirmeye başlamışlardı.  Bu mevzuda pek çok kaynak olmakla beraber, John Taylor Gatto, ‘’ Eğitim Bir Kitle İmha Silahıdır’’ adlı eserinden istifade edebiliriz. Adı geçen eserde Rockefeller ve Carniege gibi aileler kurdukları vakıflarla eğitim üzerine çalışmalar yaptırdılar. Birçok bilim insanına, araştırmacıya burslar vererek çalışmalar desteklediler.

Ortaya çok değerli bilimsel bilgiler çıkmıştı. Bu bilgiler, Platon’un (Eflatun) ‘’Devlet’’inde neşv-ü nema bulan toplum önermelerinden esinlenerek ve Darwinizm’e yaslanarak yeniden bir toplum inşa etmeye çalıştılar. Güçlülerin ayakta kaldığı, ‘eskimiş ve ayak bağı olan ailenin’ etkisiz hale getirilmesi çabası vardı. Mutluluk maddeye atfediliyordu. Harcadıkça mutlu olacak kişiler çarkı döndürerek çarkın parçası olacaklardı. Aileden arındırılmış, bireylere düzenin ortağı değil kölesi olma rolü bahşediliyordu.

Günümüze gelindiğinde dünyada okullaşma oranları yükselmiş durumda. Dünya nüfusunun kahir ekseriyeti az yâ da çok eğitim tezgâhından geçmektedir. Eğitimin yönlendiricisi vakıflar da devletlere bir yandan kolaylık sağlarken bunu imtiyaza döndürerek kendi hedeflerine doğru emin adımlarla ilerlemekteler.

 Maddî hazza odaklanan ulaşan ve onda huzur arayan çağdaş küresel medeniyet, insanın fıtratıyla birlikte tabiatı da tahrif etmeye başladı. Karaların ve denizlerin kirlenmesi, gaz salınımının değişmesi küresel ısınmaya neden oldu. Isınan küre dengesinin bozulmasına ve insanlık için olumsuz tablo oluşmasına kapı araladı.

Sanayi Dönemini tamamlayan Batı (daha çok onların yönlendiricileri) Bilgi Çağının öncülüğünü de yaptılar. İnsanların bilgiye kolay erişimi olabildiğince kolaylaştı. Bilgi üretmenin arttığı bu dönemde küresel düzenin kurgucuları bilgiyi de küresel sömürülerinin bir aracı haline getirdiler.

Eğitimin geçmişine kısa bir yolculuk yapıp bu gününe kısa bir bakış attıktan sonra eğitimin geleceğine dair bir tahminde bulunmaya çalışalım.

 Yazının başında, insanları ve toplumları ihtiyaçları şekillendirir demiştik. Geleceğin eğitimini anlayabilmek hatta kurgulayabilmek için geleceğin insan ve toplum ihtiyaçlarını tahmin edebilmemiz gerekir. Bu konuda da bir hayli kaynak var. Thomas L. Frıedman ‘’Geciktiğin İçin Özür Dilerim’’ adlı eserinden istifade edebiliriz.

 Frıedman, kitabında kısaca hayatın her alanını istesek de istemesek de yapay zekânın kuşatacağını öngörüyor.  Öngörüsünü çeşitli örneklerle desteklemeye çalışıyor. Yapay zekânın dâhil edildiği tren işletmesinde verimliğin nasıl arttığını gözler önüne seriyor. İnsan hataya açık bir varlık.  Milyonlarca kişinin kullanıcı olduğu alanlarda yapılan hataların milyonlarca kez tekrarlanılması anlamını taşımaktadır.  Bu ise devasa emek ve zaman kayıplarına ve hesap etmekte güçlük çekilen nakdi kayıplara sebebiyet verebilmektedir. Kıt kaynakların verimli kullanılmamasıyla hizmetlerin aksaması söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla yapay zekâ keyfiyet değil mecburiyet içermektedir der yazar.

Frıedman, yapay zekânın insan hayatını kolaylaştırmakla beraber insani değerleri yok edebileceğini de vurgulamaktadır.

 Geleceğin hayatını teknoloji kontrolünde yapay zekâ destekli bir hayat olacağını görmek için üstün vasıflara haiz olmak gerekmiyor. Bu perspektiften eğitimi anlamaya çalışalım.  

İlk önce örgün eğitim açısından durumu ele alalım. Bu günkü okul yapılarıyla beraber işlevini kaybedeceği görülüyor. Maksat olunan bilginin öğrenilmesi için; maliyet, zaman ve güvenli öğrenme bakımından daha kolay yol ve yöntemler tercih edilecek. Binaların ısıtılması, aydınlatılması, temizliği bakım ve onarım masrafları yük olarak görülecek. Bu yükü gereksiz bir şekilde kimse taşımayacaktır.  Bu günkü kullanımından daha çok uygulamalı eğitimlere devam edilecek. Teorik bilgiler programlar yoluyla bireysel veya çevrim içi öğrenilecek. Okulların fiziki yapıları tamamen ortadan kalkmayacak. Ancak bina sayıları azalarak yeni fonksiyonu icra edecek şekilde tasarlanacak.

Diplomalar önemini kaybedecek. Diploma yerine analitik bir perspektif için yetiştirilmiş  kabiliyetler ön planda olacak.

 Öğretmen ihtiyacı kaybolmayacak bununla birlikte bu günkü sayısından çok daha az öğretmene ihtiyaç duyulacak.  Bir bilgi varsa bunu öğreten mutlaka bulunacaktır. Fakat yapay zekâ destekli programların öğretmenlerin alanını daraltacağı aşikârdır. Öğretmene ekstra yüklenen misyon yaşam koçluğu olacağı görülmektedir.  Öğretmenlerin psikoloji ve bilgisayar programları alanında uzmanlık derecesinde donanım sahibi olmaları gerekecektir.

Gelecekte bu gün tanık olduğumuz belki de uygulayıcısı olduğumuz birçok meslek ve iş kolları ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla bu mesleklere hazırlama eğitimleri de ortadan kalkacaktır.

İnsan eğitimine genel bir bakış açısı geliştirmeye çalışalım. Sanayi dönemi ve bilgi çağını elinde bulunduran vakıflar (aileler) yapay zekânın bitimsiz görünen faydalarını es geçmeleri düşünülemez. Birkaç asır önce aileleri ayak bağı gören bu yapı şimdi devletleri ayak bağı olarak görüyor. Devletlerde saf çıkarcılık yerine sosyal devlet yani ihtiyaç sahibine hak sahibi olduğuna bakılmaksızın yardım ilkesi vardır. Devletlerin aksine, üstün güce ve imtiyaza sahip oldukları varsayılan ismi geçen aileler farklı görüşler geliştiriyorlar. Güçlülerin ayakta kalmalarını öngören yapılar diğer insanların yer küre kaynaklarını gereksiz yere zayi ettiklerini açıklıyorlar.

Bilgisayar ve arama motorlarının sorunlara pratik çözümler üretmesi yönünden ışıltısı herkesi cezp ediyor. Devletlerin kontrol mekanizmaları bütün iş ve işlemlerde süzgece ihtiyaç duyuyor. Hız çağında en ufak gecikme itiraza sebep oluyor. Bu da devlet dışı yapıların, vakıf ve grupların elini güçlü kılıyor. Dijital dünya vatandaşlığı gibi kavramlar ortaya çıkıyor. Bu konularda kurallar belirleniyor.

 Yapay zekâ destekli teknolojik hayatın hiç kuşkusuz büyük kazanımlar vaat ettiği açıktır. Lakin hep maddi kazanımlar vaat ediyor. Manevi kazanımlar vaat etmiyor. Maddi olanın psikolojiye de iyi geleceğini varsayıyor. Bu haliyle insanoğlunun başına konmuş bir talih kuşundan daha çok, başının belası gibi duruyor. Oysa insan etten, kemikten, kandan daha çok ruhuyla insandır.

Geleceğin inşasında kurguyu oluşturan yapılara tek ve en güçlü sözü söyleyecek yegâne şey İslam’dır. Söyleyebileceği en mühim sözlerden biri hiç kuşkusuz ‘’Merhamet’’tir. Ederi olan karşısında değerleri tepetaklak eden ve edebilecek bu yapıya dur demek ‘’Merhamet’’le olabilir ancak.

Sadece güçlülerin değil zayıfların da yaşamasına imkân tanıyan yapay zekâ programları tasarlanmalıdır.  ‘’Susayan su arar. Su susayanı daha çok arar.’’ (Mevlana) Programların işletim sistemine, bilgisayar diliyle yazılmalı. Yapay zekâya hatasız kul olmaz ilkesi ön kabul olarak işlenmeli; insanla yarıştırılması yerine, ona bu konuda destekçi olması yüklenmelidir.  Aksi halde kirletilen her şey, kirleri kabul etmiyor tekrar kusacak gibi duruyor, müsilaj örneğinde olduğu gibi.

Necip Fazıl Kısakürek’in ‘’Yer ve gök su vermem dediği zaman / Her tarlayı sular arkımız bizim’’ mısralarında söylediği gibi merhamet pınarlarından akan sularla sulamalı her tarlayı arkımız bizim. Müslümanların son sözü söyleme hakkı var. Bunu insanlığın kurtuluşu adına iyi değerlendirmeleri gerekmektedir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.